Allah’ın son elçisi büyük bir medeniyetle geldi. Getirdiği medeniyet tamamen güzel bir ahlak üzerine kurulmuştu. Yirmi üç yıllık hayatı boyunca insanları bu medeniyetin eşsiz güzelliklerine ulaştırmak için mücadele etti. Dar-ı bekaya irtihal ettiğinde geride bu medeniyeti uzaklara taşıyacak güzide bir nesil bırakmıştı. Bu nesil İslâm medeniyetinin eşsiz güzelliklerini uzaklara taşımak için harekete geçti. Bu hususta insanlara öğrettikleri hakikatler, ayetlerden ve hadislerden başkası değildi. Zaten İslâm’ın eşsiz medeniyeti de bu iki esas üzerine bina edilmişti.
Resûlullah (s.a.s.) bize eşsiz bir medeniyeti miras bıraktı. Günümüz Müslümanları hayatın her alanına yine İslâm’ın güzelliklerini hâkim kılarak kendi medeniyetlerini tekrar dirilteceklerdir. Bu güç ve kabiliyet onlarda mevcuttur. Hem maddi hem manevi sahada yapacakları çalışmaların yarın bütün insanlığa huzur getiren bir medeniyetin tesisine kapı aralayacağı aşikârdır.
Müslümanlar insanlığa tekrar rehberlik etme durumuna geldiklerinde yeryüzünde zulüm kalkacak ve hakkın hâkimiyeti gerçekleşecektir. Bu sebeple ne maddi ne de manevi olmak üzere hiçbir alanda çalışmadan ödün verilmemelidir. Maddeten ilerlemiş fakat manen zedelenmiş bir dünyanın hiç kimseye faydası olamayacaktır. Zira bugünkü Batı dünyası bu manzarayı yaşamaktadır. Maddeten dünyanın en zengin, en varlıklı, en çok kazanan ülkeleri olmuş olabilirler fakat manen çökmüş olmaları, insanlığı savaşlara sürüklemelerine, ölüm ve cinayetlere sevk etmelerine yol açmaktadır.
Batı âleminin de acilen İslâm’ın paha biçilmez esaslarına bir an önce sarılması ve buradan hareketle tüm insanlığın lehine bir çalışma içine girmesi icap etmektedir. Bu yüzden Batı, İslâm düşmanlığından önce vazgeçmeli ardından da İslâm’ı öğrenme ve yaşama hususunda adım atmalıdır. Çünkü Batı âlemi hemen her türlü dünyevi sistemi denedi ve neticede içindeki manevi açlığı asla doyuramadı. Hâlihazırda doyurma imkânı da kesinlikle yoktur. İslâm’la tanışıp fıtrata teslim olmaktan başka çare kalmamıştır. İleriki satırlarda ifade ettiğimiz gibi şayet Avrupa ve Amerika’daki Müslümanlar orada faal olur ve insanları Kur’ân’ın hakikatleriyle tanıştırırlarsa büyük bir hayra vesile olmuş olurlar. Aslında bu uğurda çalışan Müslümanların sayısı az değildir. Bu tür gayret ve çalışmalar İslam’ın yabancı diyarlarda adım adım yayılışına müjdelemektedir.
Bugün Fransa’da İslam’ın yayılışının önü alınamamaktadır. İslam’ı ülke sathında engellemekle görevlendirilen Fransa başbakanı Macron çaresizdir. Sokaklardan, caddelerden başörtüleriyle okullarına giden Müslüman kız öğrencileri toplayıp götürseler de boşuna. İslam en çok Fransa’da yayılmakta, her geçen gün İslam’a girenlerin sayısında ciddi artışlar olmaktadır.
Avrupalılar şunu da ifade etmekteler: “Bizim denemediğimiz tek şey kaldı, o da İslam.” Doğru söylüyorlar. Şu hayatta her türlü fikri, izm’le biten her düşünceyi, her ideolojiyi sonuna kadar değerlendirdiler. Denediler, tecrübe ettiler ve uyguladılar. Hepsinin çıkmaz sokak ve de karanlık bir dünya olduğunu müşahede ettiler. Tabi oldukları muharref Hristiyan ve Yahudilik de dertlerine derman olamadı. Sonunda İslam’ın kapısını istemeseler de çalacaklardır. İslam’ın fıtrat dini olduğunu er-geç kavrayacaklardır.
Bediuzzaman’ın ifade ettiği gibi Avrupa İslam’a gebedir. Bunu Avrupalılar da çok iyi biliyor. Fakat şimdilik inadı elden bırakmış değiller. Aynı Avrupa ve orada etkili olan masonluk düşüncesi Asya ve Afrika’da İslam’ın devletleşmesini önlemek için elinden geleni ardına bırakmamaktadır. Mezhep, ırk ve din üzerinden kamplaşmalar meydana getirmekte ve özellikle İslam aleminde savaşlar çıkarma peşinde koşmaktadır. Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde de hükümetlere baskı yaparak Müslümanların önünün kesilmesini sağlamak için hararetle çalışmaktadır. Mayıs ayı içinde Hindistan içişleri bakanı aynen şöyle dedi: “Müslümanları eğitimden ve devlet işlerinden uzak tutacağız.” Müslümanların eğitim almalarını istememekteler. Devlet işlerinde faal olmalarını arzu etmemekteler. Onlar da biliyor ki Müslüman, bulunduğu ortamda etkili olur. Yaşadığı din başkalarına sirayet eder.
Mağrib’den ta Doğu Türkistan’a kadar Müslümanlar baskıya maruz kalmakta, başarıları engellenmektedir. Doğu Türkistan Müslümanları Çin zulmüne maruz kalırken, Tunus’ta İslami kimliğiyle bilinen Nahda Partisi bizzat cumhurbaşkanı tarafından baskı ve yıldırmayla siyaset sahasından kovulmaya çalışılmakta, yaşlı lideri zindana atılmaktadır.
Müslümanlar Avrupa’da ve Amerika’da kendi nesillerine İslami eğitim verme noktasında rahat değiller. Devlet belli bir yaştan sonra çocuğu zorla aileden almakta, devlet okullarında eğitmek istemekte, bu da ister istemez İslami olmayan bir hayat anlayışının çocuğun beynine resmedilmesine yol açmakta.
Türkiye geçenlerde güzel bir davranış sergiledi. Bu yıl Avrupa’da düzenlenen güzellik yarışmasına aday göndermedi. Buna vesile olan devlet büyüklerini tebrik ediyoruz. Bu tür rezaletlere iştirak etmemek Türkiye adına sevindirici bir durum.
Doğudan batıya her ne kadar zulüm dozunu artırsa da aslında bu olanlar bir müjdeyi de vermektedir. Dünyanın gündeminde İslam ve Müslümanlar var. Batının “yeşil düşman” olarak niteleyip kara listeye aldığı ve saldırdığı İslam, her gün biraz daha yayılmakta, bütün insanlığa ciddi reçeteler sunacağını en gür sedayla haykırmaktadır. Bugün insanlar bu reçetenin farkına varmış durumdalar. Katar’da dünya kupası maçlarını seyretmeye gelen on binlerce kişi, bu esnada İslam hakkında bilgiler edinerek memleketlerine döndüler. Katarlı Müslümanlar maçları seyretmeyi vesile kılarak aslında onlara hakikati bir nebzede anlatma yoluna gittiler ve bunda başarılı oldular.
İslam’ın ayak sesleri her yerde kendisini hissettirmiş durumda. Batı istemese de güneş kendisini gösterecektir. Onlar da çok net bir şekilde biliyorlar ki güneş balçıkla sıvanmaz. Onun ısı ve ışığından insanlar muhakkak yararlanmak isteyeceklerdir. Çünkü Batı, maddenin çıkmaz bir karanlık olduğunu tecrübe etti ve yolun sonuna gelmiş görünüyor. Kendisine derman olacak tek şeyin İslam olduğunun farkında.
19. Yüzyılın sonunda İngilizlerin liderliğinde Kur’ân’ı Müslümanların elinden almaya çalışan Batı, bugün Mushaf’ı yakarak aslında Kur’an’ı bütün dünyaya tanıtma yoluna gitti. İnsanlar merak ettiler ve nihayette “Bu kitapta neler var ki Batı’nın göbeğinde birileri çıkıp da onu yakmakta?” diyerek kendi dilinde yayınlanmış Kur’ân mealini okuma yoluna gitmekte. Onlar Müslümanların elinde çok güçlü bir metnin olduğunu bilmekteler. Aynı zamanda Müslümanların gelinen süreçte bu metni günlük hayatta uygulamaya çalıştıkları gibi devlet nezdinde de uygulayacaklarını çok iyi bilmekteler. Bu yüzden Kur’ân’a karşı kinlerini açıkça ortaya koymaktalar. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar tüm insanlık Kur’ân’ın aydınlığına doğru giden yola girmiş bulunmaktadır. Her gün ihtida haberleri, Kur’an’la tanışma muştuları gelmeye devam edecek ve Rabbimizin belirttiği gibi Hak karşısında batıl zail olacak. Çünkü bir buçuk asra yakındır Batı, insanlığa ıstırap çektirmekten, milyonlarca insan katletmekten, kan dökmekten, kendisine ait olmayan madenleri gasp ve yağmayla zimmetine geçirmekten başka bir şey yapmadı. İnsanlık artık selamet sahiline yanaşmak için adım atmış bulunmakta ve maddenin çıkmaz sokağından İslam’ın hayat bahşeden sahiline yönelmiş durumdadır. Bu yöneliş ilk cümlemizde söylediğimiz gibi Muhammedi sünnete dayanan bir medeniyeti haber vermektedir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?