Gece, canlı-cansız bütün mahlûkatın üstünü karanlık bir örtü ile örten, günün yorgunluğunu, sıkıntısını, keşmekeşini geride bırakan, insana dinginlik, sakinlik, huzur, dinlenme ve dinleme veren, içinde iyi ve kötü birçok şeyi gizleyip saklayan ve Allah’ın ayetlerinden bir olan zaman dilimidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (c.c) şöyle buyurur: “Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki, karanlığa dalmışlar.” (Yâsîn, 37)
Tefekkürün ve tevekkülün en güzel vakti gece saatleridir. Bir dağın ıssız ve sessiz alanında, etrafı çam ağaçlarıyla çevrili, kurumuş ve kurumaya yüz tutmuş otların hışırtısı ile cırcır böceklerinin birbirine sıra vermeyen çocuklar gibi koro halinde çıkan sesleri ile derin tefekküre dalma ancak gece vakti olabilir. Gecede derin bir ürperti de vardır fakat ürpertinin ve korkunun ilacı da mutlaka vardır.
Dağ başındaki gecede insana çeşitli vesveseler de gelir. Vesvesenin de ilacı -eğer ilaç doğru yerde aranırsa- vardır. Gecenin karanlığında insana en yakın dost; onun yaratıcısı, terbiye edicisi, yol göstericisi ve yegâne sığınağı Allah’tır (c.c). Dağ başında topluluk içinde tek başına Allah’a (c.c) ne ile yaklaşılır? Allah ile nasıl irtibat kurulur? Dua ve zikir… Dua müminin silahıdır, dua ibadetlerin özüdür. Duamız yoksa sığınma ve korunma ihtiyacımız yoksa yalvara yalvara çağırmalarımız yoksa ne değerimiz olabilir? En büyük ilaç dua ve zikirdir bu anlarda. Şair duanın çekim gücünü şu mısralara dökmüştür:
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Dağ başında ve gecenin karanlığında korunmak ve emin olmak amacıyla birkaç dua öğretir dua öğretmesi gereken. Aslında duayı önceden de biliyoruzdur ve her sabah ve her akşam okuyoruzdur; ama duanın var olan gücünü bu kadar hissetmemişizdir. Duaları öğretmesi gereken şu duaları tekrarlattı ve ta ki, kalbimiz mutmain olana kadar:
“Allah’ın yüce ismine sığınana yerde ve gökte hiçbir şey zarar veremez! O, her şeyi işitir ve her şeyi bilir.”
“Bütün yaratıkların şerrinden Allah’ın kusursuz kelamlarına (ayetlerine yani Kur’ân’a) sığınırım.”
“Ey Arz, benim de senin de Rabbimiz Allah’tır. Senin şerrinden, sende bulunanların şerrinden, sende yaratılmış olanların şerrinden ve senin üzerinde debelenenlerin de şerrinden Allah’a sığınırım. Aslanın, siyah yılanın, yılanın, akrebin şerrinden, beldede ikamet edenlerin, doğuran ve doğanların şerrinden de Allah’a sığınırım.”
Toplulukça bu dualar okunduğu zaman insanın üzerine bir sekine iner ve kalpler rahata kavuşur, huzur bulur; korku ve endişe yerini tevekkül ve huzura bırakır.
Gece oyun ve etkinliklerinde korkuyla beraber heyecan da doruk noktadadır dağın başında. Ömürlerini dağlarda geçiren ve Allah onları ya zafere ya da şehadete kavuşturana kadar dağları mesken edinen mücahitleri düşünmemek ve fedakârlığın, azmin ve işin doruğunun cihat olduğunu anlamamak içten bile değildir.
Bir etkinlik esnasında birkaç fenerden dökülen ışık huzmelerine görünmemek ve fenerleri tutan ellerin sahiplerine yakalanmamak için en üst perdeden gayret sarf etmenin geceye ve etkinliğe nasıl bir mana kattığını müşahede ettik. (Gerçek düşmanlardan korunmaya çalışan ve fırsat kollayıp en büyük darbe için müsait anlar belirleyen mücahitlerin yürekleri ateştenmiş meğer.) Dağ başında ayakların size doğru yaklaştığını bedenlerin görünümünden değil; kalbinizin çarpıntısından, ışıkların yaklaşmasından ve ayaklar altında çatırdayan küçük çalı dallarından, kuru otlardan anlarsınız gecenin zifiri bir vaktinde.
Dağ başında, geceyi aydınlatan, göğün uzağındaki yıldızlar kümesidir sadece. Bir de bazen uçakların yanıp sönen ışıkları gökyüzünün yakın yerlerinden yansır gözlere. Yeryüzünde de bir dağ köyünde sarı, beyaz ışıklar ağaçların arasından sızabildikleri kadarıyla ulaşır dağ başındaki topluluğa. Dağ başında sırt üstü uzandığın zaman asıl madden olan toprağa ne kadar da benzediğini hissedersin. İnsan toprakla beraber dinginleşiyor toprağın kara bağrına kendini teslim edince. Toprak… Sadık yar…
Gecenin stratejisi ayrıdır, gündüzünki ayrıdır. Gecenin varlık sebebi başka gündüzün varlık sebebi ve yaratılış gayesi başkadır. Üzerine yemin edilen vakitlerden bir vakittir gece. Resûlullah (sav) için şarj olma ve gündüze daha dinamik, güçlü ve hazırlıklı başlamak için bir duraktır. Gece dinlenme ve dinleme vaktidir. Kendini dinleme, çevrenin sesini dinleme, iç sesini dinleme, yeryüzünü dinleme, gökyüzünü dinleme…
Gece, dağ başında daha mütevekkil olmayı öğretir insana. Atılan her adımın hesaplanması, kitaplanması gerekir. Aksi takdirde… Gecenin karanlığı içerisinde liderlik ve lidere itaat önemli bir husustur. Lider; bütün gurubun yerine yürüyen, bütün gurubun stratejik bir yerde konuşlanmasını sağlayan, yerleşme işi bittikten sonra bütün elemanları tek tek kontrol eden, gurubu ele verebilecek, gurubun tehlikeye düşmesine sebep olabilecek herhangi bir durumun olup olmadığını kontrol eden ve bunun için önlemler alan kişidir.
Lider, bütün elemanlara cep telefonlarını kapatmalarını emretti; çünkü kendilerini bulmaya çalışanlar herhangi birini arayarak yer tespitinde bulunabilirlerdi. Lider, fedakârlık örneği gösterip gurup elemanlarını kamufle etmek için kendinden feragat eden kişidir ve lider üzerindeki hırkayı guruptaki elemanlarından birine vererek liderliğini gösterdi. Gurup üyeleri, lidere kesin ve tereddütsüz bir şekilde itaat etmekle mükelleftir ve bu konuda üzerlerine düşeni yaptılar. Gecenin karanlığında gurup üyeleri, yürümelerde liderin ayak bastığı yerlere basarak yürüdüler ve liderin takipçisi olduklarını fiillerinde de gösterdiler. İtaatsizlik tüm gurubun heba olmasına sebep olabilir ki, bu da büyük bir vebaldir.
Dağ başında, gecenin bir vaktinde bütün gözler kapalı iken bir göz açık olmalıdır. Kalp gözü… Yoksa alınması gereken ders alınmamış ve iş, hedefine ulaşmamış olur. Bununla beraber başka bir göz de açık olmalıdır. Topluluğu her türlü tehlikeden koruyacak, tehlike anında uyuyan gözleri uyandıracak ve gerekli tedbirleri aldıracak bir çift göz. Cehennem ateşini görmeyecek bir çift göz… Allah için nöbet tutan gözler de açık ve uyanık olacak.
Çünkü etrafta “çakal” sürüsü dolaşmakta olabilir, topluluk tehlike altında olabilir, topluluğun etrafı “çakallarla” sarılmış olabilir. Nöbet tutan gözler de açık ve uyanık kaldı ve topluluğu “çakallara” yem etmedi. Ayrıca nöbet tutan gözlerin sahibi sabaha kadar kamp ateşinin sönmemesini de sağladı, odunu ateşledi ve görevini hakkıyla yerine getirdi. Böylece dağ başında kurduğumuz kampın bir gecesi tamamlanmış oldu ve birçok dersler çıkarılarak evlere dönüldü. İnsanın tabiattan ne kadar uzak ve kopuk bir hayat içinde yaşadığı yakinen anlaşıldı.