Nasıl anlatılırsın ki,
Bu aciz kalem nasıl yazar seni?
Ya defterin eski sayfaları
Nasıl konuk eder seni?
Yeter mi okyanusları aşan sevgini anlatmaya ömür
Dayanabilir mi babanı görmeyişini,
Annene doymayışını,
Başını, gözünü yaran taşları,
Yoluna atılan pislikleri, aç kalışını hatırlamaya gönül?
Biliyorum ne ömür yeter ne de gönül dayanır
Ama başlamalı bir yerde seni anlatmaya
Başlamalı ki karanlık tekrar aydınlansın
Güzelliğin kolları dünyayı sarsın
Başlamalı ki, küçük bedenlere büyük bedeller ödetilmesin.
Zifiri karanlığa güneşin doğmasıydı senin doğumun
Dünyanın yüzyıllardır çektiği sancıların son bulmasıydı
Senin doğumun rahmetti, merhametti
Tek olana dönüştü
Ki, büyük ateşin sönmesi
Putların yüz üstü düşmesiydi…
Attığın adımlar iyilikti
İyiliğin evrene girişiydi
Her adımın ayaklarının altında ezilen bir kötülüktü
Ve sözlerin
O naif sesiyle etrafa huzur veren sözlerin
Süslenmişti ya cümlelerin ilahi bir nurla
Nasıl işlemesin kalbe ta ruhun en derinine
Büyümüştü ya ruhun küçülüyordu zulmün bataklığı
Aldığın nefes karışıyordu ya göğe
Nasıl adalet hâkim olmak yeryüzünde
Etraf buram buram sen kokuyordun ya
Nasıl asrı saadet demeyelim o zamana
Sen vardın ya Resûl sen vardın
Huzur, mutluluk, adalet, hayâ, samimiyet, merhamet
Sen vardın yâ Resûlallah sen
Ve bir gün
Bir gün korkulan geldi başa
Koca ümmet kaldı yetim ortada
Ölümden önceki ölüm derler ya
İşte o hayat bulmuştu kâinatta
Koca bir hüzün çöktü önce
Sonra karanlık bir zindana düştü ümmet
Bir elbise dikildi ki adı zillet
Vehm, korku, ümitsizlik, ırkçılık, zulüm
İllet üstüne illet
Sen gittin ya
Ümmet paramparça darmadağın
Ne bir toparlayan ne de bir umursayan
Hem yok ki mirasına sahip çıkan
Dünya çıkarlarını yüzüne atıp
Hakkı haykıran
Nasıl anlatılır ki, bu zillet yâ Resûl
Filistin mi diyeyim Suriye mi
Arakan’ı mı anlatayım, Türkistan’ı mı?
Ümmetin gençleri asılıyor mu diyeyim mesela
Çocukları yakılıyor mu?
Atılan çığlıkları mı anlatayım,
Acıyı hissedemeyen Müslüman yürekleri mi?
O kadar çok var ki yâ Resûl
O kadar çok var ki…