Eğitim ve terbiye İslami bir cemaatin temel harcıdır. Eğitim ve terbiye olmadan bir oluşum tesis edilemez ve varlığını devam ettiremez. Öğretim de elbette önemlidir. Ancak eğitim ve terbiye ondan çok daha önemli ve önceliklidir. Eğitim ve terbiye tek başına bir kişi, kuruluş veya oluşumu devam ettirebilir. Ancak öğretim, beraberinde eğitim olmadan tek başına, bir oluşumu tesis edemez ve varlığını devam ettiremez.
Bilindiği üzere öğretim, işin sadece teorik yönüdür. Ama öğretim, işin hem eğitim hem de pratiği demektir. Başka bir deyimle, eğitim öğretimi tekeffül eder. Ama öğretim eğitimi tekeffül etmez. Dolayısıyla bir İslami yapı sağlam bir şekilde var olmak ve varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirmek istiyorsa, öğretimden çok daha önce ve ehemmiyetle eğitim ve terbiyenin üzerinde durmak zorundadır.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, bir yapı sadece öğretime odaklanıp eğitim ve terbiyeyi ihmal ederse, o yapı eksik bir yapıdır. Hem de ciddi oranda eksiktir. Zira İslami bir yapıda öğretimin önem ve gereği % 25 ise, eğitim ve terbiyenin gereği % 75’dir diyebiliriz. Dolayısıyla eğitim ve terbiye çok daha önemli ve önceliklidir.
28 Şubat sürecinde en çok savrulan yapılar, eğitim ve terbiyede eksik olan yapılardı. Hâlbuki o dönemde mahud İslami yapılar genel olarak öğretime ciddi ağırlık veriyorlardı. Yani kuru kuru okumaları çok yapıyor ama öğrendiklerini yaşama konusunda oldukça ihmalkâr idiler. En sert ve en yüksek tonda sloganlar atmakta en öndeydiler ama okuduklarını hayatlarına tatbik etme ve İslam’ın temsilinde en düşük durumda idiler. Hatta diyebiliriz ki en çok okuyan ve en çok laf kalabalığı ve gürültü yapanlar o dönemde en çok dökülenler oldular. Dolayısıyla eğitim ve terbiye, öğretimden çok daha öncelikli ve önemlidir.
Eğitim ve terbiye bir oluşumun temelidir. Bir cemaatin doğruluk, sağlamlık ve istikameti, eğitim ve terbiyesinin sağlamlık, doğruluk ve yoğunluğuyla orantılıdır. Cemaatlerin eğitim ve öğretimleri ise doğal olarak cemaatlerin yapısına göre farklılık arz etmektedir. Derler ya: “Bitki kökleri üzerinde yeşerir.” Bir cemaat veya İslami yapının eğitim ve terbiyesi de o yapının temeli üzere gelişip devam eder.
Eğitimsiz, Tepeden İnme Olmaz
Şunu unutmayalım ki, sağlam ve dolu dolu bir eğitim ile toplumsal dönüşümü gerçekleştirmediğimiz müddetçe, parlamentodaki tüm milletvekillerini alsak da neticeye varamayız. Sistemi kurgulayanlar, nasıl olsa bir çaresini bulur, 1920 model bu dökülen arabanın direksiyonunu yine alırlar. Onlar için her yol mubah; darbe, terör, algı operasyonları, şantaj, ekonomik sıkboğazlar ve daha neler…
“…Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…” (Rad, 13/11) “Nasıl olursanız, öyle idare edilirsiniz.”[1] Keyfiyetiniz ne ise, başınızdakilerin keyfiyeti de o olur. Siz nasıl bir kaynak iseniz, başınızdakiler de o kaynağın mahsulüdür. (Deylemî, Müsned, 3/305)
Nebevi metot insanların yüreklerini fethedip, onları ikna etmek ve kendi istekleriyle hakkı kabullenmeleri üzerine kuruludur. Zoraki ve despotlukla olan kabule, “iman” ve “teslimiyet” denmez. Böyle zoraki teslim olmuş görünen kimseye de “Müslüman” değil, “Münafık” denir. Dolayısıyla nebevi metot önce yürekleri fethetmeyi gerektirir. Bu da davet, eğitim ve terbiyeyle olabilecek, çok sabır, azim ve sebat gerektiren bir iştir.
Aksi halde, tepeden inme darbeyle ve zoraki olan yönetim değişiklikleri, yine benzeri başka birileri tarafından devrilmeye mahkûmdur. Diyelim ki bilinen despot ve zorba idareciler gibi uzun yıllar iktidarı korumayı başarsanız da bu gerçek ve adil bir idare değildir. Böyle bir idarede rıza, güven, emniyet, huzur, fazilet, erdem, bereket yoktur, olamaz da. Bu ise İslam’ın ruhuna terstir.
Şehit imam Hasan el-Benna (rh.a) 80 yıl öncesinden çok önemli bir tespit yapmış. Müslüman fert, Müslüman aile, Müslüman toplum formülü… Kaldı ki bu formül, Resulullah (sav) diğer peygamberlerin uyguladığı formül olup, fıtrata da en uygun olandır. Hiçbir peygamber, tepeden inme bir darbeyle falan toplumlara hükümranlık kurmaya kalkmamıştır. Zaten İslam’ın ve İslam’ın davetçisi olan peygamberlerin hedefi de insanlar üzerinde hükümranlık kurmak, onlara reis ve idareci olmak değildir. Aksine onlara rehberlik yaparak, kendi istekleriyle tağutu reddedip, ilahi sisteme teslim olmalarını sağlamaktır.
Toplum ailelerden, aileler fertlerden oluşmaktadır. Şu hâlde en mükemmel, en sağlam ve en kalıcı yöntem, önce doğru bir eğitim ve terbiyeyle insanların yüreklerini fethetmek. Yürekleri ve her şeyleriyle İslam’a adanmış eğitimli fertler yetiştirmek… Sonra bu fertlerden oluşan eğitimli, adanmış aileler, bu ailelerden de eğitimli ve adanmış bir toplum oluşturmak. Bunu da tabii ki her meşru vasıta ve yöntemle, ama özellikle sağlıklı bir eğitim ve terbiyeyle yapabiliriz.
Ne Kadar Şümul O Kadar Eğitim
Bilindiği üzere bir İslami cemaatin olmasa olmaz vasıfları vardır. Bunların en önemlileri, “Rabbanilik” “Evrensellik” ve “Şümullülük”tür. Dolayısıyla bu vb. vasıflar bir cemaatin eğitim ve terbiyesine de yansır. Rabbani olmayan bir oluşumdan, rabbani bir eğitim ve terbiye sadır olamaz. Evrensel olmayan bir yapıdan da evrensel bir ufuk ve böylesi geniş ufka dayalı bir eğitim ve öğretim beklenemez.
Ama bir cemaatin eğitim ve öğretimle çok daha yakından alakalı olan vasfı “şümullülük” vasfıdır. İslami bir cemaat ne denli şümullü ise, onun eğitim programı da o denli şümullü olacaktır. Aksi halde İslami bir oluşum, İslam’ın belli yönlerine yoğunlaşmış, diğer yönlerini ise tamamen veya kısmen imal ediyorsa, eğitim programı da böyle eksik kalacaktır. İslam’ı tüm yönleriyle kuşatmayan bir oluşumdan kapsamlı ve şümullü bir eğitim programı beklenemez. Cemaatin kendisi ne denli kuşatıcı ise eğitim ve terbiyesi de o denli kapsamlı ve kuşatıcı olacaktır.
Kimi İslami oluşumlar sadece İslam’ın tebliğ yönüne odaklanır. İslam’ın diğer yönlerini tamamen veya kısmen ihmal ederler. Doğal olarak böyle bir yapı müntesiplerini birer tebliğci olarak yetiştirmeye odaklanacaktır. Diğer yönler ya tamamen boş kalacak veya ciddi oranda gölgede kalacaktır. Nitekim “tebliğ cemaati” adıyla anılan oluşumlar bu şekildedir.
Başka bazı oluşumlar “nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesi”ne odaklanıp İslam’ın diğer yönlerini aynı şekilde ihmal ederler. Dolayısıyla bu dengesizliğin böylesi yapıların eğitim ve öğretim programlarına yansıması da kaçınılmazdır. Birçok tasavvufi oluşumlar/tarikatlar bu kabilden sayılabilirler. Tarikatlar içinde istisnalar olabilir. Ancak bilindiği üzere istisnalar kaideyi bozmazlar.
Başka bir oluşum hakaik-i imaniyeye odaklanırken, İslam’ın diğer esaslarını tamamen ve kısmen ihmal eder. Bu konuda fikir ve düşünceleri sabit ve tartışma kabul etmez. Tabii taassup arttıkça, eğitim sistemindeki açık ve yetersizlik de aynı oranda artacaktır. Bu durum, taassubkâr her yapı için de geçerlidir.
Başka bir yapı veya yapılar, siyasete odaklanıp İslam’ın diğer yönlerini ihmal ederler. Siyaset de İslami çalışmada önemlidir elbette, ama sadece buna odaklanıp diğer yönlere gereği kadar önem ve ağırlık vermemek, takdir edersiniz ki açık bir eksikliktir. Özellikle siyasete odaklanan yapıların, siyasi çalışmalardan eğitime ayıracakları, zaman, emek ve masrafları oldukça kısırdır. Zira tek başına siyaset, büyük bir iştir.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: “İslam’ı tüm yönleriyle kuşatan şümullü bir cemaat siyasetle uğraşmasın mı? Uğraştığı takdirde siyasi çalışmalar ona da engel olmayacak mı? Cevap olarak deriz ki, nebevi metotla ve şümullülük esasına göre kurulan ve öyle devam eden İslami bir cemaatte bu risk en asgari düzeyde olur. Çünkü böyle bir yapıyı bütün bir bedene benzetirsek, siyasi çalışma, bu gövdeye bağlı birkaç parmak veya en fazla bir el hükmündedir. Dolayısıyla duyu organları, başı ve gövdesiyle bir bütün olan yapı, ele veya parmaklara hâkim olur. Ama tam aksine el veya birkaç parmağın bedene hükmetmesi düşünülemez.
Hakeza başka kimi yapılar, İslam’ın öğretim yönüne odaklanırken, diğer yönlerini ihmal ederler. Böyle bir yapının programında, doğal olarak öğretim öne çıkarken, eğitim ve terbiye ve İslam’ın diğer yönleri ihmal edilecektir.
İslam’ı şümullü değil de bir ya da birkaç yönlü alan yapıların kendi dallarında mütehassıs olmaları doğaldır. Ancak bir ya da birkaç dalda uzmanlaşırken, diğer yönleri ihmal eden bir yapının eğitim ve öğretimi eksik kalacaktır. Böyle bir yapının ümmetin yükünü taşımaya mecali olamaz. Böyle bir yapı kendi kendine dahi yetecek durumda değilken, ümmetin yüküne nasıl yetsin ki.
Ümmeti içinde bulunduğu bu perişan halden çekip alacak… Ümmeti yeniden özgürlüğüne, izzet ve şerefine kavuşturacak İslami bir yapı, tam teşekküllü olmak zorundadır. Bu da İslami bir cemaatte bulunması gereken tüm vasıfları gereği gibi taşıyan bir cemaat gerektirir. Bu vasıflar içinde şümullülüğün önemini daha önce vurgulamıştık. İşte böylesi şümullü bir cemaat, bireylerini şümullü bir programla ve sağlam bir eğitim ve terbiyeyle yetiştirecektir.
Hülasa yukarıda bir kısmını saydığımız esasların her biri ayrı ayrı derecede önemlidir. Ancak sorun bunların her biri veya birkaçının bir cemaatte bulunup diğerlerinin bulunmamasıdır. Yani sorun bunlardan her birinin değişik cemaatlerde bulunması değildir. Bulunması gereken diğer esasların bulunmamasıdır. Zira gerçek manada bir İslami cemaatte bu esasların tümü gereği kadar bulunmalıdır.
Bir araba birçok aksamın tümünden oluşur. Şasi, kaporta, motor, şanzıman, diferansiyel, tekerlek, direksiyon vs. Bunlardan biri veya birkaçına araba denilemeyeceği gibi, tek bir aksamı eksik olsa da araba işlevini göremez. Yani tüm aksamlar mevcut ve sapasağlam olduğu halde sadece lastikler, hatta bir tekerlek eksik olsa araba iş görmez.
İşte ümmetin yükünü yüklenecek İslami bir cemaatin de İslam’ın tüm esaslarını kapsaması gerekir. Aksi halde İslam esaslarının sadece biri veya birkaçına odaklanıp diğerlerini ihmal eden bir cemaat de gereği gibi iş göremez. Elbette kısmen ümmetin öğrenim, eğitim, nefis tezkiyesi, siyaset vb. yönlerine katkısı olur. Ancak tek başına ümmetin sorumluluğuna üstlenecek, geleceği için lokomotif görevi görecek bir oluşum olamaz.
Muhammed Özkılınç