Mevdudi’nin ne kadar büyük bir âlim ve mütefekkir olduğu herkesçe malumdur. İsmi anıldığında herkes birkaç kitabını sayacak kadar kendisini tanıyor. Tefhimu’l Kuran, Gelin Müslüman Olalım ve Dört Terim her davetçinin kütüphanesinde yer alan başlıca kitaplardandır. Fakat çokça okunup bilinen bu kitaplarda dahi hayatına ilişkin çok şeye rastlayamıyoruz. Bir diğeri de, ‘Tefhimu’l Kuran’ın yazılma serüvenini,’ Dört Terim’in yazıldığı atmosferi kitabın kendisinde bulamıyoruz. Hâlbuki bir âlimin hayatı, ev içindeki yaşantısı, aile fertleriyle olan ilişkisi ve başarısının arka planı hep merak konusu olagelmiştir.
Rehberimiz Allah Resulü (sav)de hadisleriyle tanışık olmamıza rağmen kendisinin eşleri olan annelerimizle ilişkisi ve muhabbeti bizleri ayrı bir duygulandırıyor, ayrı bir cezbediyor. Bu da insanın sırf cesetten değil de ruhuyla da var olduğunun işaretidir. Sözgelimi, Peygamber Efendimizin (sav) Aişe annemize söylediği “Seni ilk günkü gibi, kördüğüm gibi seviyorum…” sözü erkeklere kadınlar konusunda kendilerine çekidüzen vermeleri açısından en duygu yüklü ihtardır. Tüm bunlar bir âlimin, bir önderin de insan olduğunu, yaşadıklarının yaşanılabilir olduğunu ve örnek alınması konusunda mazeret bulamayacağımızı bizlere gösterir. Allah Resulü’nün (sav) beşer bir peygamber olmasını da böyle anlıyoruz. Çünkü O, bizlere en güzel örnekti.
Hamira Mevdudi’nin ‘Babam Mevdudi’ kitabı; babası hakkında ‘Tercümanü’l Kuran’ adlıblank
dergide yayınlanan ‘Yapraklı Dev Ağaçlar’ adlı otobiyografik makalenin genişletilmiş hali. Kitabın giriş kısmında, İslam Şehidi Seyyid Kutub’un Fi’zilal’de Mevdudi’yi ‘Büyük Müslüman’ olarak tanımladığını Muhammed İkbal’in kendisi için ‘Mürekkebi kan olan kalemi ile Resulullah’ın dinini açıklıyor’ dediğini Ömer Tilmisani’nin Mevdudi ve Hasan el Benna’nın davetteki metodlarının bir olduğundan bunun da kaynaklarının(Kuran-ı Kerim ve Sünnet) bir olmasından ileri geldiğini; Hasan Nedvi’nin onun için ‘İslam ahlakı, İslami yaşam tarzı ve akidesiyle Müslüman gençlikteki ‘yetersizlik’ duygusuyla mücadele etmiş ve onlara güven telkin etmiştir’ dediğini; cenaze namazını kıldıran Yusuf el-Karadavi’nin ise ‘Hastalığın kökünü kurutan toplum doktoru, düşünceyi harekete çeviren, ıslahatçı, mütefekkir ve tezler ve kitaplar telif ettiği gibi adamlar telif eden, modern cahiliye ile cihad eden İslami hareket inşa etmiştir.’ dediğini, El Bayoumi’nin de ‘Böylesi bir mütefekkirin eserleri her Müslüman’ın evinde bulunmalıdır.’ dediğini görüyoruz.
Bu büyük zatların Mevdudi’yle ilgili söylediklerinden sonra Nur Muhammed Cuma kitapla ilgili bir kanaatini belirtir ve bu kitabın ‘eşsiz deha’ olarak nitelediği Mevdudi’nin arkasındaki meçhul askeri ifşa ettiğini söyler. ‘Erkekler hayatı şekillendirir, kadınlar da erkekleri’ sözüne atıfta bulunan Cuma, Mevdudi’yi iki kadının eseri olarak görür. Bu iki kadın, Mevdudi’nin eşi ve annesidir.
Mevdudi’nin kızı Hamira; ‘Hiçbir yazar ya da araştırmacının yakınları tarafından kendisine zihnini toparlayıp, yeni fikirler üreteceği rahat ve huzurlu bir ortam sağlanmadıkça büyük işler başaramayacağını’ söyler. Ve yazdığı bu kitabın dokuz çocuklu ailenin ve yaşlı ninelerin yaşadığı evin sahnelerinin perdesini açtığını söyler. Yine akabinde ‘Savaş meydanı askerlerle doludur. Kimi ön saflarda göğsünü kurşunlara siper eder, kimi arka saflarda durarak ön safları destekler. Ve öyleleri vardır ki ilk bakışta göze çarpmaz ve sanki savaşta en önemsiz rolü üstlenmiş gibi görünürler.’ diyerek Nur Muhammed Cuma’nın sözlerini destekler mahiyette Mevdudi’nin arkasındaki desteğin annesi ve eşi olduğunu bize kanıtlar.
Kitaba bakacak olursak; Mevdudi’nin kerametinin Mahmuda Hanım Efendi olduğunu söyleyebiliriz. Hanımefendi henüz 12 yaşında iken evliliğinin rüyasını görür ve bu rüyayı dedesine anlatır. Daha sonra dedesi bu rüyayı Delhi’deki âlimlerden birine yorumlatır.  Söz konusu âlim,  dedesine ‘Bu kız ünü bütün dünyaya yayılacak olan kıymetli bir âlimle evlenecek’ der.  Nitekim Delhi’nin ileri gelenlerinin Mahmuda Hanım Efendi’ye evlilik konusundaki taleplerini kendisi reddetmiş. Dürüst ve sade bir insan olan Mevdudi önemli işlere vakit ayırabilmek için sakin bir kafaya ihtiyacı olduğunu, fakirliğinin bile hedeflerine mani olmayacağını dile getirdikten sonra evlilik talebinde bulunmuştur. Mevdudi’nin bu talebine mektupla karşılık vermeyi tercih eden Mahmuda Hanım’ın babası cevabını ‘İster fildişi kulelerde ister bomboş çadırlarda ol. Kızımız sana yoldaş olacak ve hayatın zorluklarını seninle birlikte omuzlayıp yükünü hafifletecek.’ satırlarının yazıldığı mektupla vermeyi tercih edecektir. Bu yazılanlar daha sonraki yıllarda hanımefendinin azmini ve sabrını artırmış, cesaretini güçlendirmiştir. Bunu da olayların ayyuka çıktığı bir zamanda Mevdudi’nin annesiyle birikte sergiledikleri bir tutumdan açıkça anlıyoruz. Mevdudi söz konusu olayda bir lider olarak kadınları ve çocukları acilen tahliye etmeye çalışırken eşi ve annesi: “Hindular ellerinde hançerlerle sokaklarda dolaşırken erkekleri bırakıp nasıl gideriz?” diyorlar ve örnek bir aile oldukları için aynı seda tüm evlerden yükselmeye başlar. Mevdudi “Pakistan’a geçen tek bir Müslüman kalmayıncaya kadar kesinlikle buradan kımıldamayacağım!” dedikten sonra annesi harekete geçer. Mushafını boynuna asıp geliniyle birlikte elemli bakışlarla otobüse doğru yürümeye başlarlar. Onlar binince diğer kadınlar ve çocuklar da binerler. Bu olaydan sonra Mahmuda Hanım Efendi, eşinin sözünden hiç çıkmaz.
Bir diğer kahraman da annesidir şüphesiz…
Hamira: “Direnme ve acziyete düşmeme ahlakını oğluna, gelinine ve torunlarına öğreten babaannemin anneme verdiği öğütlerden biri şudur” diyor ve Mevdudi gibi bir dava adamının yaslandığı çınar ağacının nasıl bir insan olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor;
“Çocuklarını şımartma, onları hayatın gerçeklerine uygun yetiştir. Zorluğa da kolaylığa da alıştır. Bazen onlara altından, inci mercandan yemekler ver. Bazen de sadece ekmek ve mercimek ya da ekmek ve süt. Tek bir tarzda eğitme. İstedikleri her şeyi yapma. Anne babalar rahat ve lüksle çocuklarının fıtratlarını bozarken, zamanın acımasız olduğunu unutuyorlar. Zamanın terbiyesiyle büyüyen nice büyük âlimler ve edipler vardır. Ben çocuklarımı böyle yetiştirdim. Bazen en lezzetli yemekler yaptım bazense önlerine sadece mercimek, ekmek ve süt koydum.”
İşte, böyle bir kadının Mevdudi’ye annelik ettiğini, onu terbiye edip yetiştirdiğine şahit oluyoruz kitapta. Böyle bir edeple yetişen Mevdudi, ne hayatın sıcağından kavrulur ne soğuğundan donardı. En büyük sıkıntılar karşısında bile adeta sinirleri çelikten yaratılmış gibiydi. Elbiselerini yamar, kopuk düğmelerini dikerdi. İlk tutuklanışından sonra daima hazır tuttuğu çantasında iğne, iplik ve birkaç düğme vardı.
Nitekim bir hapishane müdürü Mevdudi’ye “Senin ailen gibi hapishaneye sevinç dolu gelen aile görmedim özellikle yaşlı ve güçsüz olmasına rağmen annen.” iltifatında bulunur. Bu iltifata Mevdudi “Biz çocuklarımızı onlara hayatın acılarına sabretmeyi, Allahın kaderine rıza göstermeyi öğreterek yetiştiririz. Beni bu şekilde yetiştiren annem, işte şimdi de aynı yolla torunlarını yetiştiriyor.” cümlesiyle cevap verir.
Kitapta bu ve buna benzer daha birçok örnek mevut. Âlimlerin hatıratlarını okumak onların mücadelelerinin arka planındaki kişileri görmemiz açısından çok önemli. Bu kitabı okuyup ailece dersler çıkarmak dileğiyle….
Ümmetimizin bu zor zamanında bir Mevdudi olmak duasıyla…
Mevdudi’ye bir eş ve bir anne olmak duasıyla….
Allah, Mevdudi’ye, eşine, annesine ve yetişmesine katkıda bulunan herkese rahmet eylesin…
Selam ve dua ile….

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?