Birçok kavramda olduğu gibi aydın ve âlim kavramları üzerinde de zihinsel yaklaşım farklılıkları görmekteyiz. Bakış açısının gölgesinin düştüğü ve anlamları dışına itildiğini düşündüğümüz bu iki kavramın mahiyeti üzerine kaleme aldığım bu yazımda aydın ve âlim üzerinde duracağım. Toplumu dönüştürmede hafızanın ve kavramlara yüklenen anlamların ne derece önem arz ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla yerli yerine oturmamış ve ne olduğu henüz tam anlaşılamamış sözcükler üzerinden mesaj taşımak da o derece güç olacaktır.
Aydın sözcüğü Osmanlıca’da münevver, Latince’de ıntellectualis, İngilizce’de Intellectual, Fransızca’da Intellectuel, Almanca’da Intellektuelle, İspanyolca’da intelectual sözcükleri ile ifade edilir. Türkçe karşılığı olarak da aydın kelimesini kullanmaktayız. Ruslar aydın kelimesi yerine “entelijansiya” sözcüğünü kullanırlar.
Bilgiyi geliştirip yaygın hale getiren, içinde yaşadığı toplumla barışık, karşılaştığı müşkülleri zekâsıyla çözme becerisine sahip ve mevcut yönetimle uzlaşmaz tutum içinde olup halkın yanında yer alan kişi gibi anlamlar taşır aydın sözcüğü. Doğuşu itibariyle mevcut yönetimlerle çatışmayı belirgin bir şekilde ifade eder. Batılı bir kökene sahiptir. Hıristiyanlığın tüm bid’atlarıyla hüküm sürdüğü batının topluma dayadığı baskı ve hayatı çekilmez kıldığı bir süreçte ortaya çıkan farklı freaksyonların başını aydın denilen kişiler çekmiş ve toplumu özgürlüğüne kavuşturma gayesiyle din- akıl çatışmasını ortaya koyarak halkı “akıl mı, din mi?” tercihini yapma noktasına getirmişlerdir. Birçok hurafeyi içinde barındıran kilisenin bu tutumlar karşısında tavrı oldukça sert olmuş, kurulan Engizisyon mahkemeleriyle de aydın denilen kişiler yargılanmış ve türlü işkencelere maruz kalmışlardır.
Ali Şeriati aydın kelimesi üzerindeki düşüncelerini şu şekilde ifade eder; “Karşılık olarak aydın dediğimiz kelime, Avrupa dilinde ‘entelijansiya’dır. Bu kelime mastar isim olup sıfatı ‘entelektüel’dir. Entelektüel kelimesinin kökü ‘entelekt’dir. Entelekt; beyin, akıl, şuur, kavrama gücü ve zekilik ve anlama manalarına gelir. Entelijans insan, akıllı, kavrayış sahibi ve düşünen insan demektir.”
Topluma yön vermek ve mevcut statik durumdan kurtarıp hareketlilik kazandırmak, devam eden haksız uygulamalara toplumla birlikte karşı durmak ve hal çaresi için çözüm arayışlarına girmek işi aydın misyonun sorumluluğunda olan eylemler olarak göze çarpar. Entelektüel, aydın ve bilge kişilikler bu noktada ayrılırlar. Aydın hem bilgiyi hem hareketliliği, tebliğci duruşu içinde taşır. Sanatçı kişiliğe sahip olup becerisiyle bir yer edinmiş kişilere Entelektüel diyebiliriz. Aydın diyemeyiz. Bilgili ve kültürlü olan kişilere Bilge demekte bir beis yok. Ancak yine de aydın dememiz için gerekli koşullar oluşmamıştır.
Cemil Meriç’e göre Entellektüel: zamanının irfanına sahip olan, ülkesinin dilini, edebiyatını, tarihini bilen, dünyadaki belli başlı düşünce akımlarına yabancı olmayan insandır. Edward Said Entelektüeli, ‘’belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi, ya da kanıyı temsil etme, somutlaştırma, ifade etme yetisine sahip olan birey” olarak görür. Ali Şeriati Entellektüeli; “Aydın, bir ferdin düşünme bakımından sıfatı iken entelektüel, ferdin meslek bakımından sıfatıdır, bu kurala göre bazı aydınlar entelektüel iken bazıları değildir.” Şeklinde tanımlar.
Aydınların çabası sonucu oluşan bilinç seviyesi ışığında sorunların çözümüne yönelik adımlar atılır ve aydınlanma dediğimiz sonuç meydana gelir. Imanuel Kant Aydınlanmayı şöyle ifade eder; ‘’Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanmayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığı ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.’’ Aslında aklı kullanma noktasında aydın âlim tanımı yapanların yanıldıkları bir nokta vardır. Naslara göre hüküm verip dini ilimler çerçevesinde gelişimini tamamlayan ve hiçbir anını boş bırakmayıp toplumla sürekli bir birliktelik içinde olan, tebliğ için zaman harcayan ve halkın gönlünü fethederek onlarla hemhal olan âlimler aydın olamaz savı… Bu vecihle hiçbir zaman aydından ayrılmaz âlimler… Hem dayandıkları naslar, onlara akıllarını kullanmalarını emreder; “Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Bir de Allah, akıllarını iyi kullanmayanlara azap verir.” (Yunus Suresi, 100)
Aydınlar yaşadıkları toplumun sorunlarına çare aramak üzere toplumun tüm dinamiklerine hükmederler. Bilgedirler. Liderdirler. Sanatkârdırlar. Ruh ve akıl ekseninde günün anlamını en tepe noktada yorumlayabilirler. Ali Şeriati aydın misyonunu şöyle açıklar; “aydının kendi zamanındaki sorumluluğu, peygamber olmadığı halde toplumuna önderlik etmek, halk kitlesine mesajı aktarmak, onlara seslenmek, halkın donuk kapanmış kulaklarına bilinç ve kurtuluşu seslenmek, yönü göstermek, durağan toplumda harekete önderlik etmek ve hareketsiz kalmış toplumda yeni bir iman ateşi tutuşturmaktır.”
Aydın kelimesi doğduğu ülkenin izlerini taşır. Her toplumun aydınları vardır. Bilim, sanat ve kültürle uğraşan kişilerden müteşekkil birer sosyal grup olan aydınlar, kendi bağımsızlıklarını kurmakla kalmamış aynı zamanda sosyal ve siyasal etki alanları da oluşturup toplumun tüm dinamiklerine sirayet etmeyi bilmişlerdir.
Batı toplumunda matbaanın bulunmasıyla beraber hareketlenen entelektüel yapı, toplumun farklı katmanlarından yakın ilgi ve alaka ile daha güçlü sosyal kurumların da oluşmasına zemin hazırladı. Böylelikle sesleri daha gür çıkmaya başlayan aydınların telkinleriyle Fransız ihtilali yapıldı. Farklı alanlarda eserler ortaya kondu. Tüm alanlarda yükselen sesin müşterek noktası aklın vahyin önünde yürümesi gerektiği düşüncesiydi. Akıl vahiy uzlaşmazlığı varmış gibi bir hava estirilerek dinden uzak, seküler bir bakış açısı hayatın merkezine oturtulmaya çalışıldı. Bu felsefe, yıllarca İslam dünyasında yankı buldu. Batı üniversitelerinde okuyup Müslüman aydınlar, aldıkları eğitimin bir çıktısı olarak kendi ülkelerinde etki sahası oluşturmaya ve ekoller kurmaya başladılar. Uyku halinde olan İslam dünyası uzun bir süre olup bitenin farkında olmadan yaşanan değişimin palazlanmasına göz yumdu.
Bilim – din çatışması noktasına taşınan bu tutumların yaşandığı Batı toplumunda durum bu iken, İslam dünyasında Âlimler ipi göğüslemiş, kanaat önderi konumunda olan Din Bilginleri, Fransız ihtilal’ının yaşandığı sancılı dönemlerde, Kilise- Halk çatışmalarının yaşandığı ve Pozitivizmin çok etkin olmaya başladığı dönemlerde kendi misyonunu yeterince icra edemediğinden Batıya gereken önderliği yapamamıştır. Aydınlanma çağının yaşandığı dönemlerde âlimlerin sesi sönük çıkmamış olsa, İslam dünyası Batıya da öncülük edecek ve İslam’ın özünde var olan cevher ortaya çıkarılacak, Allah’ın dini İslam gündeme taşınarak gerçek kurtuluş yolu daha bariz bir şekilde insanlığa sunulmuş olabilecekti.
Batının aksiyoner bilgeleri olan aydınların yerini Doğuda âlimler alır. Âlimlerin aydınların sahip olduğu tüm özellikleri aslında taşımaları gerekir. Bugün bu olgudan söz edemiyorsak da olması gereken budur. Bu noktada iyi örnekler olduğu gibi ufkun ötesi karartıldığından dolayı kötü örnekler de maalesef çoktur. Peygamberler nasıl ki kendi ümmetlerini toplumun sapıklıklarından, devrin zorba güçlerinden kurtarma, insanları insanların kulluğundan kurtarıp Allaha kulluğuna taşıma anlayışındaysa, aydınlar da kendi dönemlerinde aynı görevi ifa etmişlerse, onların varisleri olarak addedilen âlimlerin de aynı düzlemde mücadele etmeleri gerekmektedir.
Dini anlayışa kanalize etme hüneriyle perçinlenmiş âlim söylemi, daha ziyade dünyevi kaygıları seslendiren aydın söylemiyle elbette bir olamaz. Ama hem dünyayı hem ahreti mamur etmek amacıyla hayatımıza soktuğumuz din mesajının da yüksek perdeden beyinlere ve kalplere ulaştırılması ayrı bir vicdani sorumluluktur. Varış noktası toplumun bilinçlenmesi ve zihnen, fikren ve ahlaken kalkınması olunca, donuk anlayıştan kurtulup akıl erkini kullanarak doğru yolu bulmak olunca, aydın ve âlim statüsü hususunda bir bütünlükten, benzerlikten söz edebiliriz. Böyle düşününce âlimlerimizin sorumluluğu da artmış olacaktır. Kendi kabuklarına çekilmek değil, toplumun kalbine inip sorun ve ihtiyaçlarına cevap aramak onları gerçek tanımlarının içine çekecektir.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?