2020’nin Aralık ayı başlarında Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün, yaklaşık iki sene önce kayda alındığı anlaşılan bir konuşmasından kısa bir parça sosyal medyada gündem olmuş ve büyük tepki toplamıştı. Kamuoyunda gösterilen tepki, Öztürk’ün Kur’ân metnini Hz. Peygamber’e (sas) izâfe etmesine, bunun da ötesinde düşüncelerini aktarırken kullandığı yakışıksız üsluba yönelikti.
Öte yandan Öztürk’ün bu konuşması pek çok zihinde şüpheler uyandırıcı, en azından yüce dinimiz İslâm’ın varlık sebebi olan Kur’ân’ın akıllardaki ve kalplerdeki müstesna yerine ve değerine halel getirici nitelikteydi. Bunu gerek eski ve mevcut öğrencilerimden gerekse birçok arkadaş, dost ve yakınımdan gelen sorular ve konuya dair açıklama talepleri apaçık ortaya koyuyordu. Dolayısıyla acilen tafsilatlı bir yazının kaleme alınması zarureti ortaya çıkmıştı.
Bu minvâlde her şeyden önce bir mümin ve bir tefsir akademisyeni olarak, derli toplu ve dikkatli bir analiz yapabilmek için video kaydının tamamını (40 dk. 56 sn.) özenle inceledim. Sonuç itibariyle birkaç günümü ayırıp kaleme aldığım “Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün Kur’ân Metni ve Vahyin Keyfiyeti ile İlgili Görüşlerinin ve Üslûbunun Tenkitli Analizi” adlı makalemi 13 Aralık 2020 tarihinde “academia.edu” sayfamda paylaştım. Makaleyi akademik kaygıyla değil arkada kalan manevî enkazın toparlanmasına bir nebze olsun katkı sağlamak gayesiyle yazdım. Allah Teâlâ’ya sonsuz hamdolsun ki farklı kanallardan ve tanıdık tanımadık birçok kimseden aldığım geri dönüşler yazının son derece faydalı olduğunu gösterdi. İdeolojik nefretlerle yahut başka birtakım sâiklerle şahsıma saldıran bazılarının çıkması da bu etkiyi ayrı bir açıdan teyit etmiş oldu. Elbette ki saldırganlar gerekli cevapları aldılar ancak onlarla asıl hesaplaşmamız “Kur’ân’ın Sahibi” huzurunda olacaktır. Bahis mevzuu makalem, yukarıda zikredildiği üzere tafsilatlı ve biraz uzunca olduğu için dergide tamamını sizlere arz etmemiz mümkün olamadı. Bununla birlikte arzu eden okuyucular bu yazının sonunda yer alan linkten makaleye rahatça ulaşabilirler. Davet Mektebi Dergisi’nin Şubat 2021 sayısına misafir olmaktan ziyadesiyle mutluluk duyduğum bu kısa yazımda özetle şunları söyleyebilirim:
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Zerkeşî ve Suyûtî gibi âlimlerin eserlerinde vahyin keyfiyeti ve lafız-mânâ ilişkisine dair zikredilen ikinci görüşü kabul ettiğini öne sürmektedir. Buna göre âyetler anlam olarak indirilmiş ve Hz. Peygamber (sas) tarafından lafza dökülmüştür. Öncelikle bu görüş her ne kadar ilgili eserlerde zikredilmişse de muteber kabul edilmemiştir. Ümmetin kabûlü, sayısız delil ve on dört asırlık ilmî gelenek çerçevesinde Kur’ân kelâmının lafız-mâna bütünlüğü içinde gönderilmiş olduğu yönündedir. Adı geçen müellifler de dâhil olmak üzere kimse bunun aksini iddia etmemektedir. Kaldı ki Öztürk’ün katıldığı görüşün bu olmadığı ve çok daha farklı bir şey söylediği görülmektedir.
Bizi bu kanaate sevk eden şey Öztürk’ün kendi düşüncesini temellendirmek için verdiği örnekler ve bu örnekler üzerine bina ettiği düşüncesini apaçık bir şekilde ifade etmiş olmasıdır. Mesela amacının tenzih olduğunu belirterek Allah’ın beddua etmeyeceğini, beddua eden kişinin Hz. Peygamber olmasının ise makul olduğunu söylemektedir. Oysaki âyette “Ebû Leheb’in elleri kurusun” deniliyorsa ve bunun anlamı Allah’tan geldiyse, bedduanın asıl sahibi yine Allah’tır. Tenzih açısından ortada değişen bir şey yoktur. Kezâ Öztürk’e göre Allah’ın övüldüğü “el-hamdu lillahi rabbi’l-âlemîn” ifâdesinin Hz. Peygamber’e ait olması gerekir çünkü Allah’ın kendi kendini övmesi anlamlı değildir. Oysaki mânânın Allah’tan geldiği kabul edilirse bu övmenin asıl sahibi de yine Allah olacaktır. Yani “ikinci görüş” diye bahsedilen görüş Öztürk’ün öne sürdüğü bu tür problemleri çözmekten uzaktır.
Durum buysa Öztürk’ün asıl söylemek istediği şey nedir? İşte tabiri caizse dananın kuyruğu tam da burada kopmaktadır. Video kaydındaki detaylı anlatımından net bir şekilde anlaşıldığı üzere Öztürk her âyetin birer birer mâna olarak indirildiğini değil daha farklı bir şey söylemektedir. Ona göre vahiy âdeta konu başlığı mesâbesinde ve genel/tümel bir mahiyette indirilmiş, Hz. Peygamber (sas) de farklı yer ve zamanlarda bundan çeşitli çıkarımlar yapıp lafza dökmüştür. Bunu açıklığa kavuşturan örneği de bizzat kendisi vermektedir. Öztürk’e göre, mesela konu eğer tevhitse, Hz. Peygamber’e gönderilen mânâ vahyi genel/tümel bir biçimde tevhitten taviz verilmeyeceğini bildirmiştir. O da bunu bazen “fa’lem ennehu lâ ilahe illallah” (Muhammed 47/19), bazen “sübhânallâhi ammâ yüşrikûn” (Haşr 59/23), bazen “el-hamdu lillahi rabbi’l-âlemin” (Fâtiha 1/1) şeklinde lafza döküvermiştir. Bu çerçevede Öztürk’ün görüşü bahis mevzuu olan ikinci görüşle değil, yine kendi tarif ettiği “Tarihsel Kur’ân” söylemiyle uyum arz etmektedir. Ona göre Kur’ân metninin tarihselliği yorum işi değildir çünkü bizzat metnin yapısıyla ilgili bir iddiadır. Bu tarihsellik ise metnin tarihle kayıtlı biri tarafından oluşturulmuş olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla mütekellim tarihten münezzeh olan Allah değil, tarihle mukayyed olan Hz. Peygamber’dir. Nitekim Öztürk’e göre Kur’ân tarihten münezzeh olan Allah’ın kelâmı sayılırsa “Tarihsel Kur’ân” iddiasında bulunmak küfre girmek olacaktır. Şu halde, bize Kur’ân olarak intikal eden tekellüm, âyetlerin anlamlarının ayrı ayrı gönderilmesiyle değil Hz. Peygamber’in genel anlamda aldığı vahyi farklı zamanlarda ve uygun gördüğü şekillerde lafza dökmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu lafza dökme işi esnasında da onun beşerî halleri, sınırlılıkları ve zaafları, kelâmı şekillendirmiştir.
Eğer ana referans kaynaklarımız Kur’ân ve Sünnet olacaksa -ki öyledir-, bu yaklaşım tarzının ve çevresinde öbeklenen iddiaların ilmî açıdan elle tutulur hiçbir tarafı ve geçerliliği bulunmamaktadır. Ümmetin on dört asırlık anlayışı ve icmaı da bunu reddeder. Zira ilâhî metin beşerî bir düzeye indirgenmiş olmaktadır. Kaldı ki Kur’ân metni Hz. Peygamber’e aitse ve onun heyecanı, nefreti, sevgisi, öfkesi, siyaseti gibi nice beşerî halleri bu metni belirlemişse; örneğin onu namazda okumanın, onunla ibadet etmenin, onunla akait esasları tespit etmenin, ondan fıkhî kaideler çıkarmanın, onu ahlâkta ve adalette esas ittihaz etmenin, kısacası onu dünya hayatının nizâmına eksen kabul etmenin gereği nedir? Bu bakış açısı, söylendiği gibi problem çözmek şöyle dursun, zihinlerdeki İslâm’ı temelden tahrip edici niteliktedir. Nitekim buna göre, İslâm’ın üzerine bina edilmiş olduğu asıl kaynağın hiç de güvenilecek bir metin olmadığını söylemek pekâlâ mümkündür. Servis edilen video konuşmasının bilumum İslâm düşmanı taifeler ve ateist platformlar tarafından bayram havasında karşılanmış olması tam da bundan dolayıdır.
Burada özet olarak sunulan makalenin tamamını şu linkte bulabilirsiniz:
davetmektebi.com/prof-dr-mustafa-ozturkun-kuran-metni-ve-vahyin-keyfiyeti-ile-ilgili-goruslerinin-ve-uslubunun-tenkitli-analizi/

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?