Geçmişine bakmayan, doğduğu, geldiği, yaşadığı coğrafyayı tanımayan, inancının, soyunun köklerini bilmeyen, tarihine ışık tutmayan bir kişi karakterini, bir toplum neslini, varlığını, bir ümmet izzetini ayakta tutamaz. Bu anlamda o kadar geniş, o kadar zengin bir tarihimiz var ki; neresinden tutsak neresinden baksak kimliğimize kimlik, varlığımıza varlık, izzetimize izzet katar, ümmetin geleceğine, insanlığın ıslahına ve dünyanın kurtuluşuna yön veririz ki bugüne kadar da hep böyle oldu.
Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz… (Ali İmran, 110)
İslam’ın yayılması ile Ümmetin tarihi yazılıyordu. Önce Araplar daha sonra diğer milletler İslam ile tanıştı. Hem İslam’la tanışan milletler ilerledi, gelişti hem de onlarla ilişkiye geçen diğer milletler bu gelişmelerden istifade etti.
Bu gelişmelerin birincisi ve en önemlisi; siyasal, sosyal ve ekonomik alanda idi. Güç, iktidar ve otorite olarak Allah’ın kanunlarının uygulanması gerekiyordu. Bunun için Ümmetin Hilafet makamı, yönetim biçimi ve kabiliyet mekanizması vardı.
Hilafet varken Allah’ın kanunları vardı, milletlerden bir araya gelmiş tek bir Ümmet vardı, tek bir toplum vardı, tek bir devlet vardı, tek bir ordu vardı, bayrakların üstünde tek bir sancak vardı, tek bir güç, izzet vardı, birlik/vahdet vardı, alimlerin ağırlığı vardı, insanların özgürlüğü vardı, ilerleme vardı, eğitim vardı, ilim-irfan vardı, ahlak vardı, helal-haram vardı, insanların can ve mal güvenliği vardı, kardeşlik vardı. Bu sosyal adaleti ve huzuru sağlayan da Hilafet idi.
İkinci en önemli gelişme ise; ilimler ve bilimler alanındaydı. Dünyadaki ilk ruh sağlığı çalışmaları ile psikolojide, ilk matematik bilgisinde, kriptolojinin ilk frekans analizinde, mekanikte, fizikte, kimyada, atomun parçalanmasında, İlk tıbbi cerrahi uygulamalarda, biyolojide, İlk astronomik çalışmalarda, ilk siyasi-ekonomik tespitlerle sosyolojik kuramlarda, ilk kartografik dünya haritası çizimleri ile coğrafyada, felsefede, ilahiyatta, dilbilgilerinde, mühendislikte ve mimarlık alanları ile birlikte birçok keşiflerin ve icatların yapılmasında büyük gelişmeler kat edild ve bu çalışmalar dünya bilimine Hilafet ile hediye edildi.
Üçüncü en önemli gelişme de Kültür ve Medeniyet alanında idi. Ümmet ilim-irfan alanında bu kadar ilerleme kaydetmişken, bütün kültürel farklılığına rağmen toplumsal yaşam ve ahlak anlamında da büyük bir medeniyet ve kültür mirasını oluşturuyordu. Hilafetin en başından beri peygamberi uygulamalarla ortaya koyulan adil Hilafet, devlet ve ordu anlayışı ile Yahudi ve Hristiyanlara bile verilen haklar ve hoş görülü yaklaşımına kadar dinsel adil bir yaklaşım ile tüm dünyaya örnek oluyordu. Yine muhtaçlara ulaştırılmak üzere oluşturulan zekat memurları sistemi ile mizanda hataya engel olmak için uygulanan ticari kanunlara kadar dünyaya örnek sosyal adalet anlayışı görülüyordu. Hayatın her alanına helal ve haram kavramının yerleştirilmesi ile kınayıcının kınamasından çekinmeden uygulanan şeriat/hukuk kurallarına kadar İslam’ın değer yargılarından doğan bir medeniyet oluşuyordu.
Bunlar her insanın hayat hakkının can ve mal güvenliğinin değerli olduğu anlayışı ile şer’i, hikmetli, merhametli, cesaretli, hayalı, saygılı, güvenli,
yardımı ve dayanışmayı esas alan ahlaklı, sürekli ileriye giden, gelişmelere açık bir medeniyet toplumu oluşturmasındaydı.
Tabi ki böyle bir ümmet böyle bir toplum içerisinde bile suçlar ve suçlular da oluyordu. Fakat bu suçlar Dünyanın üçte birlik gibi bir toprak parçasında, tek bir ümmet olarak hilafet ile hüküm sürmüş Müslümanların 1350 yıllık tarihinde elle sayılabilecek derecede az olan suçlardı. Hatta bugün hilafetsiz geçen son asrımız boyunca Müslümanların bölük pörçük bir şekilde başka sistemler, rejimler ve yönetimler altında yaşamaya mecbur bırakıldığı az sayıdaki nüfuslu bir ülkesine bile baktığımızda işlenen suçların haddi hesabının olmadığı, her tarafta suçluların kol gezdiği, günahlara, haramlara boğulmuş ve 1350 yıl boyunca hiç görülmemiş, hiç duyulmamış günahların işlendiğini görürüz.
Ümmetin bugünkü dünyası ile dünümüz dünyasını kıyas ettiğimizde geçmişte böyle izzetli iken her alanda böyle güçlü var olmuş iken, bugün Müslüman kanı akıtılıyor olmasının, Ümmet şerefinin lekeleniyor olmasının HİLAFET yoksunluğundan başka izahı yoktur.
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan Ulul emre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. (Nisa, 59)
Ancak Hilafet Müslümanların eli ile 1350 yıl korunabildi. Elbette ki hilafetin temsili kimi zaman Emevi, Kimi zaman Abbasi, kimi zaman Endülüs, kimi zaman Osmanlı oldu. Fakat Allah’ın kanunu ve peygamberinin uygulaması değişmedi.
Öyle ise eski gücümüze kavuşmak için İslam tarihine damgasını vurmuş bu gelişmelerden en önemlisi olan Hilafet sisteminin, yönetim biçiminin ve Allah’ın kanunlarının ortaya koyulması bugün ki bütün sorunlarımızın en önemli çözümü olacaktır.