19. yüzyılın son çeyreğinden bu yana, yaklaşık 150 yıldır termometre yaygın olarak kullanılmaktadır. Dünyanın birçok bölgesine ait bir buçuk asırlık sıcaklık kayıtlarına sahibiz. Buna göre son 50 sene içinde 1 santigrat derece ısınma gerçekleşmiş durumda. Bilinen dünya tarihinin en sıcak üç senesi son on yıl içinde ölçüldü. Bu ısınmanın nedenine dair en yaygın ve kabul gören fikir, ısınmaya insanoğlunun faaliyetlerinin sebep olduğudur. 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayi devrimi ile yaygın olarak kullanılan kömür, daha sonra petrol ve türevleri, soğutma gazları, büyük baş hayvan çiftliklerindeki milyonlarca hayvanın çıkardığı metan gazı, yangınlar, buzulların erimesi sonucu açığa çıkan gazlar küresel ısınmanın temel etkenleri olarak karşımıza çıkıyor.
Küresel ısınmayı ve sonuçlarını günlük hayatımızda gözlemlemek mümkün, ancak bilimsel yöntemler ısınmanın gerçek ve yadsınamaz olduğunu ortaya koymaktadır. Soğuk geçen bir kış mevsiminde Amerikan başkanı Donald Trump’ın “Nerede o uydurma küresel ısınma? Gelse de biraz ısınsak!” dediğini hatırlıyorum. Evet, dondurucu soğuklara rağmen dünyanın ortalama sıcaklığı her geçen yıl daha da hızlanarak artıyor maalesef.
Isınmanın % 90’ı okyanuslarda gerçekleşmektedir. Okyanuslardaki ısınma 2000 yılından bu yana ARGO programı sayesinde tespit ediliyor. Otuza yakın ülkenin katıldığı bu projede dünyanın bütün okyanuslarına 4000 civarında şamandıra salındı. Bu şamandıralar 1 kilometre derinliğe dalabiliyor ve akıntılarla serbest yüzüyorlar. Okyanus sularının sıcaklığı, tuzluluk oranı gibi ölçümler yapıp düzenli aralıklarla yüzeye çıkıp uydular aracılığı ile topladıkları bilgileri proje merkezlerine ulaştırıyorlar. Bu bilgilere anlık ve canlı olarak ulaşabilmek mümkün.1
Deniz seviyesi, uydulardaki altimetreler sayesinde küresel olarak ölçülebiliyor. Deniz seviyesi son otuz yılda yaklaşık 100 mm yükseldi ve yükselme hızı gittikçe artıyor. Yakın gelecekte bu yükselmenin daha da hızlı artması bekleniyor. Yerel denizlerdeki geçici çekilmeler, gelgit, fırtına gibi etkenlerle deniz seviyesi değişse de küresel olarak su seviyesi yükseliyor.
Bütün dünyadaki buz kütlesi azalıyor. Buna Grönland ve Antarktika da dâhil, Alpler, Himalayalar ve And dağlarındaki buzullarda dâhil. En son ülkemiz medyasında da haberlere konu olan Hakkâri’deki Cilo dağı buzulu da ısınma sonucu eriyor. Dünya üzerindeki buz kütlesindeki değişimi çıplak gözle görmek mümkün ancak GRACE projesi sayesinde çok detaylı ölçümler yapılabildi son çeyrek asırda. Almanya ve NASA’nın ortak yürüttüğü bu projede aynı yörüngede hareket eden ikiz iki uydu kullanılıyor ve yeryüzündeki toprak katmanı, suların hareketi, buzullardaki değişim çok hassas bir şekilde ölçülüyor.2
Atmosfere salınan karbondioksitin bir kısmı okyanuslar tarafından emiliyor. Başlangıçta karbondioksitin okyanuslar tarafından emilmesinin iyi bir şey olduğu ve küresel ısınmayı yavaşlatmaya yardımcı olacağı tahmin ediliyordu. Ancak durumun çok farklı olduğu ortaya çıktı. Yapılan araştırmalar sonucu okyanus tarafından emilen karbondioksitin okyanus suyunda çözülüp bir takım kimyasal reaksiyonlar sonucu suyun pH derecesini düşürdüğü ortaya çıktı. Bu da okyanusların daha asidik olmasına sebep oluyor. Asidiğe yaklaşan pH derecesi ile okyanus suyu ekosistemi tehdit ediyor. İstiridyelerin sert kabuklarının oluşumunu, resiflerdeki mercanların iskeletlerinin oluşumunu engelliyor. Mercanların beyazlaması da bu sürecin sonucu olarak meydana geliyor. Daha ürkütücü bir sonucu ise zooplanktonlar diye bilinen ve denizde fotosentez yaparak oksijen üreten neredeyse atmosferdeki oksijenin yarısının kaynağı olan mini deniz canlılarının bu süreçte yok olma tehlikesi karşı karşıya olmalarıdır.3
Marmara denizinde meydana gelen müsilaj felaketi, yıllar içerisinde biriken atıkların nasıl sonuçlar doğuracağını anlamamız için ürkütücü ama önemli bir örnek teşkil etmektedir. Ekosistem bir noktaya kadar atıklarımızı absorbe etse de bir noktadan sonra bütün sistem çöküyor.
Atmosferdeki karbondioksit miktarı insanoğlunun sanayi faaliyetlerine başladığı 19 yüzyıldan bu yana % 45 oranında artmış durumda. 2019 yılında yapılan ölçümlere göre 409.8ppm (partspermillion) karbondioksit tespit edildi. Grönland ve Antarktika’da hapsolmuş fosil havalar sayesinde son 800 000 yıl boyunca havadaki karbondioksit miktarının değişimini ölçebilmekteyiz. Bu ölçümlere göre milyonlarca yıl boyunca bu derecede yüksek miktarda karbondioksitin atmosferde olmadığını görmekteyiz.4
Atmosferdeki karbondioksit miktarındaki değişim ile küresel sıcaklık değişimi arasında paralellik söz konusu. Tam olarak ne kadar karbondioksitin ne kadar ısınmaya sebep olacağı bilinmemekle birlikte bu paralellik küresel ısınmanın ana etkeninin karbondioksit olduğu ve küresel ısınma ile mücadelede ilk aşılması gereken engelin atmosfere salınan karbondioksitin sınırlandırılması ve bitirilmesi olduğunu ortaya koymakta. 2015 yılında Paris Anlaşması ile atmosfere salınan karbondioksit miktarını sınırlayarak ve yakın gelecekte tamamen bitirerek ısınmayı 2 santigrat derece ile sınırlı tutmak amaçlanıyor. Türkiye’nin de imzaladığı bu anlaşmaya göre 2040 itibari ile atmosfere karbondioksit salınımının sıfırlanması hedefleniyor.5
Atmosfere salınan gaz miktarının düşürülmesi ve bir noktada sıfırlanması yeterli olmayacağı öngörülmekte. Yeni gaz salınmasa bile mevcut gazların binlerce sene atmosferde kalacağı tahmin ediliyor. Bu yüzden atmosferdeki mevcut gazları toplamak için sistemler geliştirilmeye çalışılıyor ancak bu konuda çalışan jeomühendisler henüz ekonomik olarak mümkün ve sürdürülebilir bir yöntem geliştiremediler.
Buraya kadar küresel ısınma ile ilgili somut bilgileri paylaştıktan sonra birkaç cümle ile konu ile ilgili düşüncelerimi ortaya koymak istiyorum. Küresel ısınma, insanoğlu eli ile çıkmış, kendisi dâhil yeryüzündeki bütün canlı türlerinin varlığını tehdit eden, yaşadığımız çağın en büyük problemi olarak karşımıza çıkıyor. Bütün dünya ormanlarını saran yangınlar, seller, kirlenen ve solunamaz hale gelen hava, yok olan göller, canlı yaşamına imkân tanımayan denizler, okyanuslarda yüzen plastik adaları problemin büyüklüğünü adeta gözümüze sokuyor. Peki, biz bu kadar büyük bir problemin ne kadar farkındayız? Ya da bu gerçekle yüzleşmek için ne kadar cesuruz?
Şu husus beni en çok düşündürüyor: Hz. Peygamber (s.a.s.), yaşadığı dönemin bütün büyük sorunlarını cesurca görmüş ve gereken tedbirleri almış. Kadınların haklarının tesisi, zengin fakir arasındaki uçurumun giderilmesi, temizlik, kölelerin haklarının tesisi, kan davalarının bitirilmesi, ırkçılığın tamamen ortadan kaldırılması ve daha nice devasa sorunu görmüş, göğüslemiş ve ıslah için gerekeni yapmıştır. Ama maalesef günümüz Müslüman âlimleri ve aydınları insanlık tarihinin en büyük felaketinin göz göre göre yaşandığı bir dönemde bu problemin hiç farkında değilmiş gibi davranıyor.
Elon Musk’ın Mars’a koloni kurma planlarını anlattığı sunumunu izliyordum bir vakit. Küresel ısınma sonucu veya ona göre daha tehlikeli olan yapay zekânın gerçekleşip insanoğlunun yeryüzünde yaşamının sona ereceğini öngörerek Mars’a koloni kurmak için planlarını anlatıyordu. Aynı gün İslami bir radyoda kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan hoca efendinin sarık ile tuvalete girmenin keraheti üzerine uzun uzun bir konuşmasını dinledim. İslam toplumunun, zamanın ruhunu yakalamaktan ne kadar uzak olduğunu görmek açıkçası çok üzmüştü beni. Evet, batının sınırsız tüketime dayalı vahşi kapitalizmidir dünyayı yok oluşun eşiğine getiren ve bu yok oluşa dur diyebilecek yegâne reçete İslam’ın hak, adalet, ıslah, iktisat, üzerine kurulu ekonomi-yaşam modelidir. Ama bir sorunu çözmeden önce o sorunu görmek, yüzleşmek ve göğüslemek cesaretini göstermek gerekir.
2021 yılındayız. Türkiye ihracat rekoru kıracak bu sene. Vahşi kapitalizmin azgın tüketim çarkına en çok suyu taşımanın verdiği gururla kutlama yapacağız muhtemelen. Marmara denizinin dibine çökmüş müsilajı görmeyip havadan mavi deniz resimleri çekeceğiz. Çocuklarımıza her sene başı binlerce ton kitap verip sene sonu çöpe atmalarını izleyeceğiz. Süper marketlerinin her gün binlerce ton gıdayı kimse almasın diye paketlerini parçalayarak çöpe atmalarını izleyeceğiz. Bir avuç su içmek için iki avuç plastik tüketeceğiz her gün tekrar ve tekrar. Patatesi soyup kabuğunu poşete koyacağız ve o poşeti de çöp poşetine koyup ağzını bağlayıp çöpe atacağız. Her şeyin yenisini alacağız, elbiselerimiz yama görmeden çöpe gidecek, makinelerimiz de tamir görmeden hurdaya. Renginden sıkılıp mutfağımızı, fayansımızı değiştireceğiz, sonra utanmadan “Elhamdülillah, çok şükür, çok güzel oldu” diyeceğiz. Bu liste böyle uzayıp gider.


Atmosferdeki karbondioksitin emilmesi için en makul ve uygulanabilir araç ormanlar olarak görülüyor. Ormanların korunması yeni alanların orman ekosistemine dâhil edilmesi bu mücadelede çok önemli. Ancak Brezilya’da Bolsanaro hükümetinin amazonları tarıma açması, bütün dünya ormanlarını kasıp kavuran yangınlar, madencilerin doyurulamaz azgınlığı, tarıma, şehirleşmeye kurban edilen alanlar bu hedefi de zor hale getiriyor. Ülkemizde de maalesef madenciliğe kurban edilen orman alanları bu konuda bilinçsizliğin ne kadar derin olduğunu ortaya koymaktadır. En son Kanadalı maden firması Alamos Gold tarafından Kaz dağlarında kesilen 195 bin ağaç içimi sızlatmıştı. Hele muhafazakâr medyanın vahşi kapitalizmin en acımasız kolu olan altın madencilerini savunmak için sıraya girmesi daha da üzücüydü. Kendi ülkesinde meyve suyu fabrikası gibi bir fabrika kurup etraftaki bir tane ağaca zarar vermeden yeraltı madenciliği yapan yabancılar, bizdeki bürokrasiyi nasıl ayarlamışsa, vadiler dolusu güzelim ormanları talan edip siyanürle altın aramak için izin almıştı. Bu mücadelede büyük görev elbette siyasilere, bürokratlara düşmekte. Ama onlara bu işin ciddiyetini, önemini anlatmak biz halkın görevi. Etrafımızdaki ulaşabildiğimiz herkese bu meseleyi anlatmamız lazım ta ki en yukarıdakilere sesimiz ulaşana kadar. Yaşam tarzımızı baştan aşağı değiştirmemiz lazım. Plastiği hayatımızdan çıkarmamız lazım. Tüketimimizi minimuma indirmemiz lazım.
Evet, insanoğlu yapıp ettikleri ile yeryüzünde fesat çıkardı, kendilerine emanet edilen mucizevi deveyi boğazlayan Semud kavmi gibi doğayı katletti. Medyen halkı gibi türlü hile hurda ile hak olmayanı azgınca elde etme yoluna gitti. Ad kavmi gibi lükse sefahate azgınlığa düştü. Lut kavmi gibi azgın nefsine yenik düşüp nesli ve aileyi ifsat etti. Ve tam da o kıssalarda anlatıldığı gibi bir gün bir ses, bir alev topu, dağları aşan dalgalar çıkıverdi. Ve o kıssalarda anlatıldığı gibi “yok oluş” ile burun buruna geldik. Ancak bizi bu yok oluştan kurtaracak olan İslam’ın çağları aşan mesajıdır. Sofradan doymadan kalkan, ırmaktan abdest alırken suyu israf etmeyen, ekolojik dengeyi Allah’ın bir ayeti olarak görüp onu gözü gibi koruyan, yaratılanı yaratandan ötürü seven, tüm canlılara merhamet ile yaklaşan, nefessiz kalıp ölen balığa gözyaşı döken, merhamet sahibi, şefkatli, iktisatlı, akıllı, zamanın ruhunu yakalayan, zamanın derdine derman olmaya gayret eden Müslümanlardır bu mücadeleyi insanoğluna kazandıracak olanlar.

Kaynakça
1) www.argo.net
2) https://graceproject.eu/
3) https://ocean.si.edu/ocean-life/invertebrates/ocean-acidification
4) https://www.climate.gov/news-features/understanding-climate
5) https://www.mfa.gov.tr/paris-anlasmasi.tr.mfa

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?