Dünyamızı, gündüzleri aydınlatan güneştir. Geceleri ise güneşin vekilleri olan ve ışığını güneşten alan ay ve yıldızlar aydınlatır.
Bu güneş Kur’ân, onun vekilleri de Resûlullah ve sahabelerdir.
Kur’ân; Mekke topraklarında Resûlullah’ı, Resûlullah da sahabelerini aydınlattı.
Sahabeler de Kur’ân’ın Resûlullah (sav) döneminde ulaşmadığı karanlık topraklara, bu ışığı ulaştırdılar.
Sahabe; hiçbir kavram veya kelimenin anlatmaya güç yetiremeyeceği bir kelam. Bu öyle bir kelam ki, üzerinde saatlerce veya günlerce konuşulsa hakkını vererek anlatıp, anlayamayız.
Bu kelam ayın dağılmış hali olan o yıldızlar gibi adeta. Öyle ki, toplanıp birleşseler yine ay ortaya çıkar.
Birbirini tamamlayan, kimsenin ulaşamayacağı ama herkesin merak ettiği bir düzen içinde olan gökteki mucizelerden ikisi: Ay ve yıldızlar…
Ayın parçaları gibi dağılmış olan bu yıldızlar, Resûlullah’ın ayrı ayrı her bir özelliği ile öne çıkmış ashab-ı kiramına benzer.
Hz. Ebu Bekir’in doğruluğuyla, Hz. Ömer’in adaletiyle, Hz. Ali’nin ilim ve cesaretiyle, Hz. Osman’ın haya ve edebiyle, Hz. Hatice’nin vefasıyla, Hz. Afra’nın aşk ve sevdasıyla, Hz. Nesibe’nin mücadele ve gayretiyle öne çıktığı gibi. Bu özellikler toplansa hepsi Resûlullah’tır, Resûlullah da Ay.
Peki,
Nedir Ashabı göklere yıldız yapan şey?
Nedir ashabı bu denli ön palana çıkaran şey?
Nedir ashabı ahirete kadar unutturmayan şey?
İslâm davası yolunda her şeylerini feda etmeleri mi? Resûlullah’ın her dediğini yapmaları mı? Yoksa çok ibadet etmeleri mi?
Bunlar da vardır elbet ama asıl sahabeyi sahabe yapan şey; Peygamberimizi sahabe gibi sevmeleriydi.
Herşey bu sevgiyle başladı. Seven sevilirdi çünkü. Onlar hakkıyla Resûlullah’ı sevdi. Resûlullah da onları. Allah da en sevdiği kulunu hakkıyla sevenleri sevdi. Meleklere de onları sevdirdi. Melekler de Allah’ın sevdiği bu kulları dünyaya sevdirdi.
Sevgi olmasa bu kadar eziyet, cefa ve sıkıntı çekilebilir miydi?
Sevmeseydi Talha b. Ubeydullah Uhud savaşında elini feda edebilir miydi? Sevmeseydi Hz. Afra 7 oğlunu feda edebilir miydi? Sevmeseydi Hz. Bilal aç ve susuz çölün en sıcak anında o kayanın altında saatlerde sabredebilir miydi?
Sahabeyi sahabe yapan bu sevgi, imanlarıyla da birleşince, onları İslâm sancağının her yerde dalgalanması için harekete geçirdi. Ve bunun için canlarından öte sevdikleri Allah Resûlün’den ve onun ayak bastığı topraklardan uzaklaşmayı bile göze aldılar.
Yoksa ne işi vardı Ebu Eyyub el-Ensari’nin 90 yaşında at üstünde İstanbul’da, ne işi vardı Resûlullah’ın süt halası Ümmü Haram’ın yaşlı hali ile Kıbrıs’ta, ne işi vardı Ubeyde b. Cerrah’ın Filistin’de, ne işi vardı Tarık b. Ziyad’ın Endülüs’te.
Bunu onlara yaptıran sevda idi. Bu sevginin karşılığı olarakta bu dünyada, bu kadar sevildiler, seviliyorlar ve sevilecekler.
Güneş Ay ve Yıldızlar kıyamete kadar var olduğu sürece İslâm davası da Resûlullah ve sahabeleri de kıyamete kadar var olmaya devam edecektir.
Allah da ayeti kerimesinde nurunu tamamlayacağını söylemiştir. Ancak bizler Müslüman olarak ve hakkını vererek bu dünyadan göçmek istiyorsak, İslâm sancağına tutunmaktan başka kurtulma şansımız yoktur. Kurtulmak için de bizi biz yapan değerlere geri dönmeliyiz, hem de çok acil.
Buna da ilk olarak Resûlullah ve ashabını hakkıyla sevmeyi öğrenerek başlamalıyız. Yoksa bu dinin sahibi olan Allah bizim yerimize geçecek birilerini bulacaktır.
Hadi sevmeyi hakkıyla sevebilenlerden öğrenmeye…
Hadi sevilmek için sevmeye…
Hadi sahabeler gibi olmaya…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?