Kimin Dostusun? Kim Sana Dost?

İnsan hayatında çok önemli bir yere sahip olan hususlardan birisi de onun, diğer insanlarla kurduğu sosyal ilişkilerdir. Akrabalık, evlilik, komşuluk vb. sosyal ilişkilerin yanında arkadaşlık ve dostluğun ayrı bir önemi bulunmakta, insanlar kendileriyle uyumlu gördükleri bazı kişilerle manevî yakınlık ve bağlılık duyguları geliştirmekte ve onlarla çeşitli etkileşimlere girmektedirler. Bu etkileşimler insan hayatına yön vermekte, kurulan dostluk ilişkileri, insan üzerinde büyük tesirler oluşturmaktadır. İnsan hayatında bu denli öneme sahip olan arkadaşlık ve dostluk, Kurʼânʼın da hassasiyetle üzerinde durduğu ve hakkında önemli kaideler koyduğu bir husustur.
Kurʼânʼda arkadaşlık ve dostluğu ifade eden farklı birçok kelime mevcuttur. “Veli, refîk, sadîk, hamîm, halîl, sâhib, bitâne, velîce” vb. kelimelerin yanında sevgi ve yakınlık ifade eden “hubb, ülfet, vüdd” gibi kelimelerle de Kurʼânʼda arkadaşlık, dostluk ve sırdaşlık ilişkilerinden bahsedilmektedir. Özellikle “veli” kelimesi ve türevlerinin kullanıldığı ayetlerde en çok vurgulanan husus Allahʼın dostluğudur. Bir ayette “Allahʼın dostları” ifadesi şöyle geçmektedir:
“Bilesiniz ki, Allahʼın dostlarına asla bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler! Onlar, iman etmiş ve Allahʼa karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allahʼın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük başarının ta kendisidir.”1
Allahʼın dostluğundan bahsedilen diğer ayetlerde, yaratan, yaşatan, koruyup kollayan, çok merhametli olup hataları bağışlayan, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, dua ve yakarışları işitip icabet eden gerçek dostun Allah olduğu ifade edilmektedir. Dostlukla ilgili olarak yapılan bu vurgularla, insanların kalplerine tevhidin yerleştirilmesi, gerçek ve ebedî dost olarak Allah’ı bilmeleri, sadece Oʼna ibadet etmeleri, Oʼna dayanıp güvenmeleri, O’nu bırakıp da yaratılmışlara bel bağlamamaları öğretilmektedir. Allahʼın dostluğu yanında Oʼnun elçilerini ve o elçilerin rehberliğine tabi olan iman sahiplerini de dost edinmek gerektiği vurgulanmaktadır. Bu hususlardan bahseden ayetlerden bazıları şöyledir:
“Allah, düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek dost olarak da Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter.”2 “Sizin dostunuz ancak Allahʼtır, Resûlüdür ve Allahʼın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir.”3 “Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allahʼa dayanın. O, sizin dostunuzdur. Ne güzel dosttur! O ne güzel yardımcıdır!”4
Kur’ân-ı Kerîm’de dikkat çekilen bir husus ise şeytanı ve dostlarını dost edinmenin tehlikesidir. Şeytanın dostlarını dost edinmek, müminleri bırakıp onlarla dostane ilişkiler kurmak, onlardan olmak demektir ki bu da çok büyük bir hüsrana götürür:
“Kim Allahʼı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.”5 “İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkâr edenler de şeytani güçlerin yolunda savaşırlar. O hâlde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”6 “Çünkü İblis ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kıldık.”7
Kurʼânʼda özellikle vurgulanan bir husus da iman kardeşliğinin, kan bağına dayalı kardeşlikten çok daha öncelikli ve önemli olduğudur. Bu nedenle, inkârı tercih eden en yakın akrabaların bile dost edinilmemesi gerektiği, sadece müminlerin gerçek anlamda kardeş olduğu açıkça belirtilmektedir:8
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ettikleri takdirde babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.”9 “Ancak müminler kardeştirler.”10
Bu ifadeler, dostluk tesisinde kan bağının değil, inanç birlikteliğinin esas tutulması gerektiğini vurgulamaktadır.11 İman sahiplerinin, kendileri gibi iman etmiş olan salih kimseleri dost edinmeleri gerektiği ise şöyle ifade edilmektedir:
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdırlar.”12
Kurʼânʼda “dost” anlamına gelen “halîl” kelimesi ve aynı kökten türemiş olan bazı kelimelerdir vardır ki, bunlar ileri derecedeki sevgi ve dostluğu ifade etmektedir.13 Gazzâlî, Hz. Peygamberin (sav), “Şayet kendime bir dost (halîl) edinecek olsaydım Ebu-bekirʼi dost edinirdim. Ancak bu arkadaşınız Allahʼın dostudur”14 şeklindeki hadisinden hareketle “halîl”in, dostluğa dair diğer bütün kavramlardan öte, çok daha derin bir sevgi ve dostluğu ifade ettiğini belirtmiştir.15 Ancak ifade etmek gerekir ki bu hadis-i şerif, dar çerçevede özel bir durumdan bahsetmekte, Hz. Peygamberle (sav) Allah Teala arasındaki yakınlığın, beşerî ilişkilerden farklı olduğuna işaret etmektedir.16 Nitekim başka bazı hadislerde insanlar arasındaki dostluklar için de “halîl” vb. kelimeler kullanılmıştır.17
Daha çocukluktan başlayan iman ve tevhit mücadelesi Kur’ân-ı Kerîm’de bize örnek olarak sunulan büyük peygamber Hz. İbrahim’i (a.s) Rabbimiz “halîl” edindiği haberini bizlere vermekte ve böylece Allah dostluğuna giden yolu da öğretmiş olmaktadır:
“Bütün benliğini Allaha teslim eden, daima iyilik yapan ve her türlü batıldan yüz çeviren İbrahim’in inanç sistemine tabi olandan daha iyi iman sahibi kim var? Ki Allah İbrahim’i dost edinmiştir kendisine.”18
“Halîl” kelimesinin kullanıldığı ayetlerden birinde, ahiretten bir manzara gözler önüne serilmekte ve cehennem ehlinden birisinin, dünyadayken kurduğu dostluk ilişkisine dair hissettiği büyük pişmanlığa dair şu ifadelere yer verilmektedir:
“Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Çünkü Allahʼın zikri bana gelmişken o, hakikaten beni ondan uzaklaştırdı. Şeytan, insanı işte böyle rezil rüsva eder.”19
Bu ayette, insanı başta iman nimeti olmak üzere hayır ve güzelliklerden alıkoyan dostluğun veya dostların, hesap gününde insanı çok acı akıbetlere uğratacağı ve büyük pişmanlıklara götüreceği hususu gözler önüne serilmektedir. Nitekim ayetin nüzûl sebebi olarak tefsirlerde zikredilen olayda da Hz. Peygambere (sav) iman etmiş olan birinin, sırf kendisine darılan müşrik bir dostunu razı edebilmek ve gönlünü alabilmek için imanından vazgeçtiği ve Hz. Peygambere (sav) hakaret ettiği aktarılmaktadır.20
Kur’ân-ı Kerîm’de, hesap günü hiçbir dost ilişkisi yani ahbaplığın haksız fayda sağlayamayacağı, hatta takva sahipleri dışında dünyada iken dost olan kimselerin orada birbirine düşman olacağı şöyle belirtilmektedir:
“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir aracılığın olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”21
“O gün takva sahipleri dışında, dostlar bile birbirine düşman olurlar.”22
Birbiri ile dost olan insanların birbirilerini etkilemesi kaçınılmazdır.23 Hz. Peygamberin (sav) “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyle ise her biriniz dost edindiği kimselere dikkat etsin”24 hadisi de bu gerçeğe işaret etmektedir. Dostlar arasındaki bu etkileşim nedeniyledir ki, yukarıda zikrettiğimiz ayetlerde, hakiki dostun Allah olduğu, müminlerin bu bilinçle yaşamaları ve insanlar arasından iman ve ahlâk sahibi salih kimseleri dost edinmeleri, inkârcılarla dostluk kurmaktan ve onlara sevgi beslemekten uzak durmaları öğütlenmektedir. Zira iman, salih amel ve güzel ahlâktan nasipsiz olan insanlarla dost olmak aynı zamanda onların hem dünyadaki olumsuz halet-i rûhiyelerine hem de ahiretteki bedbahtlıklarına ortak olmak demektir. Nitekim “Kişi sevdiği ile beraberdir”25 hadisi hem dünyayı hem de ahireti kapsayan bir genişliğe sahiptir.
Kötü arkadaşla iyi arkadaşın insan üzerindeki tesirini anlatan şu hadis de câlib-i dikkattir:
“İyi arkadaşla kötü arkadaşın misâli, misk taşıyanla körük çeken insan gibidir. Misk sahibi ya sana kokusundan verir veya sen ondan satın alırsın. Körük çekene gelince ya elbiseni yakar yahut da sen onun pis kokusuna bulaşırsın.”26
Bazı hadislerde müminler arasındaki dostluğun herhangi bir menfaate değil, sadece iman kardeşliğine bağlı katıksız bir sevgiye dayalı olması gerektiği ise şöyle ifade edilmektedir:
“Allahʼın kulları arasında bir gurup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne de şehitlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de şehitler de onlara gıpta ederler. Onlar, aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah adına birbirlerini sevenlerdir. Allahʼa yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler.”27
Dünyevi hiçbir karşılık beklemeksizin güzel ahlâklı mümin kardeşe duyulan samimi muhabbetin, bir mümini ulaştırdığı mertebeyi düşündükçe kalbimize bir ferahlık gelmekte ve böyle kardeşlerimiz olduğu için Rabbimize şükretmekteyiz. İlişkilerin daha çok menfaat esasına dayandığı bir zamanda bu samimi kardeşlik ve dostluk ilişkilerini gündeme getirip pekiştirmek ve daha da arttırmak hepimizin görevi olmalıdır. Unutulmamalıdır ki ahirette kişi dostu ile beraber olacaktır… O yüzden kimi dost edindiğimize ve kimlerin bizi dost edindiğine bakarak kendimizi bir kez daha nefis muhasebesinden geçirmenin vaktidir…

Dr. Ahmet AKBAŞ | Öğretim Üyesi, Mardin Artuklu Ün. İslâmî İlimler Fakültesi.

Kaynakça

  1. Yûnus, 62-64.
  2. Nisâ, 45.
  3. Mâide, 55.
  4. Hacc, 78. Ayrıca bkz. Âli İmrân, 150; Enfâl, 40; Tevbe, 51; Tahrim, 2.
  5. Nisâ, 119.
  6. Nisâ, 76.
  7. Aʻrâf, 27. Ayrıca bkz. Bakara, 257; Âli İmrân, 28.
  8. Müslümanların, gayrimüslimlerle dostlukları hakkında bkz. Abdurrahman Elmalı, “Kurʼanî Çoğulculuk Temelinde Gayrimüslimlerle Dostluk”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, 1999, s. 43-82.
  9. Tevbe, 23.
  10. Hucurât, 10.
  11. Çağrıcı, “Dostluk”, DİA, 9/511.
  12. Enfâl, 72.
  13. Halîl, Kitâbuʼl-ʻAyn, 1/440; Râğıb, Müfredât, 172-173; Kaya, Kur’ân’da Dostluk İlişkileri, 40-41.
  14. İbn Mâce, Mukaddime, 11; Tirmizî, Menâkıb, 14.
  15. Gazzâlî, İhyâ, 651-652.
  16. Çağrıcı, “Dostluk”, DİA, 9/512.
  17. Buhârî, Salât, 80; 4356Menâkıbuʼl-Ensâr, 45; Teheccüd, 33; Savm, 60; Tirmizî, Zühd, 45.
  18. Nisa, 125.
  19. Furkan, 28-29.
  20. Zemahşerî, el-Keşşâf, 744; İbnüʼl-Cevzî, Zâduʼl-Mesîr, 6/85-87.
  21. Bakara, 254.
  22. Zuhruf, 67.
  23. Canan, Kütüb-i Sitte, 10/129.
  24. Ebû Dâvûd, Edeb, 19; Tirmizî, Zühd, 45.
  25. Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Ebû Dâvûd, Edeb, 122; Tirmizî, Zühd, 50.
  26. Buhârî, Büyûʻ, 38; Zebâih, 31; Müslim, Birr, 146.
  27. Ebû Dâvûd, Büyûʻ, 78; Sünnet, 3; Tirmizî, Zühd, 53; Mâlik, Muvatta, Şiʻr, 16.

 

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?