İslâmî fetihlerin en etkili olduğu dönem, şüphesiz Hz. Ömer dönemidir. Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra sahabîler Hz. Ebûbekir (r.a) döneminde devlet sistemini rayına oturtmuş ve İslâm’ı yaymak için can ve mallarından fedakârlıkta bulunarak özverili bir mücadele içerisine girmişlerdir. Allah’ın dinini yeryüzünün tümüne yaymak için harekete geçen Müslümanlar, Hz. Muhammed’in (sav) kendilerine öğrettiği savaş ahlâkını gittikleri her yerde aynen uygulamaya çalışmışlardı. Ulaştıkları yerleri ele geçirmek ve sömürmek yerine İslâm’ın huzur ve esenliğini oraya taşımak için, adaleti ve özgürlüğü sağlayarak hareket etmişlerdir.
Bu sebeple işgal maksatlı savaşlardan ayırt etmek ve ahlâkî bir amacı olduğunu tahsis etmek için fetih kelimesini kullanmışlardır. Fetih, Arapçada “açma, yol gösterme, hüküm verme, galibiyet ve zafere ulaştırma” anlamlarına gelir. İslâmî Fetihler, savaşların doğal amacı ve neticesi olan yağma, soykırım ve talan etme amacı taşımamaktır; çünkü İslâmî Fetihlerin uygulanma şeklini Kur’ân ve Sünnet belirler. Savaş öncesi, savaş hali ve sonrasında yapılacak olanlar İslâm hukukuna göre önceden belirlenmiştir. Fethin amacı sadece Allah’ın rızasını kazanmak ve savaş halindeyken yapılan her şeyin Allah’ın hoşuna gidecek şekilde insana fayda sağlamaya yönelik hareket etmeyi itinayla gerçekleştirmektir. Kur’ân’ın temel aldığı “Dinde zorlama yoktur” prensibi İslâmî fetihlerin ruhunu oluşturmaktadır. İslâmî Fetihlerin temel felsefesi himaye, barış ve İslâm’ın âdil yönetiminin hayata yön vermesidir.1
Genel olarak İslâmî fetihler incelendiğinde İslâmî Fetihlerin, fethedilen yerlerdeki olumlu etkileri, fetihlerin işgal amacı gütmediğini ortaya koymaktadır. Bunun somut örneklerinden en belirgin olanı, fethedilen yerlerdeki halkın dini inanç ve özgürlüklerine önem vermeleri sebebiyle mabetlerine zarar vermemeleridir. Bu mabetlerin günümüzde de varlıklarını devam ettirdiklerini görmekteyiz. Fethedilen yerlerdeki insanlar köle ve sömürge haline getirilmiyor, Müslüman olmaları halinde diğer Müslümanlarla aynı haklara sahip oluyorlardı.
Müslüman olmayanlar ise devlete vergisini ödeyen bir vatandaş olarak koruma altına alınıyor, ibadet özgürlüklerine karışılmıyordu; çünkü İslâmî Fetihlerin özünde insanlara İslâm’ı tebliğ etmek ve fayda sağlamak vardı; çünkü İslâm dini Müslüman’ın sadece kendi Müslümanlığıyla yetinmesini yeterli görmemiş İslâm’dan habersiz yaşayan toplulukların da İslâm nimetinden istifade etmesini istemiştir. Bu sebeple fetihlerle beraber bölgelere dağılan sahabe, toplumun eğitimi konusunda ciddî çalışmalar yapmış ve mescitlerin yanlarında eğitim kurumları faaliyete geçirmişlerdir. Halkın sosyal ilişkilerinde adaleti sağlamak adına hukuksal düzenlemeler yapmış, çarşı ve pazarlarda alışveriş ilkeleri koyarak ölçü ve tartıda doğru olmayı öğütlemişlerdir. Fetih için gelen sahabîler halkı sömürerek lüks ve refah içinde yaşamamış, bilâkis elde ettiklerini yoksullara dağıtarak halkla aynı koşullarda hatta daha yoksul yaşamaya çalışmışlardır. Yoksul halkın faydalanabileceği yardım kuruluşları oluşturmuşlardır. Bu sebeple fethedilen bölgeler incelendiğinde Müslümanlara ait lüks saraylar, şatafatlı binalar görmek mümkün değildir. Onun yerine özenle yapılmış büyük ibadethaneler, eğitim kurumları ve halka fayda sağlayan binalar görülmektedir. Bugün hiçbir şehirde İslâmî Fetihlerde yer alan bir sahabî için “Bu falanca sahabînin sarayıdır, şatosudur.” gibi bir ifade kullanmak mümkün değildir. Öyle ki mezarları bile düz, sade ve iki taştan ibarettir. Bu durum İslâmî Fetihlerin amacının yağma, talan ve ganimet elde etmek için değil halklara İslâm’ı tebliğ etmek ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak için olduğunu gösterir. 2
Kürtlerin, İslâmî Fetihler sayesinde İslâm’la tanışması Hz. Ömer (r.a) döneminde gerçekleşmiştir. Araştırmacılara göre Müslümanların Sasani Devleti ile Celula’da yaptığı savaşın akabinde Müslümanlar, Kürtlerin yaşadığı topraklara fetihler düzenlemeye başlamışlardır. Günümüz yazarlarından bazıları bu fetihlerde, Kürtlere baskı, zulüm, işgal, talan ve katliamların yaşandığına dair iddialarda bulunmaktadır. Bunların arasında birkaçı akademik çevreden olmakla birlikte herhangi bir akademik kimliğe sahip olmayıp kalem oynatanların varlığını da görmekteyiz.3 Bu yazarların kitaplarında yazdıkları iddialara değinilmesi gerekmektedir.
Günümüz yazarlarından Botan Amed, Hz. Ömer’in (r.a) Kürt bölgelerini işgal etmeleri için 640 yılında iki ordu gönderdiğini iddia ederek şunları söylüyor: “Araplar zafer kazandıktan sonra Kürdistan’da acımasız davrandılar. Şehirler, kasabalar, köyler, yakıldı, insanlar kırımdan geçirildi, mallar talan edildi. Bu katliamların en ürpertici olanı Şehrezor ve Pave kentlerinde yaşandı. Pave’deki katliam öyle büyük çaplı gerçekleştirilmişti ki esir alınanlar ve teslim olanlar arasında bebekler dâhil erkek cinsiyeti olanların tümü hemen katledildi ve tüm kadınlara el konuldu. Böylesi tüyler ürpertici bir katliama başka yerde rastlamak mümkün olmasa gerek.”4 bu iddianın bir benzeri de Ahmet Özer tarafından dile getirilmiştir. Bilgiyi Ekrem Cemil Paşa’nın “Kürdistan’ın Kısa Tarihi” adlı kitabından aktardığını bildiren Özer, şöyle demektedir: “Kürtlerin Zerdeşti olmaları Araplara gerekçe olmuştu. Kürt’ün malı, canı, ırzı ve namusu Araplar için helâl sayıldı. Halk katledildi, şehirler, kasabalar, köyler yıkıldı ve yağma edildi.
Kürdistan’ı istilâ eden Müslüman Arap ordusunun zulmü yüzyıllarca sürdü. Kılıçtan kurtulanların, İslâm’ı kabul etmelerine rağmen yüz yıldan fazla bir süre Kürtçe Farsça ve diğer dillerde konuşmaları yasaklandı. Arapçadan başka bir dille konuşanların dillerinin ucu makasla kesildi.”5 Özerin kaynak olarak belirttiği kitapta Ekrem Cemil Paşa yukarıdakilerin devamında bu zulümlerin İslâm’ın büyük halifesi Ömer b. Hattab’ın (r.a) emriyle gerçekleştirildiğini söylemektedir.6 Ethem Xemgin isimli bir başka yazar da “Muhtesar Kürdistan” adlı kitabında Hz. Ömer’in (r.a) emriyle yapıldığını iddia ettiği olaylar hakkında şunları aktarmıştır: “Araplar galibiyet-i katiyeyi temin edince, Kürtler hakkında pek gaddarane hareket ettiler.
Kürtlerin Zerdüşt olmaları Araplara daha iyi bir vesile olmuştu. Kürdün canı, malı, ırzı, namusu Araplar için helâldi. Ahali katliam edildi, şehirler, köyler, kasabalar, köyler yakıldı. Kürdün canlı cansız bütün malı yağma edildi. Kadınlar kızlar, çocuklar da en şenii, en müstehceni, Şehrezor’da ve hasseten Pave şehri ve civarında yapıldı.”7 Görüldüğü gibi yakın zamanda ortaya atılmış bu iddiaların tek bir kalemden çıkarak aynı fikre sahip İslâm karşıtı insanlar tarafından yayılmaya çalışıldığı ortadadır. Olayların anlatılış sıralaması bile değişmemektedir. Şimdi iftira niteliğindeki bu iddiaların değerlendirilmesi gerekir.8
Müslüman orduları, Hz. Ömer (r.a) döneminde sadece Kürtlerle değil birçok milletle savaşmış ve İslâm’ı yaymak için birçok bölgede fetihler yapmıştır. Bu tür davranışları herhangi bir millete uygulamamış, iddia edildiği gibi insafsızca hareket etmemiştir. Herhangi bir millete ya da dini gruba da özel bir düşmanlıkta bulunmamışlardır. O dönemde Müslüman orduları Azerbaycan ve Orta Asya’da da fetih hareketlerinde bulunmuş, Türklerle de savaşlar yapılmış ve genel savaş neticeleri doğrultusunda Türkler de öldürülmüştür. Buradan yola çıkarak Sahabenin Türk düşmanlığı yaptıkları öne sürülemez.
Öyle olsa Osmanlı tarihi kayıtlarında bu iddialara yer verilirdi. Fetihler esnasında her gruba teklif edilen üç esas, Kürtlere de teklif edilmiştir. Ya Müslüman olacaklar ya cizye vergisi ödeyerek İslâm devletine tabi olan zimmî halklar olarak himaye edilecekler ya da kendileri ile savaşılacaktır. Kürtlerin Zerdüşt olmaları sebebiyle zulüm gördüklerine dair iddialar da gerçeği yansıtmamaktadır. Müslümanlar fethettikleri yerlerdeki halkın dinleri ne olursa olsun kendi dininde kalmak isteyenlere Kur’ân’ın “Dinde zorlama yoktur.” ilkesi gereği müsamaha göstermiş, ibadethaneleri dahi yıktırmayarak kendi inançlarını özgürce yaşama hakkı tanımıştır.
Öyle olsaydı bugün fethedilen yerlerdeki diğer inançlara ait tarihi ibadethanelerden hiçbiri var olmaz, hepsi yıktırılmış olurdu. Müslümanların on dört asırdır hâkim olduğu bölgelerde Zerdüşt, Hristiyan, Süryanî ve yahudilerin hala yaşıyor olması bunun bir kanıtıdır. Müslümanlar zimmî statüsündeki bu halkların mal, can ve ırzlarını güvence altına almış asırlarca özgürce yaşamalarına olanak sağlamışlardır. Dil konusunda da iddialardaki gibi ana dilini konuşmasından dolayı dilini makasla kesmeyi bir kenara bırakın, burada yaşayan halklar için kolaylık olsun diye İran’daki divanların kayıtları Farsça, Suriye’dekilerin Rumca ve Mısır’dakiler ise Kıptîce tutulmuştur.9 Bu durum fethedilen yerlerdeki halkların dillerine saygı duyulduğunun ve hayatın onlar için kolaylaştırıldığının kanıtıdır. Ayrıca o dönemde İslâm’ın yayılmasının önündeki en büyük dini engel Zerdüştlük değil Hristiyanlıktı. İddialar doğru olsaydı öncelikle Hristiyanlar bu katliamlardan geçirilir ve fethedilen yerlerde barınamazlardı. Ayrıca bunun tarihi bilgisi Hristiyan tarihi kayıtlarında yer alırdı. İslâmî fetihlerin gerçekleşmesi sırasında ilk dönem İslâm tarihçilerinden olan ve bu fetihlerin tarihi kayıtlarını tutan Vakidî, Belazurî, Taberî gibi ya da sonraki dönem tarihçilerden İbnü’l-Esîr, İbn Kesîr gibi tarihçilerin eserlerinde de fetihler esnasında katliamlarla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.
Değinilmesi gereken bir diğer konu da Kürtlerin mallarının yağma ve talan edildikleri konusudur. O çağın gereği olarak işgal orduları ele geçirdikleri toprakları ve malları kendilerine alırlardı. İşgalcilerin bu mal ve toprakların yeni sahibi olmaları doğal karşılanırken Hz. Ömer (r.a), müdahale ederek bu toprakların yerli halklarda kalması, savaşa katılmayan halkın mallarına el konulmaması ve onların köle edilmemeleri hakkında emirname yayınlamıştır. Bunu özellikle İslâmî fetihlerin Kürtlerin yaşadığı bölgelere taşınmasından sonra Celula Savaşı’nın akabinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Sevad bölgesi topraklarının fethinde uygulattırmıştır.10
Sonuç olarak yaşadığımız yüzyılda ortaya atılan bu iddiaların hiçbirinin doğru olması mümkün değildir. Tarih, Müslümanlara kucak açan, onları istekle bekleyen ve onların idaresi altında yaşamak isteyen milletlerle doludur. Müslümanlar iddia edildiği gibi yerel halklara kötü davranmış olsalardı, İslâm idaresine olan bu hayranlığı tarihte görmemiz mümkün olmazdı. İslâm idaresi Müslüman olmayarak zimmî statüsünde olan halklara o kadar yumuşak davranmışlardır ki vatandaşlık vergisi olan cizye vergisini kadın çocuk ve yaşlılardan almamış ve halkı sıkıntıda olan bölgelerde verebilecekleri ölçüde düşürmüştür. Öyle ki Müslüman olanlardan alınan vergilerin ve zekâtın bile hayli altında olan bu cizye vergileri hiçbir zaman halkı sömürme maksadını taşımamaktaydı.11

1) Fayda, Mustafa, “Fetih”, TDV İslâm Ansiklopedisi, TDV İslâm Araştırmaları Merkezi, 1995, C. 12, s. 467; Karan, Cuma, Diyâr-ı Bekr ve Müslümanlarca Fethi, Ensar Neşriyat, Nisan 2014, s. 21. 2) Akbaş, Mehmet, Sahabenin Cihad ve Daveti, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 105-128; Karan, s. 21-30. 3) Zeki Beg, s. 125. Mirza, s. 68. Akbaş, Mehmet, “İslâmî Fetihler Kürtler ve Hz. Ömer”, Kürtler, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2015, S84. 4) Botan, Amedi, Kürtler ve Kürdistan Tarihi 1, Fırat-Dicle Yayınları, 1991, s. 86. 5) Özer, Ahmet, Beş Büyük Tarihi Kavşakta Kürtler ve Türkler, Hemen Kitap, İstanbul, 2010, s. 57. 6) Ekrem, Cemil Paşa, Kürdistan Kısa Tarihi, Doz Yayınları, İstanbul, 1998, s. 99. 7) Ethem, Xemgin, Kürdistan Tarihi, Doz Yayınları, İstanbul, 2011, s. 159. 8) Akbaş, s. 84; Azimli, Mehmet, “Anadolu’da Kürtler”, Kürtler, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 307; Karan, s. 28. 9) Belazurî, Fütûh, s. 420. 10) Taberî, s. 644. İbnü’l-Esîr, s. 478. İbn Kesîr, C. 10, s. 23. 11) Akbaş, s. 87-98; Azimli, s. 308-309.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?