Batının Dürüstlük Hipnozu
Biz kendimizi bildik bileli Batı, İslam diyarında işgal, katliam, sömürü ve talanlarına devam ediyor. Yine biz kendimizi bildik bileli, herhangi bir İslam ülkesinden batıya herhangi bir saldırı ve işgal girişimi olmamıştır. Zaten buna imkânları da yok. Ama batının İslam ülkelerine, mazlum coğrafyalara vahşi saldırıları hiç durmadı.
Batının işgal ve katliamlarının sebep olduğu öyle yıkım ve dramlar var ki, bunların binde biri batı ülkelerinde olsaydı, kıyamet kopardı. Batının sevgi, saygı, şefkat, merhamet, fazilet ve erdemden soyutlanarak robota dönüştürülmüş insanı, bu yaşananların binde birine tahammül edemez. Tüm mezalimler artarak devam ediyor…
Yakın ve uzak tarihi incelediğimizde batasıca batının tarihi hep böyle zifiri ve hep karanlıktır. Batılıların ellerinde hep mazlumların hesapsız kanları var kıpkızıl… Kursaklarında da her zaman mazlumların emek ve nafakaları var. Aslında batı, övündüğü bugünkü saltanatını mazlumların kanları, gözyaşları ve alın terleri üzerine bina etmiştir. Ama zulümle âbâd olunmaz ve bu böyle gitmez.
Tüm bunlara rağmen batılıların; “insan hakları”, “adalet”, “özgürlük” vb. insani değerlerden bahsetmeleri ne kadar çirkin ve abes. Batının bu hali, fahişenin namustan bahsetmesi gibi bir şey… Ama batılı ne yapıp edip elindeki kitle iletişim organları, mazlum diyarların tüm köşelerine ustaca, sinsice ve sağlam bir şekilde yerleştirdiği her kesimden işbirlikçi hainler vasıtasıyla tüm bu kahpelik ve zulümlerini örtmeyi başarmaya devam ediyor. Örtmek ne ki. Üstüne üstlük kendisini mazlumların hamisi, ebedi özgürlük bekçisi, adaletin mercii olarak tanıtmayı da beceriyor. Tabi yerseniz…
Batının bu iki veya çok yüzlü tavrı garip değil. Çünkü batılı emperyalistlerin mayası bozuk bir kere… Peki, aslında bataklık olan batıyı, bize yıllardır; “muasır medeniyet” diye afra tafra tanıtan kimi siyasilerimiz, sanat erbabımız, elitlerimiz vs. çevrelere ne demeli? Hadi siyasilerin ve batıyla menfaat ilişkisi olan iş erbabının eli mahkûm diyelim…
Ancak daha garibi, bizim buradaki gurbetçilerimiz içinden bir kısmın hala batı kültürünün reklamını yapıyor olması. Demek illüzyon devam ediyor. Kitle iletişim araçları öylesine yoğun bir şekilde batı kültürüne yıkama yağlama çekiyorlar ki, albenili cilalar tüm pislikleri, kapkara çehreleri örtüveriyor. Hipnoz edilmiş yığınlar, görmek istemese de gerçekler, ilelebet kapalı kalmaz. Öyle ya, gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma huyu vardır.
Tabi tüm bu gerçekleri gören insanların sayısı kesinlikle başını kuma gömenlerden daha fazla. Ama her zamanki gibi gerçekleri görenlerin sesleri ya çok cılız çıkıyor. Ya da çıkan sesleri hipnoz halinde olanların naraları ve kuru gürültüleri içinde kayboluyor. Kitle iletişim organlarının ipi de “puştun” (!) elinde olunca, gerçeklerin sesi hepten kayboluyor ve duyulmuyor.
Buyurun size batının çok küçük bir özeti: 18 yaşından sonra, hiçbir sınırı olmayan bir gençlik düşünün. Okuma, çalışma, bir aile içinde yaşama, akşam evine gelme gibi kaygısı ve aile bağı olmayan bir nesil. Tamamen kendi isteğine göre yaşama serbestisi olan bir nesil. Kendisi istemediği takdirde hiçbir şeye zorlanamayan, hiçbir gücün zapt edemediği bir gençlik düşünün. Kaldı ki çokları, daha 16’sını doldurmadan yuvadan firar ediyorlar. Yuvaya da yuva denir mi, o da ayrı bir mevzu…
Batı kültüründe meşru bir şekilde evlilik artık ciddi bir sorun sayılıyor. Dolayısıyla yuvalar eğreti… Nikâhsız beraber yaşayan çiftlerin oluşturduğu; günlük, haftalık, birkaç aylık veya işler yaver giderse birkaç yıllık beraberlikle oluşmuş yuvalar… Stüdyo daire veya bekâr evleri… Çocuk zaten yok. Bir aile olma gibi bir hedef, karşılıklı sadakat ve sorumluluk bilinci hak getire… Zaten evlilik yerine beraber yaşamanın en büyük nedeni, ömür boyu bir kişiye mahkûm olmamak. Aksine istediği zaman istediğiyle olmak. Mümkünse ve gerekirse, elbise değiştirir gibi “partner” değiştirmek…
Saygı sevgi, büyük küçük, anne baba, şefkat merhamet, yardımlaşma dayanışma, düşenin elinden tutma falan… Bunlar çoktan modası geçmiş şeyler. Kapitalizmin, “her şey benimdir. Altta kalanın canı çıksın” ilkesiyle büyüyen, sonra zaman içinde buna, “ibahiye” (sınırsız ahlaksızlık) anlayışını ekleyen batı kültürü çökmüştür. Bugün batı toplumu, müzmin ve iflahı mümkün olmayan bir hastadır. Sadece Avrupa değil, batı kültürüne ram olmuş tüm toplumlar, aynı durumdadır maalesef.
Batı Batı Dedikleri
Batı kompleksi üzere kurulmuş ve kurgulanmış olan yönetim sistemimiz, daha uzun yıllar bu aşağılık kompleksinden kurtulamayacak gibi. Ülkenin her sınıftan insanı da ister istemez bu kompleksten etkilenmektedir. Sanatçı diye tabir edilenler, babalarının hazır ve bol paralarından nemalanan şımarık gençler vb. kimseler; Avrupa’nın neon ışıklı beş yıldızlı otellerinde sürdükleri sefaları televizyon kanalları ve her tür kitle iletişim vasıtalarında ballandıra ballandıra anlatıyorlar.
Batılı kitle iletişim organları da bu vb. abartılı açıklamaları bolca verirken, arka sokaklarda olan bitenleri hiç gündeme getirmiyorlar. Bizim basın, sosyal medya ve televizyonlarında günübirlik çarşaf çarşaf verilen trajedi haberlerini batı da görmek mümkün değildir. Peki, batıda, çocuk tacizleri, kadına şiddet, hırsızlık, dolandırıcılık vb. iç karartan olaylar hiç yaşanmıyor mu? Aksine bizdekinden çok daha fazlası yaşanmaktadır. Ama bazı istisnalar hariç, bu konuda tüm haber kaynakları; kör, sağır ve dilsizdirler.
Yakın geçmişte yaşanan bir “Pizza gate” skandalı bile tüm zamanların en büyük ahlaksızlığıdır. Batının neredeyse tüm idareci, sanatçı ve zenginlerinin bulaştığı bu pislik hemen örtbas edildi. Sadece Irak Ebu Gureyb zindanında yaşanan rezaletler bile batının gerçek yüzünü anlamak için yetip artar. Biz kendimizi bildik bileli başta İslam diyarı olmak üzere, dünyayı kana bulayanlar batılılar değil mi? Ama bu kocaman cürümlerini bile örtmeyi başarmakta ve işgal ettikleri ülkelere “ebedi özgürlük” vb. cilalı manşetlerle girmeye devam ediyorlar.
Ancak, bir zamanlar 4. güç olarak ifade edilen ve çoktan 1. Güç olmuş olan medya, batılılar tarafından çok güçlü bir silah olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla kendilerindeki güzellikleri kat kat abartarak dünyaya servis ederken, iç karartan olumsuz olayların ise üzerini ustaca örtmektedir.
Bunun etkisiyle bizim insanımız da dâhil birçok kimseler; “insanlık varsa batıda var” “demokrasinin kalesi” “özgürlükler cenneti” “İnsan hakları kalesi” vb. sloganları, tekrarlamaya devam etmektedirler. Nice kitleler, gerekse bireysel ve gerekse gruplar halinde vahşi batının cürümlerini örtmeye ortak olmaktadır. Aslında kapkara olan batıyı, bilerek veya bilemeyerek paklamaya katkı sunmaktadırlar.
Bu sözleri olur olmaz yerlerde bilerek veya bilemeyerek tekrar edeneler, nasıl bir vebale ortak olduklarının farkında bile değildirler. Yine bu kalabalıklar, aslında kendi ülkelerini yaşanmaz kılan gücün, batının gizli sinsi ve kalleş elleri olduğunun farkında bile değillerdir. Şu halde batının yalancı rüyasından uyanma vaktidir.
Aklıselim ile düşünelim. Dünyanın çocuk mafyaları, uyuşturucu mafyaları, fuhuş mafyaları kimlerin kontrolündedir. Dünyada şu ana kadar yaşanmış darbe girişimleri, kimlerin kontrol ve girişimleriyle oldu ve olmaktadır. Sağcı-solcu, dinli-dinsiz yüzlerce örgüt, loca, klik, grup vs. oluşumlar, batılıların sinsi ve derinden planlarının sonucu değil midir?”
“Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır.” Misali tam da vahşi batıyı anlatmaktadır. Batılılar asırlardır işgal edip sömürdükleri ülkelerin mazlum halklarına kendilerini kurtarıcı, onların işgal ve talanlarına karşı direnen fedakâr vatan evlatlarını da terörist olarak kabul ettirmeyi başarıyorlar. Düşüne biliyor musunuz? Çalan ve talan eden onlar, öldüren katliam yapan onlar ama hala dünyaya kendilerini kurtarıcı olarak sunma pişkinliğini gösteren de onlar…
Bununla da kalmıyor, ya bizimlesiniz ya da siz de teröristsiniz diye dünyaya efeleniyorlar. Onlarca yıldır, Filistin, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen ve birçok Afrika ülkelerinde devam eden savaşları başlatan, büyüten ve onlarca yol boyunca devam etmesini sağlayanlar; batılılar ve onların içerdeki işbirlikçisi hainler değil mi?
Sonuç itibariyle bundan böyle batıyı “Muasır medeniyet” diye lanse etmeye kalkışan kişi ve çevrelere acıyalım. Ayrıca onlara: “Allah’tan (cc) kork ve bir daha vahşi batının reklamını yapma. Dünyanın dört bir yanında akan kanların, feryat ve figanların, yıkım ve felaketlerin, işgal sömürü ve katliam ve talanların faili olanları temize çıkarma” diye uyarıda bulunalım.
Batı Viran Batılı Perişan
Tarihimizi silip bize ve neslimize uydurma bir tarih dayatanlar, zaman içinde insanımıza kimliklerini unutturdular. Mertliğin, yiğitliğin ve insanlığın tarihini yapan ecdadımızı bize alabildiğine karaladılar. Buna mukabil her vesileyle batıyı bize “muasır medeniyet” diye allayıp pullayarak lanse ettiler. Bir asırdır, hatta tanzimat döneminden hesap edersek iki asra yakındır, batı hayranlığı nesillerimizin zihnine çakılmaya devam ediyor. Bunun sonucu olarak gençliğimizin büyük bir kısmı, batıyla yatıp kalkar oldu.
Bilenler biliyor ki, batı hiçbir zaman medeni olmadı. Mana dünyası çoktan viran olmuş batının, artık madde dünyası da eskisi kadar cazip değil. Özellikle Corona süreci ve sonrasında yaşanan Rusya Ukrayna savaşı, tüm dünyada olduğu gibi batıda da hayatı zorluyor. Aslında takriben bir asırdır yaşadıkları tüm maddi imkânlarını, büyük oranda İslam âleminin yer altı ve yerüstü zenginliklerini talan etmelerine borçludur. Takriben üç asır öncesinden başlattığı işgal ve sömürü çarkını, aşağı yukarı bir asır önce tam olarak işler hale getirdi. Başta İslam âlemi olmak üzere, üçüncü dünya ülkelerinin yer altı ve yerüstü zenginliklerini çalmak suretiyle kendisine bir ikbal üretti.
Ama “kimsenin malından kimseye hayır gelmez” diye bir söz vardır. Batının da asırlardır İslam âlemi ve üçüncü dünya ülkelerinden sömürüp çaldıkları zenginlikler, onlara bir hayır getirmemiş ve getirmeyecektir. Batının işgal ve sömürü üzerine kurmuş olduğu zulüm çarkı, daha bir asrını bile doldurmadan teklemeye başladı. Batının üç asırdır kurduğu işgal ve sömürü çarkı eskisi gibi kolay işlemiyor. Nitekim işgal, sömürü ve talan, artık eskisi kadar kolay olmamaktadır. Yakın gelecekte bunun tezahürleri daha net görülecektir.
Bilindiği üzere Avrupa’nın lokomotifi, Almanya’dır. Maddi açıdan böyle olduğu gibi, güya manevi açıdan da Avrupa’nın en muhafazakâr ülkesidir. Ama gel gör ki, sadece Avrupa’da değil, batı kültürüne müptela tüm ülkelerde, ABD’de, Latin Amerika’da, uzak doğu ülkelerinin hemen hepsinde, bırakın dinden, insanlıktan bahsedilemez olmuştur. İnsani değerler; kusur, ayıp, hatta suç sayılır olmuştur. Ama buna karşılık LGBTİQ+ ve diğer tüm iğrençlikler çağdaşlık ve özgürlük sayılır olmuştur. Bu iğrençlikleri eleştiren ve sınırsız ahlaksızlığın karşısında görüntü veren ülkelere dahi yaptırım uygulanmaktadır.
Almanya’nın dev otomotiv fabrikalarından birinde şef olarak çalışan, cemaatimden bir vatandaş anlatıyor: “Sorumluluğum altında bulunan işçilerin üçte biri uyuşturucu bağımlısı, üçte biri alkolik, diğer üçte biri de bağımlılığın yanında bir de eşcinsel. Bunlar eşcinsel tavırlarını işyerinde de açıkça sergileyebiliyorlar. Müdahale etmek şöyle dursun, sınırsız ahlaksızlık olan LGBT aleyhinde konuşmak dahi yasak. Homolar ahlaksızlıklarında özgür, ama bizim onların davranışlarını eleştirmemiz, bizim için soruşturma ve hatta işten atılma sebebi de olabilir.
Batı kültürüne müptela bu insanlar, hafta sonunu iple çekerler. Barlarda kafa çekmek, diskolarda eğlenmek vd. ahlaksızlıkları yaşamak için. Pazartesi haftanın ilk iş gününde yarı sarhoş durumda olduklarından iş yapacak durumda değiller. Salı günü biraz ayılmış olsalar da yorgunluk ve bezginlikleri sebebiyle yarı kapasite çalışırlar. Çarşamba ve Perşembe tam kapasite çalışsalar da normal sağlıklı bir insan gibi verimli olamazlar. Çünkü evlerinde de dolaplarından biralar, şaraplar eksik olmaz. Cuma günü ise hafta sonu moduna girerek nerede nasıl içip eğleneceklerinin planıyla meşgul olduklarından, onlardan pek bir verim beklemeyiz.
Biz sorumluluk taşıyan şefler ve diğer iş amirleri, alman asıllı olan bu işçileri şikâyet etsek, onlar yerine bizim sıkıntı yaşamamız mümkündür. Aynı şey yabancı bir işçi için geçerli değildir. Yabancı işçi herhangi bir kusur işlediği zaman, çok daha kolay bir şekilde kapı dışarı edilir. Yabancı işçi kalifiye bir usta, mühendis veya işletme elemanı olursa, kısmen tolerans gösterilebilir. Aksi halde gözünün yaşına bakılmaz. Ama Alman asıllı olan işçi genel olarak hep 3-0 önde gibidir. Kıdem, kariyer ve maaş konusunda da kesinlikle bir eşitlik yoktur. Yani iş disiplini, yaptırım vs. daha çok yabancıya uygulanır. İnsan hakları, adalet, eşitlik vb. güzel sözler, vitrinlik demeçler ve dünya insanlığına karşı algı malzemeleridir.
Şu halde şu kapkara batı rüyasından uyanalım ve kendimize gelelim. Batı hiçbir zaman uygar ve medeni olmadı. Medeniyet ve insani değerler, ancak gerçek bir iman ve vahyin öğretileriyle mümkündür. Tarih defalarca buna şahitlik etmiştir. Dolayısıyla gençliğimiz ve tüm İslam neslinin de batının kapkara yüzünü artık görmesi gerekmektedir. Hatta öncelikle zavallı Batı insanının kedisi de bu perişan halden kurtarılmalıdır. Hülasa tüm insanlık İslam’ın huzur nefhalarını bekliyor… Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?