Şahit hayat ve şehadet birbirine uyumlu iki kelime. Şahit eşittir şehit. Şahit olacak bir hayat yaşanmalı ki Allah Azze ve Celle şahit olunmuş hayatın ödülü olarak şehadeti versin, bahşetsin. Rabbimiz Ahzab suresi 23. ayeti kerimesinde şöyle buyurmuştur: “Müminlerden öyle erler var ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler. Kimileri onun yolunda can verdiler. Kimileri de sıralarını (ecellerini) bekliyorlar. Vaatlerini (Allah’a verdikleri sözü) asla değiştirmediler.” Peygamber efendimiz’ den (s.a.v.) şöyle bir hadis rivayet edilir: “Allah Azze ve Celle bir kulunu sevdiğinde meleklerine ve gök ehline de o kulu sevmelerini söyler. Onlar da o kulu sevince Allah o kulunun sevgisini yer yüzündeki insanların kalbine yerleştirir ve insanlar da o kulu severler.” Herkese nasip olmaz böyle sevgi. Bu, Allah’ın bir lütfu ve ikramıdır. Allah Azze ve Celle Bakara suresi 143. ayeti kerimede şöyle buyurmuştur: “Böylece biz sizi insanlara karşı şahitler olmanız peygamberin de size karşı şahit olması için orta yolu tutan bir ümmet kıldık.”
Kimdir şahit? Şahit; İnsanlığın refah ve huzuru için insanları iyiye ve doğruya yönelten, yeryüzünü iyilik ile imar etmeye çalışan, yeryüzünden fitne ve fesadı kaldırmaya gayret eden ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar mücadele eden, gönülleri işgalden kurtaran, gönüllerden geçen yolu bilen, sevgi ile insanların yüreklerine hitap eden kişidir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) önce yürekleri sonra toprakları fethetti. Şahit olunacak bir hayat yaşamak için lazım olan şey nedir? Sağlam ve sarsılmaz bir iman, salih amel, güzel ahlak, ihlas, samimiyet, feraset, basiret, Hilm (yumuşaklık), ihsan derecesinde işlenen ameller, ibadetler ve hepsini içinde barındıran takva olarak özetleyebiliriz. Müminler şahitçe bir hayatı yaşamanın gayret ve çabası içinde olmalılar.
Biz 1998’de Halfeti’nin Göklü Kasabası’nda otururken şahit bir hayatı yaşamanın gayretinde olan çok güzel bir çift ile tanışma ve beraber olma şerefine nail olduk. Hikmet ALTUNSÖZ, Göklü’de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeniydi ve eşi o zamanlar çalışmıyordu. Selma ile tanıştığımda ona büyük bir hayranlık besledim. Çünkü onda kendimi bulmuş ve birbirimize benzeyen çok yönlerimiz olduğunu görmüştüm. Selma’nın narin, naif, nazik yönü, hanımefendiliği, içten ve samimi olması, davasına düşkünlüğü, dava bilinci ve hizmet etme gayreti en beğendiğim yönleriydi. Eşi Hikmet Hocamızın da yaptığı fedakarlıklar, hizmetler, gayret ve çabası takdire şayandı. Hikmet Hoca sadece okul içinde değil okul dışında da etrafındaki dava arkadaşları ile gençlere yönelik çalışmalar yapıyordu. Öyle ki kasabadaki herkes tarafından sevilen bir öğretmendi. Herkesin sevgisini kazanmış olan hocamız, gönül dilini iyi bilen hakikatin öğretmeni olmayı başarmıştı. Öğrencilerini toplar sık sık yemeğe götürür; Eşi Selma’dan öğrencilerine ikramlar hazırlamasını ister onlarla tek tek ilgilenirdi. Dertleri ve sıkıntıları ile ilgilenir bunlara çözüm bulurdu. Üzüntü ile bahsedeceğim 28 Şubat sürecinde yapılan İslami çalışmalara o dönemin yönetimi tarafından sürekli engeller çıkartılırdı. O dönem okulun müdürü ve bazı sol görüşlü öğrenciler Hikmet Hoca ve arkadaşlarını şikâyet etmiş onlar hakkında soruşturma açılmıştı. 24 saat hücrede tutulup sorgulandıktan sonra serbest bırakılmışlardı. Bu soruşturmadan eşim de dahil herkes nasibini almıştı. Kasabada kurulan erkek ve kadın ders halkaları, öğrenciler ile buluşmalar, sohbetler, sosyal aktiviteler yapılan hizmetlerimizden bazılarıydı. Değinmeden geçemeyeceğim, halkta etki bırakan bir anımızdan bahsedeceğim. Ramazan ayında yardım kolileri hazırlanmış gece geç saatlerde kimselere görünmeden ihtiyaç sahiplerine dağıtılmıştı. Bu olay kasabada büyük bir yankı uyandırmıştı. Kasabalılar alışık olmadıkları bir durum ile karşılaşmışlardı. Bu hizmetten memnun kalan kasabalılar yardımın kimler tarafından yapıldığını bilmiyorlardı. Maddi durumu olmayan öğrencilere burs yardımı, kitap yardımı vb. yardımların tamamında bu fedakâr insanların gayretleri vardı.
Hikmet Hoca, çok okuyan okuduğu ile amel etmeye gayret gösteren, şahit bir hayat yaşamaya çalışan değerli bir insandı. Kasabadan tayinleri İskenderun’a çıkınca oraya yerleştiler. Orada da vefat ettikleri güne kadar yılmadan, yorulmadan çalıştılar. Selma bu süreçte açık öğretim ile İlahiyat Fakültesini okumuş. Kur’an Kursu hocası olmuş sonra da vaize olarak atanmıştı. Eşiyle beraber İskenderun’da yaptıkları çalışmalar, her alanda öncü olmaları ve okuldaki öğrencilerini ışık gibi aydınlatmaları şahit olunacak bir hayat yaşadıklarının göstergesiydi.
31 Mayıs 2010 yılında Mavi Marmara Şehitleri İskenderun Limanı’na getirilirken bütün halk konvoy ile onları karşılamaya gidiyor. Selma da bu konvoyun içerisinde giderken konvoyda kaza oluyor ve Selma çok ağır yaralanıyor, iç kanama geçiriyor, kırılmadık hiçbir kemiği kalmıyor. Günlerce yoğun bakımda kalan Selma için ümitler tamamen bitmişti. Hikmet Hoca eşimi aramış şu cümlelerle duygularını dile getirmişti: “Biz Selma ile ahitleşmiştik o beni bırakıp gitmeyecek biz beraber ölecektik. Rabbime beraber gideceğiz diye söz verdik birbirimize.’’ Bu cümleler aklımdan hiç çıkmamıştı. Rabbimin inayeti ve sevdiklerinin duaları ile aylar sonra uzun bir tedavinin ardından Selma düzelmiş, toparlanmıştı. Rabbim bu iki güzel insanın duasını kabul etmiş, 6 Şubat depreminde kızları Rümeysa ile beraber vefat etmiş ve hakka beraber yürümüşlerdi. Onlar şehadet aşığı bir çift, gönülleri Allah için çarpan, gayeleri sadece Allah rızası olan insanlardı. 6 Şubat depreminde şehadet haberlerini aldığımızda o zamana kadar eşimin ağladığına şahit olmamıştım. Eşim hüngür hüngür ağlıyordu. O ağladı, ben ağladım. İkimiz de çok sevdiğimiz iki dostumuzu, kardeşimizi kaybetmiştik. Kızları ve kız kardeşleri onların bedenlerinden gelen güzel kokulardan bahsettiler. Uykudaymış gibi vefat etmişlerdi. Bizatihi erkek kardeşi onları enkazın altından çıkarmıştı. Vefatlarının ardında iki defa mezarlarını ziyarete gittik. Onlara gıpta ile baktım ve dedim ki: “Yine kazandınız birbirinize verdiğiniz sözü tutunuz.” Aradan altı ay kadar bir zaman geçmişti, onları rüyamda gördüm, bembeyaz elbiseler içinde yüzleri beyaz, apaydınlıktı. Bize gelmişlerdi. Kapıyı onlara ben açtım. Onları görünce sevindim, sonra da onlara: “Hani siz ölmüştünüz, depremde vefat etmiştiniz” dedim. Hikmet Hoca her zamanki güler yüzüyle: “Hayır, biz ölmedik yaşıyoruz. Biz şehit olduk.’’ dedi ve Selma’ya bakıp şunu ekledi: “Görüyor musun herkes bize öldü diyor ama biz ölmedik, şehitler ölmez.” Ardından şu ayeti hatırlattı: “Allah, Kur’an’da ‘Şehitler ölmez onlar diridirler fakat siz anlamazsınız’ buyurmuyor mu? Biz ölmedik yaşıyoruz ve sizi ziyarete geldik. Siz bizi iki defa ziyarete geldiniz bu defa biz sizi ziyarete geldik.” Uyandığımda yaşadığımın rüya mı gerçek mi olduğunu anlayamadım. Düşündüm, zihnimi zorladım gördüğüm rüyaydı. Bir daha şahitlik etmişlerdi biz de şahit olmuştuk buna. Rabbim makamlarını âli, mekânlarını Cennet kılsın ve ölümlerini şehadet olarak kabul etsin. Şahitçe yaşanılan hayatın ödülüdür Şehadet! İhlas ve samimiyetin adıdır Şehadet! Candan, canandan, anadan, babadan, yardan vazgeçmenin adıdır Şehadet! Zaman ve mekândan vazgeçmenin adıdır Şehadet! Yorulmanın, yorgunluğun adıdır Şehadet! Uykusuzluğun, dinlenmemenin adıdır Şehadet! Fedakarlığın, kendinden vazgeçmenin adıdır Şehadet! Uzun bir yolculuğun, sonu Cennet olan bir yolun adıdır Şehadet! Vesselam.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?