Son iki yüzyılda dünyaya hâkim olan kapitalist sistem, sadece insan hayatını tehdit etmekle kalmamış, tabiata da zarar vermiştir. Kapitalist sistem, insanın ihtiyacı olmadığı halde sırf daha fazla kazanmak isteyen açgözlü para babalarının kabarmış iştahlarının neticesi olarak yeryüzünü adeta fesada vermiştir. Daha çok üretmek ve neticesinde daha çok kazanmak, kapitalist iş adamının hayat felsefesi olmuş ve sadece bunun için yaşar olmuştur.
Onun aşırı üretimine dur diyecek olanları da yine sahip olduğu sermayesinin gücüyle durdurmaya çalışmıştır. Bunun için siyasetten askeriyeye, medyadan mafyaya uzanan kolları sayesinde, hakkı haykıran insanları bertaraf etmeye çalışmış ve bütün insanlığa meydan okumuş, insanları müşteri olarak görme dışında bir düşüncesi olmamıştır. Hatta kendi aralarında dahi “Altta kalanın canı çıksın!” düşüncesini ortaya koyup, büyümek isteyen ve varlıklarını tehdit eden iktisadî girişimleri de ortadan kaldırma yoluna gitmişlerdir. Bugün dahi kapitalist üretim canavarının tek düşüncesi budur.
İnsanlığın nereye gittiği, sağlığının ne durumda olduğu, kapitalist adamın umurunda değildir. Çevrenin aşırı üretim neticesinde yaşanmaz bir hale gelmesi, onu asla ilgilendirmemiştir. Onun tek bildiği şey; daha fazla üretim, daha fazla kâr, daha fazla hâkimiyet ve neticede dünya hâkimiyeti -ki bunu uzaya hükmetmeye kadar götürmüş bulunmaktadır- olmuştur. İnsanoğlunun hangi ıstıraplarla karşı karşıya kaldığı ve tabiatın ne denli ifsat edildiği, onu asla ilgilendirmemiş; o, bildiği yolda ilerlemeye devam etmiştir. Dünyanın aşırı üretimle kirlenmiş olması ve yaşanmaz bir hal alması, onu asla alakadar etmemiştir. Onun tek bildiği şey, kazancı olmuştur. Dün, bu işin başını ABD ve Avrupa çekerken, bugün bu işe Çin de soyunmuş görünmektedir. Ürettikçe azgınlaşan kapitalistler, sadece isim değiştirmiştir. Dün Avrupa ve ABD, insanlığa karşı çevre katliamına soyunmuşken bugün onları kulvarda geride bırakan Çin olmuştur. Bugün, hala obez insan sıralamasında ABD birinciliği elden bırakmamış ve en fazla tüketenler yine ABD’liler olmuştur.
Zaman zaman patateslerin ve domateslerin vadilere, çöplüklere döküldüğüne şahit olmuşuzdur. İşte kapitalist sistem, tam olarak budur. Elde kalan mallar sırf fiyatlar düşmesin diye imha edilir. Çünkü satışa arz edilen mallar, istenilen manada müşteri bulamamıştır. Böyle bir durumda patronların az kazanması söz konusudur. Bunun insanlığın yararına kullanılması imkânı varken, İslam’ın anlayışına göre infak edilmesi söz konusuyken kapitalist kafa, sırf elde edeceği kârı ve kat kat artıracağı kazancını düşündüğünden nimeti imha etme alçaklığını rahatlıkla yapabilmektedir. Bu durum, insanlığın başına bela olmuş hastalıklı ruh halinden başka bir şey değildir. İnsanı tüketime sevk etmek için reklam üzerine reklam servis eden kapitalist adam, çevre katili olmaktan tutun da nimet katline kadar her yolu mubah görmekte ve karşısına çıkan hak sesi bertaraf etmek için de yeri geldiğinde sermayesinin yarısını ortaya koyabilmektedir. Mısır’da, sırf Muhammed Mursi’nin devrilmesi için yerli kapitalistler, para babaları, fabrika sahipleri mal varlıklarının yarısını feda edecekleri sözünü vermişlerdi. Bu sözü, Avrupa ve ABD’li işbirlikçilerine vermişlerdi.
Aşırı üretim teorisine göre, kapitalist sistemde imalat kapasitesi, ihtiyaçlardan daha hızlı büyümektedir. Kapasite büyüdükçe sermaye-emek gerginlikleri artmakta, arz-talep dengesizliği şiddetlenmektedir. Sonuçta piyasa, bir süre için üretimin tamamını çekemeyecek duruma düşmektedir. Bu dengesizliğe sebep olansa, sermayesine tapan kapitalistin kabarmış iştahından başkası değildir. Neticede, ellerinde arttıkça artan mallar, tabiatı kirletmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Kapitalist adamın nazarında insan onuru, bir hiçtir. Çevre, onun nazarında üretim, kâr ve daha fazla kazanmak için bir araç hükmündedir. Tabiatın kirlenmiş olması, onu asla ilgilendirmez. Kirlenen ve yaşanmaz hale getirilmeye çalışılan bir çevre, kapital adamın umurunda değildir. Yaşanmaz bir dünya, onun için önemli değildir. Zira dünya sermayesini ellerinde bulunduran birkaç yüz aile, insanlardan uzak, birkaç adada muhtemelen kendi dünyalarını kurmuşlar, temiz hava ve oksijenin bol olduğu bir ortamda yaşamın sefasını sürdürmektedirler. Fakat bunlar bilmelidirler ki denizlerde kıyılara vuran mazlum insanların, aç kalmış çocuk ve kadınların cesetleri, bir gün zehire dönüşüp onların yaşadıkları adacıkların kıyılarına kadar varacak ve onların kurdukları düzeni başlarına yıkacaktır. Allah, buna muktedirdir.
Bugün insanlık, çevreyi aşırı üretimle yaşanmaz hale getirmeye çalışan kapital adamın elinde zuhur eden tehlikeyle karşı karşıyadır. Buna “Dur!” diyecek anlayış, sadece ve sadece İslam’dır. Bir tarafta böyle bir anlayış varken diğer taraftan İslam’ın kıyamete kadar sunduğu şu muazzam örneğe bakınız: Siyer’in bize öğrettiğine göre Resûlullah (s.a.s.), bir gölün kenarında bulunduğu halde gölde abdest almamış ve gölden su alıp öylece abdestini tamamlamıştır. Çünkü gölün kirleneceğini düşünmüştür. Bu, hayret edilecek derecede bir örnekliktir. Bu, tabiata sahip çıkma düşüncesidir ve bunu son elçi bize öğretmiş bulunmaktadır. İslam bu örneği ortaya koyarken atıklar sebebiyle kirlenen sulara ne demeli? İnsanlık, baştan aşağı kirlenmiş bir çevreye mahkûm edilmiş durumdadır.
Göz zevki için öldürülen filler, kapitalist adamın katliamından başka ne olabilir ki? İnsanlık acilen kapitalizmin elinden kurtarılmalıdır. Çevre, aşırı üretim zihniyetine kurban edilmemelidir. İnsanlığın elindeki mal varlığı, adil bir düzen eşliğinde adilce dağıtılmadıkça kapitalist adam, aşırı üretimle tabiatı katletmeye devam edecektir.
Merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Bir kişiye dokuz pul, dokuz kişiye bir pul…” anlayışı, ancak İslam’ın insanı kalben ve ruhen ikna etmesiyle aşılabilir. İslam’ın böylesi bir gücü vardır. O da insanların kalbine Allah sevgisini yerleştirmekle gerçekleşir.
Günümüz teknolojisiyle yedi milyarlık insanlık âlemi için günde iki öğün yemek miktarını tespit etme imkânına dahi sahibiz. Bugün uydularla tüm dünyadaki ekili alanların ne kadar olduğunu tespit edebildiğimiz gibi ne kadar mahsul getireceğini dahi tespit etme imkânına da sahibiz. Ayrıca bu mahsulü, insanlar arasında nasıl taksim edebileceğimizi de bu teknolojiyle tespit edebiliyoruz. Fakat bunun için dünyanın bir İslam halifesinin eliyle idare edilmesi, Müslüman olsun gayrimüslim olsun herkese günde iki öğün yiyecek tahsis edilmesi gerektiği inancına sahip bir idarecinin başta olması gerekir. Müslümanların şanlı tarihinde bunu görmek mümkündür. Müslümanlar, zekât verecek kimse bulamadıklarında yabancı milletlerin elindeki esirleri, köleleri azat etmek için zekât mallarını seferber etmişlerdir.
Gözü maddeden başkasını görmeyen kapitalist adamın durumunu, Son Elçi (s.a.s.) ne de güzel ifade etmiş: “İki vadi dolusu altını olsa üçüncü vadiyi ister.” Peki, bunu frenleyecek olan sistem, İslam’dan başka bir sistem olabilir mi?
Sonuç olarak aşırı üretim hırsı, bir hastalık halidir. Çevreyi ve insan hayatını ifsat etme hususunda en tehlikeli durumdur. Buna “Dur!” diyecek olan İslam’dır. Ve çözümü, kendi akidesi doğrultusunda kalpleri Allah inancıyla doldurmakla sunmuştur. Ruhun ancak Allah’a imanla doyacağına işaret etmiştir. Şayet aşırı üretime kilitlenmiş kalpler ve ruhlar engellenmez ve durdurulmazsa dünya daha da yaşanmaz, aşırı kirletilmiş bir hâl alacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?