Değişen zaman ve zaman içinde gelişen olaylar hayli değiştirdi Müslümanların yaşayışını, anlayışını, önceliklerini ve fikirlerini. En çok değişen ve zarar gören de ihlas ve samimiyetimiz oldu. Toplumsal bir hastalığa dönen riya, çıkarcılık, fırsatçılık, hile, popüler olma sevdası ve dünyevileşme, korumamız gereken ihlas ve samimiyetimizde çok ciddi dejenerasyonlara sebep oldu.
Yaptığını göstermenin, gösterilmenin, işaret edilmenin, tanınmanın hesapları içine düşen bizler; yaptıklarımızın ilahi âlemde sevap sayılmasının kilidi olan ihlas ve samimiyeti unuttuk. Dış dünyada görünmenin, görünür olmanın kazandırdığı baş döndürücü imajı yakalamaya çalışırken; bizler ruh âlemimizdeki “Allah için yapma hazzını’’ kaybettik. Hal böyle olunca selefin “kurttan kaçar gibi kaçtığı görevlere’’ biz büyük bir ihtirasla talip olduk.
Samimiyetimiz, bu davranışlarımızla ağır darbeler alınca onun yerini ihtiras, didişme, ön yargı ve sürtüşme aldı. Bu durum da “zamanını davasına veren Müslüman’’ yerine; “zamanını kavgaya veren Müslüman’’ profilini ortaya çıkardı. İç âleminde samimiyet travması geçiren Müslüman; didiştikçe direncini kaybetti, tartıştıkça husumet, hakaret ve haset ile enerjisini tüketti. Bir zamanlar can atarak gittiği meclislere; artık laf atarak gitmeye başladı.
Evet, görünen odur ki, iç çekerek “Nerede o eski heyecan, nerede o eski haz?’’ diye arzu ettiğimiz durumu, bu ihtiraslarımıza kurban vermişiz. Her faaliyete muhalefet etmenin, ortaya atılan her fikre alternatif üretmenin, sorumluluk sahiplerini mahkûm ve mahcup etmenin, kuyusunu kazmanın altında yatan da belki bu ihtiraslardır. Cemiyetlerin ve fertlerin donuklaşmasının en büyük sebebi bu olsa gerek. Dışa açılamamanın, kemmiyet ve keyfiyeti tutturamamanın, laubalileşmenin sebebi bu olsa gerek. Gücümüzden, günümüzden, enerjimizden cimrilik etmemizin sebebi bu olsa gerek. İçten hesaplar içine girmenin, işten kaytarmanın en büyük sebebi bu olsa gerek…
Bir samimiyet sınavından geçiyoruz. Geçmişte zorbaların tehditleriyle, manipülasyonlarıyla, tuzaklarıyla boğuşan Müslüman, bugün performansına en büyük engel olan ve içyapısı için en büyük tehdit olan bu durumlarla boğuşuyor. Şunu bilelim ki, kaybettiğimiz samimiyetimize kavuştuğumuz an; dışardan İslam düşmanlarına, içerden şeytan ve nefs-i emareye karşı kendimizi korumuş oluruz. Şeytan bile Allah’a “İhlaslı, samimi kulların dışında hepsini saptıracağım’’ diyerek Allah yolunda samimiyeti kuşanmış kullara karşı acziyetini bildiriyor.
O halde; şerre karşı güvenlik duvarımızı örmemiz ve ördüğümüz bu duvarda herhangi bir gediğin açılmamasına azami derecede dikkat etmemiz gerekir. Çünkü hangi işimizde samimiyet konusunda bir zafiyet yaşanmışsa orada bir hantallık, hizmette bir hezimet yaşamışızdır. Bu durumdan kurtulmak ve yapamadıklarımızdan bile ecir alabilmek için samimiyet silahına sarılmalıyız. İşi başından savan değil, işi için baş veren; davasını yoran değil, davası için yorulan biri olmalıyız. Kendisine lütfedilmiş meziyetleri minnet gören değil, meziyetlerini Allah’ın dinine hizmette kullanan biri olmalıyız. Gücünü, enerjisini, fikrini, zayiata değil; tadilat ve tamirata veren olmalıyız.
Evet, samimiyeti kuşanmalıyız. Çünkü Allah sadece yaptığımız işe değil, o işi yaparken ki samimiyetimize de bakıyor. Allah samimiyetsiz olup sadaka veren zengini, ilmi yayan alimi, cihad eden şehidi cehenneme attığını bildirmiyor mu peygamberin diliyle?