Bilindiği üzere insana ancak çalıştığının karşılığı vardır. Kim ne için çalışırsa çoğu kere daha bu dünyadayken de karşılığını almaktadır. Kâfirler çalıştıklarının karşılığını sadece dünyada ve dünyalık olarak alıyorlar. Ama müminlerin kazançları hem dünyada hem ahrettedir ki, ahiret kazancı dünya kazancıyla kıyas edilemez. Özellikle cihat ve şehadet gibi bazı amellere ise paha biçilemez.
Cihat ve şehadet, düşmanın en çok korktuğu, İslâm’ın çok özel ibadetleridir. Zira küresel zalimlerin önünde tek engel, İslâm’ın bu özel ibadeti kalmıştır. Zira her anı ibadet olan cihat, sonra şehadetle taçlanırsa, tüm günahlara kefaret olmaktadır ki, buna denk bir ibadet yoktur. İlim tahsili hariç. Bu nedenledir ki, Müslümanlar tarih boyunca bu ibadetin üzerinde özellikle durmuşlardır.
İşte bunca naslardan dolayı zaman zaman engelli sahâbiler, hatta kadınlar bile Resûlullah’a (sav) gelip, cihada denk bir ibadet var mı, diye sormuşlardır. Çünkü tüm sahâbiler, kadınıyla erkeğiyle hayır ve sevap yarışındaydılar. Resûlullah (sav) önceleri cihada denk bir ibadet olmadığını ifade etmişse de ısrarlar üzerine farklı cevapları da olmuştur.
Şu hadîs-i şerîf, bu konuyu özetleyen onlarca nastan sadece bir tanesidir. “Bir adam gelip:
–Yâ Resûlallah! Bana cihada denk bir iş gösterseniz, dedi. Resûlullah (sav):
–”Cihada denk olacak bir iş bulamıyorum ki!” buyurdu; sonra da şöyle devam etti: “Allah yolunda cihat eden kimse yola çıktığında sen de mescidine girip hiç ara vermeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya güç yetirebilir misin?” Soruyu soran kişi:
–Buna kim güç yetirebilir ki, dedi. 1
Kur’ân-ı Kerîm’de cihatla ilgili 530 ayet bulunmaktadır. Bir o kadar da hadîs külliyatında hadîsler bulunmaktadır ki, bunlar düşmanın uykusunu kaçırmakta onlara kâbus olmaktadır. Bu sebepledir ki, düşman, ümmetin bu direniş hattını kırmak için özel çaba harcamaktadır. Yıllardır FETÖ ihanet çetesi vb. örgütler vasıtasıyla sinsice yürütülen “ılımlı İslâm” projeleri bu hattı yarmak içindir. Eğer başarılı olsalardı cihadı terör, mücahidi de terörist olarak lanse etmeyi tamamlamış olacaklardı. Tekbir getiren Müslümanları öldüren DEAŞ vb. vahşet örgütlerinin üretilmesi de yine bunun içindi. Ama bunu başaramadılar ve başaramayacaklar.
Dikkat ederseniz, düşman bizim bireysel ibadetlerimize ya da ibadetlerimizin bireysel yönüne pek karışmamaktadır. Örneğin hac ibadetinden korkuları, dünyanın dört bir yanından her yıl milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek, tanıştırması, kaynaştırması ve güçlerinin farkına vardırmasıdır. Hilafet gibi bu ibadeti de kaldırmayı kendi aralarında tartışmış, ama cesaret edememişlerdir.
Düşmanlarımız, ümmeti kıyama sevk eden cihat ve şehadeti kâbus olarak değerlendirmektedir. Ama buna mukabil, ümmeti koyun gibi güdülmeye, sığır gibi sağılmaya müsait kalabalıklara çevirmeye çalışan kimi örgüt ve mahfilleri de teşvik etmektedir. Evrenesoğlu, Kıbrısî tarikatı, kedicik locası vb. gibi…
Şehit Kanı, Gözyaşı, Alın Teri
Şubat ayı, şehadet ayı olarak bilinegelmiştir haklı olarak. Allah’a (c.c) verdikleri söze sadık müminler yılın her ayı ve gününde elbette şehit olmaya devam etmektedirler. Özellikle son çeyrek asırdır günübirlik onlarca, hatta bazen yüzlerce şehit, İslâm ümmetine can vermektedir. Ancak tarihe mal olmuş birçok önemli şehidin şubat ayı içinde şehit olması, şubat ayına “şehitler ayı” diye haklı bir unvan kazandırmıştır.
Şu anda Şam diyarında, Yemen’de, Irak’ta, Hindistan’da, Myanmar’da, Doğu Türkistan’da, şehitler Hakk’a yürümeye devam ediyorlar. Bir asra yakındır, yiğit Filistin halkı, yüce İslâm davasına kurbanlar sunmaya devam ediyor. Mısır zindanlarında ayda kaç insan işkenceden veya zaten işkence olan zindan şartlarından şehit olmaktadır, bilinmiyor. Ancak bilelim ki, şehitler, kayıp değil kazançtır. Bir şehidin kanı, binlerce yiğide can olur, heyecan olur, enerji ve sinerji olur. Evet, her ayda şehadet güzel ama şubatta bir başka güzeldir.
Bizzat İhvân-ı Müslimîn’in kurucusu Şehit İmâm Hasan el-Bennâ, genç yaşta şehit edildiği gibi, sonrasında bu şehitler kervanına nice binler, on binler, yüz binler katıldılar… Özellikle Tahrir ve Rabia meydanlarından sonra bu daha da belirginleşti. Bu yiğit, fedakâr ve cefakâr Müslümanlar ve ümmetin nice kahraman evlatları, bir asra yakındır İslâm’ın zafer çarkına, şehit kanı, gözyaşı ve alın teri taşımaktadır. İşte Suriye, Irak, Yemen, Filistin, Afrika vs. İslâm diyarında olanlar… Ve daha niceleri… Bu emektarlar, ahirette alacakları büyük mükâfatın yanında, bu dünyada da bir zafer mükâfatı hak etmektedir.
Bir zamanlar, İslâm ülkelerini istila eden materyalist düşünce taraftarı yobazlar, yıllarca bunun faturasını İslâm’a çıkarmaya çalıştılar. Yıllarca “Batı ülkeleri gibi terakki etmek için “gericilik” olan mistik dini düşüncelerden sıyrılmalıyız” dediler… Şimdi ayan beyan ortaya çıkıyor ki, Batı, kurduğu içli dışlı tezgâhlarla hem İslâm âlemini vs. üçüncü dünya ülkelerini iliklerine kadar sömürüyor hem de bu suçlarını ustaca İslâm’ın ve Müslümanların üzerine atıyor. “Batı hem suçlu hem güçlü” boşuna dememişler: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” diye.
Ama elhamdülillah artık insanlık uyanıyor, batının bu yalanları eskisi gibi tutmuyor. Şimdi özelde İslâm âleminin, genelde tüm dünyanın mazlum halklarının kurtuluşu için çalışma zamanı. Her gece gibi bu gecenin de bir şafağı olmalı. Zulüm, işgal, sömürü, katliam kısaca tüm vahşetler son bulmalı. Zalimlerin defterleri dürülmeli, mazlumların yüzleri gülmeli artık…
İşte bunun için önce İslâm davetçilerinin alın terleri, abid ve zahitlerin gözyaşları ve şehitlerin pak kanlarına ihtiyaç var. Tarih boyu bu böyle olmuştur. Zalimler, kendiliğinden mazlumların haklarını teslim etmezler. “Hak verilmez, alınır” sözü zaten zalimlere karşı söylenmiş bir söz olsa gerek. Tabi davetçi, abid ve şehitler ayrı ayrı kimseler olacak değil. Olması gereken; Allah’ın (c.c) dinine hizmet şuurunu kavramış her müminin, hizmet yolunda gereği kadar alın teri döken birer davetçi, gerektiğinde gözyaşı döken birer zahit ve Allah (c.c) yolunda şehadet için sırasını bekleyen birer mücahit olmalarıdır.
Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Cihat kıyamet kopuncaya kadar devam edecektir.” 2 “Hayber Hayber yâ yehûd! Ceyşu Muhammed savfe ya’ûd” Ey Siyonistler! “Sizin hayatı sevdiğiniz kadar ölümü seven Muhammedî yiğitlerden korkun!” Döktüğünüz bunca kanlardan dolayı korkun, mazlumların bunca gözyaşı ve feryatlarından dolayı korkun, işgal ettiğiniz ve kirlettiğiniz mukaddes diyarlardan dolayı korkun.
Ey ABD, tüm batılılar ve onların içimizdeki satılmış piyonları olan hainler! Hepiniz korkun. İyi bilin ki, “el-Hakku ya’lu velâ yu’la aleyh: Hak hep üstündür ve galiptir, asla mağlup olmaz.” Tarih boyunca zalimler nasıl hesap vermişlerse, yine hesap verecekler. Ama bugün ama yarın. Ama bu dünyada, ama gerçek, sonsuz ve büyük adalet gününde…
Şehitler İslâmî Hareketin En Değerli Kazançlarıdır
Cihat ve şehadetle ilgili bunca nastan sonra şurası kesindir ki, şehitler bir kayıp değil, aksine çok büyük kazançtır. Bir şehit, binlerce mücahidin yüreğine tükenmez bir enerji olur. O yüzden İslâm ümmetinin yiğitleri, şu tekerlemeyi tekrarlayıp durmuşlardır.
“Biz bir ölür, bin diriliriz.” Birçoğu da “Oğlumu veya kardeşimi kaybettim ifadesi yerine, bir şehit kazandım” demeyi tercih etmişlerdir. İşte bunu İslâm diyarının dört bir yanında bir asırdır devam etmekte olan tüm savaşlarda görmekteyiz. Bu durum, daha önceki asırlarda da böyleydi.
Şehitlerin pak kanları, sadece kendi şehirlerini ve ülkelerini değil, tüm İslâm âlemini, hatta dünya Müslümanlarını harekete geçiriyor. Aslında cihat ve şehadete sevdalı olan yiğitler, zaten hareket halindedir. Ama son yarım asırdır dökülen şehit kanları, onların hareketlerine hareket, amellerine bereket, enerjilerine enerji katıyor.
Ayrıca sadece Müslümanları da değil, fıtratı bozulmamış nice gayri Müslim insanları da uyandırıyor şehitlerin kanı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Onların içimizden devşirerek ürettikleri; dinli ve dinsiz cani örgütler vasıtasıyla köpürtüp durdukları, İslamofobya da çare değil. Bekleyin ve görün… Özellikle şu ayet ve hadîsler gibi binlerce delil müminleri göreve çağırırken…
“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 23)
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (Nîsâ, 75)
“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez. Sadece şehit, gördüğü aşırı itibar ve ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.” 3
“Kim Allah’a gerçekten inanarak ve vadine gönülden bağlanarak O’nun yolunda cihat etmek için at beslerse o atın yediği, içtiği, gübresi ve bevli kıyamet gününde o kimsenin sevapları arasında olacaktır.” 4
İslâm şehitlerine selam olsun, Filistin şehitlerine selam olsun, Aksa şehitlerine selam olsun. Şam diyarının, Mısır’ın, Rabia’nın, Yemen’in, Irak’ın, Doğu Türkistan’ın, Halepçe’nin, Guta’nın, Miyanmar’ın, kısaca tüm İslâm diyarlarının, tüm zaman ve mekânların şühedasına selam olsun.
Ey aziz şehitlerimiz! Beraber bulunduğunuz ve arkadaşları olduğunuz, peygamberlere, sıddıklara ve salihlere bizden de selam söyleyiniz. Şefaatinizde bize de yer ayırınız ve biliniz ki, yolunuz yolumuzdur. Yolunuzu sürdüreceğiz Allah’ın izniyle…
“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar diri olup Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah’ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler.” (Âl-i İmrân, 169-170)
Allâhu ekber ve li’llâhi’l-hamd… Subhâneke… Bihamdike… Estağfiruke…
Kaynakça
1) Buhârî, Cihâd I, Riyâzü’s-sâlihîn, 1301. 2) Mecma’u’z-zevâid, 1-106. 3) Buhârî, Cihâd, 21; Müslim, İmâre 109. Riyâzü’s-sâlihîn, 1314. 4) Buhârî, Cihâd, 45. Riyâzü’s-sâlihîn, 1333.