İlim/bilgi deryasının her geçen gün daha da genişlediği asrımızda bilgiye ulaşma noktasında da çeşitli yenilikler meydana geliyor. Unuttuğumuz bir cümleye ait üç kelimeyi zihnimizde tutmuş isek bu üç kelimeyi internetten arama motoruna girerek cümlenin tamamına ulaşabiliyoruz. Bu gelişmiş teknoloji ve yine her yerde birer kütüphane niteliğinde olan telefonlar ve bilgisayarlarla istediğimiz bilgiye ulaşabiliyoruz. Tabir yerindeyse herkesin cebinde birer kütüphane bulunmakta artık.
Bilgi/ilim Çağında Edep Yoksunluğu
Artan imkânlara, bilgiye ulaşma noktasındaki kolaylıklara rağmen insanlar tatmin ol(a)mamaktadır. ‘Biliyor ama yapmıyor’ların sayısı gün geçtikçe artmakta. Anneler- babalar çocuklarına öğrettiklerini iddia ederken çocukların bildiklerini yapmamalarından şikâyetçi durumdalar. Çocuğun zeki olduğu söylense de tavırlarının ve hareketlerinin uygun olmadığından rahatsızdırlar. Öğretmenler sınıfta ders anlatıp çıktıklarında her şeyi çözmüş olmuyorlar. Öğrenciler birer bilgi küpüne dönerken öğretmen öğrencinin davranışlarından memnun kalmıyor. Öğrenci bilgileri kısa süreliğine emanetçi gibi taşıyıp(ilme/bilgiye değer vermeyip) daha sonra unutuyor.
Peki, sorun nerede?
İlimle Edeplenmeli, Edeple ilim Tahsil Etmeli
Alınan ilim insanı terbiye etmeli, onu düzetmelidir. Büyüklenmeye, başkalarını küçük görmeye ve insanlara üstünlük taslamaya götüren bilgiler faydadan daha çok zarar verir. Bunun için ilim/bilgi sahibi olmak kadar ilme/bilgiye yönelme ve ilmi/bilgiyi alma şeklimiz de önemlidir. İlim/bilgi amele dönüşüp güzel ahlak olarak insanın hayatına yansımalıdır. Yani ilimden ahlaka bir yol çizerken ahlaktan da ilme bir yol çizmek zorundayız. Aksi takdirde ilmiyle amil olmayan kitap yüklü merkepler toplumda sayıca artacaktır.
İlk Örnek Nesil: Ashab-ı Güzin
Hz. Ömer (r.a) anlatıyor:
“Bir gün Hz. Peygamber (sav)’le birlikte oturuyorduk. Hiçbirimizin tanımadığı, beyaz elbiseli, siyah saçlı, güzel kokulu, yoldan gelmiş gibi bir hâli olmayan birisi çıkageldi. Efendimizin huzuruna kadar geldi, edeple önüne oturdu, ellerini dizlerinin üzerine koydu ve:
– Ya Muhammed, bana İslâm’ın ne olduğunu anlat, dedi. Allah Resulü (sav):
– İslâm, Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanman, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve gücün yetiyorsa Allah’ın evini ziyaret edip hac yapmandır, diye cevap verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi.
Biz onun bu tutumuna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de Allah Resulü’nü tasdik ediyordu. Gelen zat sonra:
– Bana iman’dan haber ver, dedi.
Allah Resulü (sav):
– İman, Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahret gününe, hayır ve şerrin bir kaderle meydana geldiğine inanmandır, diye cevap verdi. O kişi:
– Doğru söyledin, dedi ve sonra:
– Bana ihsanı anlatır mısın? diye sordu. Allah Resulü (sav):
– İhsan, Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir, buyurdu. Gelen zat:
– Bana kıyametin ne zaman kopacağını haber verir misin? diye sordu. Allah Resulü(sav),
– Bu konuda soru sorulan kişi sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. Gelen zat:
– O halde onun belirtilerinden haber ver, dedi. Allah Resulü (sav), kıyametin bazı alametlerinden haber verdikten sonra o kişi kalktı, cemaatin içine girdi ve bir anda gözden kayboldu. Bir müddet sonra Allah Resulü(sav), bana dönerek:
– Ömer, soru soranın kim olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ben:
– Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedim. O zaman buyurdu ki:
– O Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye gelmişti. (Buharî; Müslim; Ebu Davud; Tirmizî; İbn Mâce)
Çeşitli rivayetlerle gelen Cibril hadisinden bizlere iman, İslam, gayb ihsan ve kıyamet gibi kavramlara dair bilgiler sunarken şüphesiz ki ilmi alıp verirken takınmamız gereken tavrı da bizlere öğretmektedir. Cebrail (a.s)’ın geldiğinde temiz elbiselerle gelmesi, güzel kokulu olması, edeple oturması ve Allah Resulü(sav)’in kısa ve öz cevaplarla yetinmesi, Allah katında olan ilme bilmiyorum demesi ve Ömer (r.a)’e gelenin kim olduğu sorulduğunda Allah ve Resulü daha iyi bilir demesi edebe dair çok ince detaylardır.
Edebe Dair Okunası Bir Kitap: “İslami Gelenekte Eğitim Ahlakı”
Suriye’nin bugünkü Hama şehrinde dünyaya gelen Bedruddin ibn Cemaa, eğitim-öğretime ilişkin klasik eserlerden eğitimcilerden söz açılınca akla ilk gelen isimlerden biridir. Zamanında çeşitli medreselerde müderrislik yaparak ve bazı alanlarda çeşitli kitaplar yazarak dönemin parmakla gösterilen âlim insanları arasında yer aldı. Türkçeye Öğretmen ve Öğrenci, Nitelikleri, Görevleri, Tutum ve Davranışları olarak da tercüme edilebilecek olan İslami Gelenekte Eğitim Ahlakı adlı kitabı da eğitim- öğretim alanına ilişkin bir edep/adap kitabıdır. Dolayısıyla kitap eğitim-öğretim’in iki temel unsuru olan öğretmen ve öğrencinin(her ebeveynin de birer öğretmen olduğu unutulmamalıdır )sahip olması gereken ahlakı anlatmaktadır. Bilinen eğitsel kaynakların en derli toplularından birisi belki de birincisidir.
Kitabın İçeriği
Yazar, kitabı maksadını kuşatacak şekilde beş bölüme ayırdığını söylüyor.
I. Bölüm: İlim ve ilim sahiplerinin üstünlüğü.
II. Bölüm: Öğretmenin/âlimin kişisel, öğrencileriyle ve dersiyle ilgili adabı/tutum ve davranışları.
III. Bölüm: Öğrencinin kişisel, öğretmeniyle, arkadaşlarıyla ve dersiyle ilgili adabı/tutum ve davranışları.
IV. Bölüm: Kitaplarla arkadaşlık ve bununla ilgili edep.
V. Bölüm: Medreselerde yaşama adabı ve onunla ilgili hususlar.
Kitaptan Huzmeler
Birisi oğluna şöyle demiş: “Oğlum! Edebe ilişkin bir bölüm öğrenmen, ilim bölümlerinden yetmişini öğrenmenden bana göre daha iyidir.”
Öğretmen, utanan öğrenciye “Anladın mı?” diye sormamalı; bilakis, onun anlayıp anlamadığını, problemler ortaya atarak öğrenmeye çalışmalıdır. Bunu yapmadan “anladın mı?” diye sorarsa, artık ortaya problem atıp çözmelerini istememelidir. Zira öğrenciler, bu durumda çözmezlerse utanırlar.
Kitabın daha başka bölümlerinde yine çok ince bir anlayışı gerektiren güzel notlar bulunmaktadır. Kişinin kitapla olan muhabbetinin nasıl olması gerektiği gözler önüne serildiğinde eminim ki herkesin kitap okuma isteği doğacaktır. “Okuduğum kitabı nasıl üzmem?” sorusunun cevabını bulacaksınız. Yazı yazmanın bir sanat olduğu görülecek ve kalemin ne kadar da değerli bir araç olduğu tekrardan anlaşılacaktır.
Sözün özü, Yunus’un dediği gibi:
Vardım ilim meclisine eyledim talep
Meğer ilim en gerideymiş, illa edep, illa edep!
Musa Şıneğo