Müslüman, zamanın değerini çok iyi bilmelidir. Çünkü zaman bir daha geri getirilemeyecek bir kıymettir. Her geçen anın bizim aleyhimize geçtiğini bilmemiz lazımdır. Dolayısıyla zaman, ahirete yatırım için kullanılmak durumundadır.

Her işte ve durumda Müslümanın yegâne başvuru kaynağı Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed (s.a.s)’in örnek hayatı ve sünnetidir. Daha sonra selef-i salihin ve onların ardından gelen diğer salih insanların hayatları, söyledikleri, yazdıkları Kur’ân ve sünnete tabi olduğu müddetçe bizim için örneklik teşkil eder. Müslümanın hayatını, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in örnek hayatı dizayn etmiştir. Mihenk taşımız bellidir. Namaz kılma, oruç tutma, zekât verme, akrabalık ilişkileri, komşuluk ilişkileri, ahlâkî davranışlar, eşler arası münasebetler gibi hem bireysel hem de toplumsal kurallar, İslâm’ın genel çerçevesiyle belirlenmiştir. Müslümanın da hayatını buna göre ayarlaması ve adımını buna göre atması gerekmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) yaşayış tarzını kendimize rehber
etmeyi hedeflemiş bir ümmet olarak yapmamız gereken, İslâm’ın emirlerini ve yasaklarını ilmek ilmek dokuyarak kendimize hayat prensibi olarak belirlemektir. Müslüman, çalışmasını da tatilini de gecesini de gündüzünü de buna göre ayarlamalıdır. Müslümanın dinlenmeye hakkı vardır. “Geceyi dinlenmeniz için, gündüzü de aydınlatıcı olarak yaratan Allah’tır. Şüphesiz Allah, insanlar için lütûf sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmezler (Mü’min: 61).” âyet-i kerîmesi ve bunun yanında birçok ayet bunun göstergesidir. Müslüman dinlenirken atalet içinde dinlenemez, bunu da böyle bilmek gerekir. Tatili “yan gelip yatmak” diye algılamak Müslümana yakışmaz. Tatil, Arapçada masdar olarak “durdurma, özellikle işi durdurma, paydos” anlamına gelmektedir.

Ayrıca “atalet” kelimesi ile de ilişkilidir. Atalet, “devinimsizlik, tembellik, çalışmadan oturma, gevşeklik, uyuşukluk” anlamlarına gelmektedir. Bu anlamlarıyla tatil, aslında Müslümanın uzak durduğu bir durumdur. Müslüman, durağan ya da durgun değildir. Müslüman, pasif değildir. Müslüman, mef’ûl (etkide kalan) değildir. Müslüman, dinamiktir. Müslüman, aktiftir. Müslüman, öznedir. Dolayısıyla tatil yaparken bile bir meşguliyet içerisindedir. Bir işi bitirdiği zaman yan gelip yatmaz, hemen diğer bir işe başlar. Çünkü kâinat boşluk kabul etmez. Âyet-i kerîme de bunu Müslümana emretmektedir:

“Öyleyse bir işi bitirince diğerine giriş (İnşirah: 7).” Hadis-i şerîflerde ve sahabe-i kirâmın hayatında sürekli bir aktif olma durumu vardır. Bir gün Hz. Ali “Namazımı kılar, istirahat ederim.” demişti. Kendisini ayıpladılar. O da şu cevabı verdi: “Ben Resulullah (s.a.s)’ı işittim. Şöyle demişti: “Ey Bilâl kalk, bizi namazla istirahate kavuştur (Ebu Davud, Edeb: 86).” Müslümanın tatil ve istirahat anlayışı bu hadis-i şerîfte açık ve net bir şekilde belirtilmiştir. Mü’minlerin önderi Rasulullah (s.a.s), gündüzün ağırlığını ve yorgunluğunu üzerinden atmak için gecelerini değerlendirmiştir. Huzuru ve sükûneti gecelerde aramış ve bulmuştur.

İbadetle rahatlamış, dua ve zikirle huzura ermiştir. “Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura erebilirler (Ra’d: 28).” âyet-i kerîmesini iliklerine kadar yaşayarak huzura ermiştir. Biz de ibadetle rahata kavuşuruz ve ibadetle mutmain oluruz. Hz. Ebubekir (r.a.) efendimizin şu sözü de tatil anlayışımızı şekillendirmektedir. Bizlere neyi dünyada talep edeceğimizi, neyi ahirete tevdi edeceğimizi bildirmektedir. Peygamber efendimizin sadık dostu ve Müslümanların ilk halifesi olan Hz. Ebubekir (r.a.) şöyle buyurmaktadır: “Dört şeyi dört yere bırakın. Uyumayı kabre, rahatı sırat köprüsüne, övünmeyi mizana, arzu ve istekleri cennete (bırakın).” Müslüman bu anlayışta olursa ne kadar güzel olur. Müslüman bu sözü kendisine şiar edinse ne güzel olur.
Müslümanın ne çalışma azmi kırılır ne de kimseden bir şikâyeti olur. “Ben bu dünyada rahat yüzü görmedim.” diyenlere en güzel mesaj, Hz. Ebubekir efendimizin bu mesajı olsa gerek. Bilelim ki, Allah için çalışma ne yorulmaya ne bıkmaya ne yaşa ne maddeye ne başka bir şeye bakar. Bunun en güzel örneği Hanzala b. Ebû Amir (r.a.)’dır. O, evlendiği gecenin sabahında cihada koşturacak kadar Allah yolunda çalışmaya kendini vakfetmiş ve şehadet tacıyla taçlanmış bir sahabedir. Günümüz Müslümanlarıyla ve kendimizle karşılaştırdığımızda, “Biz bu davanın neresindeyiz?” diye kendimize sormamız lazımdır. Müslüman, zamanın değerini çok iyi bilmelidir. Çünkü zaman bir daha geri getirilemeyecek bir kıymettir. Her geçen anın bizim aleyhimize geçtiğini bilmemiz lazımdır. Dolayısıyla zaman, ahirete yatırım için kullanılmak durumundadır. Peygamber efendimiz (s.a.s.)’in meşhur bir hadîsinde

“Beş şeyden evvel beş şeyin kıymetini bil: İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin, hasta olmadan önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, meşguliyetten önce boş vaktin ve ölmeden önce hayatın (Buhari ve Müslim)” ifadeleri yer almaktadır.

Yine İslâm’ın zamana verdiği önemi belirtmek için Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şu hadisini de iyice kavramak gerekir. İbni Abbas (r.a.)’ın naklettiğine göre Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman (Buhârî, Rikak, 1).” Müslümanın boşa harcayacağı bir anı bile yoktur. İmam Şafiî’nin dediği gibi “Vakit keskin bir kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen o seni keser.” Üstad Mustafa Meşhur (r.a.) hapisteki durumunu ve zaman değerlendirmesini anlatırken şu ifadeleri kullanmaktadır: “Biz cezaevinde yararlı işlere kendimizi veriyorduk ve bu işleri bitirmek için vaktimiz yeterli olmuyordu. Oysa birçokları cezaevinde vaktin geçmediğini ve bıktırıcı durumun olduğunu sanırlar (İslâm’a Davet Fıkhı, 4. Cilt, s. 83).” Bir davaya inanmış ve kendisini o davaya adamış insanın vaktini oyunla, eğlenceyle geçirmemesi gerekir. Çoğu insan zamanını boş işlerle zayi etmektedir. Bu vakitler ya televizyon başında, telefon tuşları arasında, bilgisayar ekranlarında ya da gezilerde, araba, otobüs, tren, uçak gibi ulaşım araçlarında geçmektedir. Bu vakitler; zikirle, fikirle, şükürle, ibadet ve itaat ile Kur’ân okumayla, kitap okumayla veya başka faydalı şeylerle geçirilebilecek vakitlerdir. Şehid İmam Hasan El-Bennâ’nın
dediği gibi “Vakit bizzat hayattır.” Bu söz, vaktin kıymetini, boşa geçirilmeyecek kadar değerli olduğunu ifade etmektedir. Vakit bitince hayat da bitmektedir. Dolayısıyla bize nimet olarak bahşedilen bu vakte gerektiği şekliyle değer vermeliyiz. O halde tatil anlayışımız, ehl-i dünyanın anlayışından çok uzak olmalıdır. Böyle olunca zamanımızı katletmiş olmayız. Biz Müslümanlar, her yerde ve her zaman Yüce Allah’ın kuluyuz, O’na bağlıyız ve O’nun kontrolü altındayız. Biz, “İki günü birbirine denk olan zarardadır.” düsturu ile her günün, her anın hakkını veren kimseler olmalıyız. Biz, her geçen günün bir daha geri gelmeyeceğinin şuurunda olmalı, ona göre en iyi şekilde zamanımızı değerlendirmeye çalışmalıyız. Günün bitiminde, “Bugün Allah için ne yaptın?”sorusuna vereceğimiz kalben mutmain olacağımız, Allah’ın razı olacağı cevaplarımız olmalıdır. Zaten yüzyıllardır biz Müslümanlar yeryüzünde tatil havasında yaşamaktayız. Yaklaşık iki asırdır hem bireysel hem de toplumsal olarak asli işimiz olan dünyaya yön verme ve dünyayı Allah’ın emri üzere dizayn etme görevimizden uzaklaşmış bulunmaktayız. Asırlardır birçok açıdan tatile girmiş, paydos etmiş bir haldeyiz. Gafilce dünyaya dalmış, üzerimize ölü toprağından elbise çeçirmişiz.

Şairin dediği gibi: “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum…” (N.F. Kısakürek)

Artık tatil uykusundan uyanmanın vakti gelmiştir. Zaman aleyhimize işlemiş, biz gerilemiş durumdayız. Biz, göğün haberini yeryüzüne yaymaktan aciz kalmışız. Yeryüzü hilafetinin hilafında kalmışız. Yüzyıllardır ancak selef-i sâlihîn ile övünüp durmuşuz. Artık rahatımızı bozacak işlere koyulmamız gerekmektedir. Üzerimizdeki ölü toprağını silkelenmemiz lazımdır. Şehid İmam Hasan el-Bennâ’nın dediği gibi “Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacaktır.” Bugün maalesef kapitalizmin bize dayattığı bir tatil anlayışı ile karşı karşıyayız. İslâmî oteller, İslâmî havuzlar, İslâmî plajlar adıyla Müslümanlar da bu sömürünün içine çekilmiştir. Böylece birçok alanda olduğu gibi bu alanda da Müslümanların paralarına göz dikilmiştir. Bu sömürü düzenine Müslümanları da alet etmişlerdir. Bu sayede hem ılımlı Müslümanlar türemiş hem de türeyen bu yeni kesim maddî olarak sömürü çarkının içine çekilmiştir. “Müslüman hiç mi dinlenmeyecek?” diye bir soru sorulabilir. Elbette Müslüman da insandır. Her insan gibi o da yorulur ve onun da dinlenmeye hakkı vardır. Ama Müslümanın dinlenmesi, gezmesi ve eğlenmesi de Müslümanca, ona yaraşır bir biçimde olmalıdır. Tabi ki dinlenecek ama Müslümanca dinlenecek. Bu yüzden dava adamı, tatil yapacağı yeri ve çevreyi belirlerken seçici olmak zorundadır. İnancına ters düşecek mahallerden uzak duracak. Helal ile haramı karıştırmadan, vaktin katili olmadan, ataletten ve uyuşukluktan uzak bir şekilde dinlenecek. “Biz, haram helal biliriz. Camimizden evimize, işimizden tatilimize bu iki kelime yön verir. Camide ne isek otelde de oyuz. Haramlara karşı giydirilmiş kılıfları da elbette içimize sindirmeyiz. Kör bir taklit uğruna kâfirler gibi tatil yapmanın anlamı yoktur (Nureddin Yıldız).” Dolayısıyla harama girmemek kaydı ile tatil yapmak haram değildir. Ama bizi harama götüren yollar da haramdır, bu bilinçte olmalıyız.
Tatil hazırlıkları ibadetler sekteye uğramayacak şekilde düzenlenmelidir. Allah (cc.) yeryüzünü gezmemizi bize tavsiye ediyor. Niçin? İbret almak için, tefekkür etmek için, tedebbür etmek için, Allah’ın sonsuz kudretini kavramak için, Allah’ın bize verdiği nimetleri görmek için. “Sizden önce ilâhî yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah’ın ayetlerini yalan sayanların akıbetini görünüz (Al-i İmran, 137).” Yeryüzünde ibret almamız gereken birçok şey vardır. Gezilerimizde, tatillerimizde bunları görebilmeliyiz. Geçmişte yaşayan insanların sonunu tefekkür edebilmeliyiz. Kendimize de çeki düzen vermeliyiz. Şu ayetleri iyice düşünmeliyiz ve bizden öncekilerin düştüğü duruma düşmemek için adımlarımızı sayarak atmalıyız:

“Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik. Artık çatıları çökmüş, kuyuları metruk, sarayları bomboş kalmıştır. / Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, orada olanları akıl edecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir (Hacc, 45-46).”

“Onlardan önce nice nesilleri yok ettik ki, onlar varlıkça ve gösterişçe bunlardan daha üstündürler (Meryem 74).”

“Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve artlarından başka bir nesil yetiştirdik (Enam 6).”

Ataleti üzerinden atarak gayrette bulunmak, Allah’ın rızasını kazanacak tatil yaşamak dileğiyle… Boşa vakit harcamamak… Vaktin hayatın kendisi olduğu bilincinde olmak dileğiyle… Haramlardan uzak, günlük ibadet ve zikirleri yerine getirerek dinlenmek temennisiyle. Allah’ın yarattıklarını, nimetlerini tefekkür ederek onlardan ibretler almak temennisiyle… Gerçek dinlenme yeri olan cennette dinlenmeyi daha çok istemek ve ona göre yaşamak temennisiyle… Müslümanca tatil dileğiyle…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?