“Şeytan taşlamaktan Rahman’ı tesbih’e vakit bulamamak” diye bir tabir vardı…
Gündem o kadar çabuk değişiyor ki, arkasından ulaşana aşk olsun. Suriye, İdlib, Libya, Yemen, Irak, Keşmir, siyaset, ekonomi, Korona, Aşı, dijital çip, biyonik robotlaşma, ABD’deki ırkçılık ve karşı kalkışma vs. Daha? Bitmeyen ihanet FETÖ, dış düşmanlar, iç düşmanlar, terör, derin ve karanlık odakların, küreselci/Siyonist ve ulusalcı/haçlı kanadı arasındaki didişme, diğer batı ülkelerinin hile ve komploları vs.
Tabi tüm bu curcuna içinde debelenirken nice hayatî önem arz eden konular, arada kaybolup gidiyor. Hatta bunlar “hayatî” olmaktan da öte bizim ebedi hayatımızı ilgilendiren konular. Çünkü yukarıda saydığımız konular, genel olarak bizim dünyamızla ilgili konular. Evet, dolaylı olarak bu konuların, ahiretimizle de bağı var elbette. Ama bir de bizim direk ahiretimizi ilgilendiren konular vardır ki, bizim manevi dünyamızla ilgili konulardır.
Bizi biz yapan manevi dünyamızın imarı; derin bir iman, sahih ve salih ameller ve kullukta süreklilikle mümkündür. İşte, halk ve devlet olarak bin bir sorunla boğuştuğumuz şu günlerde, en iyisi gelin tüm bu curcunadan kurtulup beş esas salih amellerimizden biri olan, hac konusuna biraz kafa yoralım. Evet, Korona’nın kara gölgesi ufuklarımızda dolaşmaya devam ediyor. Bu yıl hac ibadeti normal sürecine girecek mi, girmeyecek mi konusu da ayrı bir konu…
Sonuçta hac, bu yıl olmasa gelecek yıl ve sonrasında ve kıyamete kadar devam edecek bir ibadet. Hac; diğer ibadetlerden farklı olarak, mana yönünün yanında, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vs. yönleri de olan, dopdolu bir ibadet. Bu sebeple başlığımız, “ümmetin küresel kongresi” oldu.
Ancak takdir edersiniz ki, hacca giden kardeşlerimizin büyük bir kısmı, bu ibadete çok dar bir gözlükten bakıyorlar. Özellikle bizim ülkemizde, birçok kardeşlerimizin epey yaşlandıktan sonra hacca gittiklerini de göz önünde bulunursak, hac gibi ders ve ibret dolu bu ibadetten yeterince istifade edildiğinden bahsedemeyiz. Bu sebeple buradaki mesajlarımızı okuyan kardeşlerimizin, her birinin kendi çevrelerinden hacca gidenlere bu mesajlarımızı sözlü ya da yazılı olarak iletmeleri faydalı olur diye düşünüyorum.
Hacı adaylarından nicelerinin özellikle bu ders ve hikmetlere çok ihtiyacı var. Bunları hacı adaylarına iletirsek, onların beraberce okuyup değerlendirecek vakitleri de var. Ancak bu konuda rehberlik yapacak aktif arkadaşlara ihtiyaç var. Özellikle bu işin farkında olan genç davetçilerin bunu yapması ve her birimizin de hac seferlerimizde, hacca gidiş ve dönüşlerde yapılan ziyaretlerimizde bu konuları ihtiyaç kadar gündemde tutmamız gerekiyor.
Allah’a (c.c) hamdolsun ki bizi nefsimiz ve şeytanla baş başa bırakmamış. Günlük hayatta bizi olumsuz etkileyen nice olaylarla tahrip olan ruh dünyamızı tamir edecek fırsatlar vermektedir. Ayrıca sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik olarak bizi geliştirip ufkumuzu açacak nice amellerle bizi takviye etmektedir.
Beş vakit namazla camide bir araya gelmek; günlük buluşma, tanışma, dertleşme fırsatıdır. Haftalık Cuma namazı; haftalık konferans, yıl içerisindeki iki bayram yıllık ve mahalli kongrelerimizdir. Hac ise dünyanın dört bir yanından katılan Müslümanların küresel yıllık kongre buluşmasıdır. Dünyanın dört bir yanından ırkı, rengi, hemen her konuda seviyeleri farklı farklı milyonlarca insanın bir araya gelmesi elbette büyük bir olaydır.
Ancak nice Müslümanlar, sair ibadetlerde olduğu gibi haccı da ruhuna uygun ifa etmeyince birçoğu için hac, turistik bir geziye dönüşmektedir. Öncelikle şunu unutmayalım ki, Allah’ın (c.c) bizim ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Asıl bizim bu ibadetlere ve bu ibadetlerin bize vereceği ruh, şuur, enerji, heyecan, basiret, feraset vs. manevi gıdalara ihtiyacımız vardır.
Özellikle hac gibi, ömürde bir defa farz olan ve insanın, istese de her sene gidebilme şansı olmayan ve ayrıca sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik yönü de olan bir ibadetin büyük bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekir. Derler ya “yiğit pir düşer, fırsat bir düşer.”
Oralara gidenler bilir ki, dünyanın dört bir yanından gelen hacılar; genel olarak, Haremeyn’deki her dakikayı ganimet bilerek değerlendirmeye çalışırlar. Ama ne yazık ki, Türkiyeli hacıların çoğu vakitlerini memleketlerindeki gibi geyik muhabbetiyle zayi etmektedirler. Tabi bu da gösteriyor ki, bizim hacılar genel olarak bu büyük ibadetin, yeterince şuurunda değildirler. Elbette bu durumdan müstesna işin ruhuna varan kardeşlerimi tenzih ediyorum. Ancak istisnalar kaideyi bozmazlar. Dolayısıyla bizim hacı ve umreci kardeşlerimizin acilen uyarılması ve işin bilincine varmaları için gerekli çalışmaların yapılması gerekir.
Konuyla ilgili bazı ayet ve hadisler
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)” (Âl-i İmrân, 96-97)
Resûlullah (sav) şöyle buyuruyor: “İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan (c.c) başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.”1
“Kim hacceder ve (haccı esnasında) uygunsuz bir söz ve harekette bulunmazsa, annesinden doğduğu gün gibi (günahlarından temizlenmiş olarak) döner.”2
Ayşe annemiz der ki: Resûlullah (sav) a sordum, dedim ki; ya Resûlallah (sav) en efdal ibadetin cihad olduğunu görüyoruz, bizde cihada çıkmayalım mı? Buyurdu ki: hayır sizin için en efdal cihad, mebrur (hakkı verilerek yapılan) hacdır.”3
Sonuç olarak hacca giden bir mü’min’in haccın şart ve erkânının yanı sıra, işin ruh ve şuur yönü üzerinde de durması lazımdır. Hacılarımızı fıkhî yönden bilgilendirme çalışmaları yapan diyanet birimleri ve müftülüklerin, işin bu yönüne de eğilmeleri gerekir.
Bir hacı’nın, annesinden doğduğu gün gibi temizlenmiş olarak hacdan dönebilmesi için, haccın fiziki şartlarının yanı sıra, ruhî ve manevî şartlarının da yerine getirilmesi lazımdır. Haccın vermesi gereken ruh ve şuurdan uzak; sadece hacı ünvanı almış olarak ve bolca cıncık-boncuk, biraz da hurma ve zemzemle dönmek tam bir hac olmaz. Hadiste verilen müjdeye nail olmak için, işin mana yönüne ağırlık vermek önemlidir.
Resûlullah’ın (sav) manadan mahrum ibadetler için nice uyarıları vardır. Örneğin: “Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur. Ve yine nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur.”4 “Nice oruç tutanlar var ki, oruçlarından payları açlık ve susuzluktur. Ve yine nice ayakta duranlar / namaz kılanlar var ki, namazından elde ettiği şey yorgunluktur.”5 “Nice gece ibadetine kalkanlar vardır ki, onların nasibi sadece uykusuzluktur.”6
Allah (c.c) korusun; haclarımız da ruh ve şuurdan yoksun ve turistik gezi misali olursa, büyük bir fırsatı tepmiş oluruz. Nice emeklerle ifa ettiğimiz hac ve umre ibadetlerimizin içini doldurmamız, mana yönünden ihya ile mümkündür. Rabbim haclarımızı gerçek hac, hacılarımızı da analarından döndüğü gün gibi tertemiz eylesin âmin…
Gerçek Bir Hac İçin
Hac ve umrelerin, turistik gezi haline dönüşmemesi, geçmiş günahlarımıza kefaret, sonraki hayatımıza da ışık olması için asgari şu dersleri iyi anlamalı ve değerlendirmeliyiz.
- İhram; kefen provası, tüm dünyalıklardan sıyrılma, dünyalıkların bizimle rabbimizin arasına girmesine müsaade etmeme.
- Kabetullahla karşılaşma; âşık-maşuk visali. Yıllardır hasretle, özlemle beklenen an Allah (cc) rahmetinin tecelligahı, Âdem, İbrahim, Nuh (a.s) ve nice peygamberlerin yadigârı olan Beytullah ile buluşma. İlahi rahmetten kana kana içme fırsatı.
- Tavaf; bir merkez etrafında pervane olma, o merkeze teslimiyet. (Her ibadet için kıbleye yöneliş de merkeze teslimiyettir)
Allah’ım! (c.c) şu tavafımda senin belirlediğin merkezi baz aldığım gibi, hayatımın sair safhalarında da bundan böyle senin emrin merkez olacaktır, şuurunu yakalama. Ancak üzülerek görüyoruz ki insanlar, merkeze teslimiyeti idrak etmemişler. Hayatlarındaki pratik bunu gösteriyor.
- Safa Merve arası sa’y; düşülen darlık için çare arama. İbrahim ailesini örnek alma.
- Zemzem; esbaba tevessülden sonra çaresiz kalan kuluna Allah’ın (c.c) lütfu.
İbrahim (a.s) Allah’ın (c.c) emri üzere Hacer ve bebek İsmail’i, getirip kuş uçmaz, kervan konmaz bu çöle bıraktı. Hacer (r.a) burada da oğlunun kurban edilmesine götürülüşünde de Allah’ın (c.c) emrine teslimiyet gösterdi. Dara düşünce su aramaya başladı, gayretini sarf etti ancak çareler tükenmişken ilahi mucize ulaşıverdi. Allah (c.c) kendisine pazarlıksız teslim olan kullarını hiçbir zaman darda koymadı, koymaz da… İbrahim’e (a.s) ateşin serin ve selamet olması, Musa’ya (a.s) denizin yarılması, asayı Musa’nın verilmesi, Yunus’a (a.s) balığın musahhar olması, Resûlullah (sav) sayısız mucizeleri hep bu kabildendir.
- Arafat’ta vakfe; mahşer provası.
- Mina müzdelife; ata dedelerimizi değil Allah’ı (c.c) anma.
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.” (Bakara, 200)
- Şeytan taşlama; her zaman her yerde bizi Allah’ın (c.c) rahmetinden uzaklaştıracak tüm şeytani güçleri düşman bilerek tavır koyma. Şeytan bizi saptırmak için her yola başvurur. Daha da olmadıysa en yakınlarımızı üzerimize salarak Rabbimizin emrini yerine getirmemizi engellemeye çalışır.
- Tıraş; İsmail misali başımı da kesmeye hazırım. Şimdilik bunun simgesi olarak saçlarımı kesiyorum.
- Nurdağı Hira mağarası; rotasını şaşırmış insanlık için çare aramak.
- Sevr mağarası; Mekke de olamadıysa Medine de İslâmî hayatı ikame etmek. Asla vazgeçmemek. Bu kutlu dava uğrunda gerektiğinde mal, can, vatan, aşiret kısaca her şeyi gerektiğinde feda etme.
- Medine hicret yurdu; gerçek ümmet şuuruna ermek için Muhacir ve Ensarı tüm yönleriyle tefekkür etme.
- Mescidi Nebi; İslâm’ın ihyasında mescitlerin rolünü kavrama. İbadetgâh, karargâh, tekke, zaviye, düğün salonu, sevinç ve tasaların paylaşım meydanı vs.
- Resûlullah’ın (sav) Ravza’sını ziyaret; O ve Ashabının (r.a) bıraktıkları mukaddes emanete sahip çıkamamanın mahcubiyeti ve yıllardır ona olan hasretin kavurucu duygu fırtınalarıyla iç içe bir vuslat…
- Küba ilk mescid; ulaştığımız her yerde öncelikle İslâm’ın şiarı olan mescit dikme. Ancak maddi yapısını tamamladığımız mescitleri İslâm’ın öngördüğü şekilde kullanarak manen yıkmama. Zira mescitleri mescit yapan içinde yapılan taat ve ibadettir. Aksi halde beş yıldızlı köşkler, saraylar daha muhkem, daha görkemli…
- Uhud; cihadın ve Resûlullah’ın (sav) tek bir emrine muhalefetin ümmete ne kadar pahalıya patladığının resmi.
- Haremeyn’de atılan her bir adımda Resûlullah (sav) ve ashabının (r.a) bastığı izlere basmış olabilmeyi tefekkür.
Resûlullah’ın (sav) yürüdüğü yerde yürüme koştuğu yerde koşma, oturduğu yerde oturma, yattığı yerde yatma kısaca neyi nasıl yaptıysa aynısını taklid etmeye çalışma.
“Allah’ım! (c.c) ben burada, Resûlullah (sav) ve Ashabının yolunu takip etmenin provasını yaptım. Bundan sonraki hayatımda onların nurlu yolundan sapmayacağım” şuurunu kavrama…
- Tam bir program ve disiplin içinde hareket etme pratiğini yaşama.
Bu, tüm ibadetlerde mevcut bir durumdur. Her ibadet belli zaman, mekân, farz, vacip, sünnet müfsit gibi erkân ve şartlarla kuşatılmıştır. Dolayısıyla tüm ibadetlerde, hayatımızın her safhasında da programlı ve disiplinli yaşamanın ders ve öğretileri vardır. Tabi bu dersleri iyi okuyabilirsek…
- Mezarlıkları ziyaret;
Resûlullah’ın (sav) vefatı sonrasında tahmin edilen 200.000 sahabesinden (r.a) sadece 12.000’i buralarda medfun. %7 civarı… Diğer %93 ü, sadece Allah’ın (c.c) dinini daha geniş kitlelere ulaştırabilmek için davet ve tebliğe/hayır yarışına devam etmişler. Hâlbuki onlar: “Elhamdulillah Arap yarımadasını tüm cahiliye kirlerinden temizledik. İslâm devletini kurduk. Bundan sonrasını torunlarımız düşünsün” diyebilirlerdi. Ama öyle demediler. Birçoğu ilerlemiş yaşlarına rağmen hizmet yarışına devam ettiler, kıtalar fethettiler.
Anadolu da onlar zamanında fetholundu. Ebû Eyyûb el-Ensârî ve 5 sahabi daha İstanbul’da medfun. Diyarbakır’da yalnız sur içinde 27 sahabi medfun. Ukkâşe b. Mihsan Gaziantep’te, Sa’d b. Ebî Vakkâs Adıyaman’da medfun… Allah’ın (c.c) dini uğruna dünyanın dört bir yanına dağılan, takriben 110.000 sahabiden mezarı belli olanlar birkaç yüz de değil. Ne gam… Onların Allah (c.c) katındaki makamları ve mü’minlerin yüreğindeki tahtları belli… Allah (c.c) tüm ibadetlerimizi adet değil ibadet olarak yapma ve gerçek kulluğun ruh ve şuuruna ermek nasip eylesin âmin! Subhaneke… Bihamdike… Esteğfiruke…
Kaynakça
1) Buhârî, Îmân 1, 2; Tefsîr 2/30; Müslim, Îmân 19-22, Riyâzu’s-Sâlihîn H.no:1269 2) Buhârî, Hac 4, Müslim, Riyâzu’s-Sâlihîn H.no:1272. 3) Buhârî, Riyâzu’s-Sâlihîn H.no:1274. 4) İbn Mâce, Sıyâm, 21. 5) İbn Hanbel, 2/373. 6) Heysemî III, 202.