Davetçi, gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin (Aleyhimu-s selam) ve onların havari ve ashabının (Rıdvanullahi aleyhim ecmaîn) misyonunu yüklenmiş olan insandır. Dolayısıyla yükü ağır, sorumluluğu çok büyüktür. Bu yükün ağırlık ve büyüklüğünü şu ayeti kerimeden anlamak mümkündür. “Doğrusu Biz, sorumluluğu (emaneti) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir; onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir. (Kabulüne rağmen emanete hıyanet etmektedir)” (Ahzab 33/72)
Böylesine ağır bir sorumluluk, elbette yeterli derecede, hazırlık, altyapı, donanım ve gerekli bazı vasıflar gerektirir. Vasıfsız bir insan beyaz önlük giymekle doktor, keçeden aba giymekle de çoban olmaz. Her iş ve meslek, kendine has altyapı sermaye ve donanımlar gerektirir. Dolayısıyla davetçi de davet için gereken şart ve sıfatları taşıması lazımdır ki, işinin hakkını versin.
Kaldı ki, diğer meslek ve meşreplerde donanım ve sermaye eksikliği, basit dünyalık kayıplara sebeptir. Ama davetçinin eksikliği, hem dünya hem de ebedi olan ahiretle ilgili kayıptır. “Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder” atasözü, bu kayıpların her iki kısmına da işaret etmektedir. Ancak canı kaybetmek, dünyalıktır. Zaten bu fani dünya içindeki tüm canlarla beraber bir gün fena bulacaktır. Ama dinin kaybı, ebedi olan ahiretle ilgilidir ki dünya ve dünyalıklarla kıyası dahi düşünülemez.
İslam davetçisi, davetçilik konusunda ne denli donanımlı, ne kadar eğitimli ve davetçilik vasfını taşıyor olursa, o denli işinin hakkını verir ve kayıp asgariye iner. İslam davetçisinin yeterliliğinin İslam ahlakıyla çok ciddi alakası vardır. Diyebiliriz ki İslam davetçisi, ne denli İslam ahlakını ne denli yaşıyorsa, o denli davet ve irşadı da başarılı ve bereketli olacaktır.
Gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin, en önemli özelliklerinden biri, örnekliktir. Peygamberlerin masum olmaları, Allah (cc)’ın onları günahlara bulaşmaktan korumaları, örnekliklerinin tam ve mükemmel olması içindir. Dolayısıyla davetçi de ne denli İslam ahlakına bezenirse, o denli peygamber varisliğine ve örnekliğe yaklaşmış olur.
Peygamberliğin pak zincirinin son halkası Resulullah (s.a.s) ın örnekliğinin örnekleri, ciltler dolusu kitaplara sığmaz. Kaldı ki onun hayatının her anı ümmet ve insanlık için örnektir. Resulullah (s.a.s) ın sadece peygamberlik devresi değil, peygamberlik öncesi dahi her tür güzel ahlakta numunedir. Onun önce de sonra da, dost tarafından da düşman tarafından da “Muhammed-ul Emin” diye vasfedilmesi, bunun en açık örneğidir. “Allah’a ve ahirete umut bağlayan, Allah’ı dilinden ve şuurundan düşürmeyenler için Resûlullah’ta, elbette güzel bir örneklik vardır” (Ahzâb: 33/21)
Peygamberimiz, önce fert olarak insanlığa örnek olmuştur. O, peygamberlikten önceki ve sonraki hayatı ile yani hayatı boyunca insanlara en güzel örnek olmuştur. Kırk yaşına kadar yaşadığı cahiliye toplumunda bile Emin/güvenilir-dürüst Muhammed diye anılmıştır. Güvenilirliği, sadakati, doğru sözlülüğü, dürüstlüğü, ahde vefası, hoşgörüsü, namus ve iffette hassasiyeti, çalışkanlığı ve insanlığı ile hep güzel örnek olmuştur. Peygamber olduktan sonra, ona şair, mecnun, sihirbaz gibi mesnetsiz ithamlarda bulunan düşmanları ona asla, düne kadar sen de puta tapıyordun, şu şu kötülükleri işliyordun diyememişlerdir.
O, peygamber olduktan sonra da her konuda en güzel örneklik yapmaya devam etmiştir. Onun örnekliği aile boyu bir örnekliktir. Onun sevgili eşi ve çocukları, ilk iman edenlerdendir. O, birey olarak olduğu gibi, aile olarak da en güzel örnekliği sunmuştur. Hem de hayatının her yönünde ve har aşamasında…
Tabi Peygamber (s.a.s) in terbiyesiyle yetişip gelişen Ashabı Kiram da (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) örneklikte adım adım Resulullah (s.a.s)’ı takip etmeleri sebebiyledir ki, şekavet devresini kapatmış, saadet devresini başlatmışlardır. İşte asıl çağ atlamak budur. Şirk çağının kapanması, tevhit çağının açılması… Zulüm ve keşmekeş çağının, adalet, huzur ve mutluluk çağına tebdili…
İşte her bir davetçi de istese de istemese de, Resulullah (s.a.s) ve ashabının yüklendiği ve yaşadığı misyonu yüklenmiş durumdadır. Özellikle insanlığın kadim cahiliyeden daha zifiri bir cahiliyeye doğru hızla sürüklendiği çağımız da örneklik, rabbanilik, ihlas, ihsan çok büyük önem arz ediyor.
Davetçinin yeterliliği için ruhi olgunluk, fikri olgunluk ve fiziki olgunluğun yanında gerekli nice donanımlara ihtiyaç var. Bu konuda müstakil olarak yazılmış kitaplardan istifade etmek lazım. “Müslümanın şahsiyeti” “Müslümanın ahlakı” “Allah erinin ahlak ve kültürü” “Davet fıkhı” vb. kitaplar, örnek olarak sayılabilir. Ancak biz bu yazımızda satırlarımızın elverdiğince, davetçinin ahlakından bahsedeceğiz.
Ne kadar ahlak ve meziyet, o kadar örneklik
1. Derin bir iman. Bilindiği üzere her işin başı, tam ve sağlam bir imandır. İman olmadan hiçbir amelin manası da geçerliliği de yoktur. Dolayısıyla İslam davetçisinde öncelikle sağlıklı ve derim bir iman olmalıdır. Bunun için gerekli akidevi ilim olarak gerekli donanıma sahip olması gerektiği gibi, ameli olarak da imanı takviye etmek için gerekeni yapmalıdır.
2. Rabbani olması. “Rabbani” terimi, Türkçede tek kelimeyle ifade edilmesi imkânsız bir ıstılahtır. Dolayısıyla bunu biraz açalım. Rabbanî ile anlam ilişkisi olan “Ribbiyyün” kelimesinin geçtiği “Nice peygamberlerin yanında ribbiyyûn / Rabbe kul olmuş pek çok kimseler savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever. Dedikleri ancak şu idi: “Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkârcı topluluğa karşı bize yardım et.” (Ali İmran 3/146-7) ayetinde, her peygamberin ümmeti içerisinde Rabbe bağlı mücahit rabbanilerin olabileceğine işaret edilmektedir.
Bir hadisi şerifte Resulullah (sas): “Erkek olsun, kadın olsun, hür veya köle olsun, her müminin Kur’an’dan bir şeyler öğrenip dinin inceliklerini bellemesi, Allah’ın o mümin üzerindeki hakkıdır” buyurmuş ve “Rabbaniler olunuz” buyurmuş ve (Âl-i İmrân, 3/79) ayetini okumuştur.
Rabbani kelimesinin eğitici ve öğretici anlamına gelen “Rabbân” kelimesi ile de anlam ilişkisi vardır. Bu durum da Rabbani, Rabbe bağlanarak O’na kulluk eden ve diğer insanları eğitip öğretebilecek yüksek seviyeli kimsedir. Buhari’de İn Abbas’tan gelen bir rivayete göre: “Rabbânî, insanlar üzerinde ilim ile siyaset icra eder ve onları hikmetle terbiye eden ilim ve velayet erbabıdır” (Buhârî, İlim, 10) Burada kısmen arz ettiğimiz vd. naslardan da anlaşılacağı gibi rabbanî, çok yönlü meziyetleri olan Allah (cc) ın özel bir kuludur. Allah (cc) yolunda cihad edendir. Sahip olduğu ilim ile insanları eğitmekle kalmayıp, aynı zamanda onlar üzerinde velâyet (yönetme ve yönlendirme) işini yürütebilendir.
3. Taat ibadette süreklilik. İmanın sağlamlaşması ve derinleşmesi de yine sağlıkla ve sürekli bir ibadetle mümkündür. Bu manada salih amellerin, imanla yakından alakası vardır.
4. İhlas ve samimiyet, değişmez şiarıdır. Tabiki yapılan amellerde ihlas çok önemlidir. İhlas başlı başına bir konu olup bu konuda nice müstakil kitaplar yazılmıştır. İmamı gazalinin bu konudaki teşbihiyle yetinelim. “Amellerde ihlas, bedendeki ruh gibidir.” Ruhsuz beden nasıl ki işe yaramaz et kemik yığınında ibarettir. İhlas sız ameller de biraz ritüel, biraz spor ve şekillerden ibaret kalır.
5. Yakin ve tevekkül sahibidir. Çünkü bu meziyetlerin de imanın kemali ve amellerde başarılı olunmasıyla yakından alakası vardır. Hele irşat ve davet çalışmalarında, bu vasıflar daha da önem kazanır. İbni Ata El İskenderi der ki: “Kendi nefsine güvenip bir şeye sahip olmak istersen zorluk çekersin, amaAllah (cc) a güvenerek ve ondan isteyerek sahip olmak istersen zorlanmazsın.
6. Hayâ sahibidir. Duyu organlarıyla harama bulaşmama konusunda hassastır. Hayâdan kasıt sadece utangaç olma değil. Ölümü hatırlamak ve ölümden sonraki hayata hazırlanmak da hayânın şubelerindendir. Zira her günah ve isyan, Zatı Zülcelal’e karşı hayâsızlık manasına gelir.
7. Karamsarlık ve hele ümitsizlikten uzak, Allah (cc) acabasız bir güven içinde olması. Aklına güvenen sapar. Malına güvenenin malı azalır. Soyuna güvenen zelil olur. İnsanlara güvenen yorulur. Gücüne güvenen sarsılır. Allah’a güvenende bunların hiçbiri olmaz. Her zaman enerjik, hayat doludur. Sabır azim ve sebatından hiçbir şey kaybetmez.
8. Yeme içmesinde harama bulaşmaktan uzaktır. Zira helal yaşamanın insan hayatının her alanıyla yakından alakası vardır. Elbette imanın kemali, amellerin kabulü ve tabiki davet ve tebliğin netice vermesiyle de yakından alakası vardır.
9. Kadere rıza gösterir ve kanaatkârdır. Bollukta şükretmenin, darlıkta şükretmenin, çile ve sıkıntılara sabır ve tahammülü ihmal etmez.
10. Hırs, tulü emel ve dünyaya aşırı düşkünlükten uzaktır. Dünyanın faniliği, ahiretin ebediliğini asla unutmaz. Dolayısıyla fani dünyaya faniliği, ebedi ahirete ise ebedîliği kadar değer verir. Bu konuda temel ölçüsü; “Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme, doğrusu Allah bozguncuları sevmez” demişlerdi.” ayeti vb. ayeti kerimelerdir.
11. Sahip olduğu tüm mal servet, mevki makam, şan şöhret ve imkânları Allah (cc)’ın mahzı fadlından bilip her zaman ve zeminde bu nimetlere şükür makamındadır.
12. Kazanıp harcamasında şer-i ölçüleri gözetir. Kazanırken helalden kazanır. Harcarken de saçıp savurmaz.
13. Lüks ve konfordan uzak, sade bir hayatı tercih eder. Darlığın da bolluğunda imtihandan sayfalar olduğunu bilir. Kur’an’ı Kerim’in Karun örneğini unutmaz. “Karun, Musa’nın milletindendi; ama onlara karşı azdı. Biz ona, anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. Milleti ona: “Böbürlenme, Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde, ahiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; yeryüzünde bozgunculuk isteme, doğrusu Allah bozguncuları sevmez” demişlerdi. Karun: “Bu servet ancak, bende mevcut bir ilimden ötürü bana verilmiştir” demişti. Allah’ın, önceleri, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha fazla olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi? Suçluların suçları kendilerinden sorulmaz. Karun, ihtişam içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyenler: “Karun’a verildiği gibi bizim de olsa; doğrusu o büyük bir varlık sahibidir” demişlerdi. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise: “Size yazıklar olsun; Allah’ın mükâfatı, inanıp yararlı iş işleyenler için daha iyidir. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” demişlerdi. Sonunda, onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edebilecek kimsesi de yoktu; kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı dileyenler: “Demek Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletip bir ölçüye göre veriyor. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar başarıya eremezler” demeye başladılar. Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır. (Kasas 28/76-83)
14. Murakabe şuuruyla her zaman ve zeminde gözetlendiğinin farkındadır.
15. Takvayı bir libas misali kuşanır. Şeytan ordularının hamlelerine karşı, en sağlam sığınağın kulluk kalesi ve takva zırhı olduğunu unutmaz.
16. İbadetlerinde Huşu ve hudurla ihsan derecesini hedefler.
17. Tefekkür ve muhasebenin, derin bir ibadet ve engin bir kulluk ölçüsü olduğunu bilir. Kâinatta zerreden küreye her eşyada Allah (cc)’ın yüce kudretini ve ince sanatını kavrayarak, imanını güçlendirir. Dünyalık işlerinde hesaba kitaba dikkat ettiğinden çok daha fazlasını, ahiretlik işlerinde gösterir. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurur:
“Gerçekten zeki ve akıllı kişi, nefsini hesaba çekip onun kötü arzularına hâkim olup ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyarak hayatını devam ettirip, Allah’tan her şeyi ve Cenneti isteyen kişidir.” (Tirmizi, Kıyamet, Bab 25, Hadis no: 2459; İn Mâce, Zuhd: 31) Ömer b. Hattâb’ın (r.anh) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin, büyük hesap günü için kendinizi donatın! Çünkü kıyamet gününde hesap, ancak dünyada iken kendisini hesaba çekenler için kolay olacaktır.”
18. Canlı, heyecanlı bir kalbe sahiptir ki; en çok Allah (cc) ı sevip en çok ondan korkmasını sağlar.
19. Korkuyla ümit arasında dengeli bir hayata sahiptir. Şeytanın ne aşırı ümitle, ne de ümitsizlikle aldatma tuzaklarına düşmez. Ne karamsarlık ve ümitsizlikle kendini koy verir. Ne de aşırı ümitle kendisini garanti de görüp ahirete hazırlığı ihmal eder.
20. Hayatının her aşamasında başarılı olmak için gerekeni yapandır. Tevekkülün, esbaba tevessülden sonra geldiğini unutmaz.
21. Sorumluluk bilinciyle dopdoludur. “Nasılsa biri yapar” kolaycılığına kaçmaz. Hep en önce o birisi ben olmalıyım şuurundadır.
22. Edilgen değil etkindir. Artılarıyla başkalarını etkiler. Ama başkalarının eksilerinden etkilenmez.
23. Misyon sahibi ve dengelidir. Gaye ve hedeflerini önceden bilir. Gayeyle hedefleri birbirine karıştırmaz.
24. Temel ilke ve prensiplerinden taviz vermez.
25. Üç yönlü olgunluğa sahiptir. Ruhi/manevi olgunluk, fikri/kültürel olgunluk ve fiziki/bedeni olgunluk… Bu konu önemli olup davet ve davetçiyle ilgili kitaplardan özellikle incelenmelidir. Bu konuda değişik makalelerimizden de istifade edilebilinir.
26. Manevi hastalıklardan arı ve durudur. Riya, kibir, haset, ücup / kendini beğenme, sum’, aşırılık, ikiyüzlülük, su-i zan, tecessüs hırs, tulu emel, kin, garez, aşırı sevgi ve nefret, gıybet, nemime, yalan, cimrilik, korkaklık, önyargı ve benzeri kalbi ve manevi hastalıklardan hastalıklardan arı vasıflı Müslümandır.
27. İslam güzel ahlakıyla bezelidir. Bu da başta burada bir kısmını saydığımız manevi hastalıkların zıddı olan güzel hasletler ve benzerleridir. Bunların bir kısmını bize ayrılan satırları aşma pahasına özetle aşağıya not edelim.
28. Sabır azim ve sebat doludur. Davetçinin defterinde tembellik, atalet, nemelazımcılık, ihmalkârlık yazmaz.
29. Mütevazı ve alçak gönüllüdür.
30. Yumuşak huylu, hoş görülü, affedicidir.
31. Soğukkanlıdır, cömerttir, cesurdur.
32.Sevgi ve kızgınlıkta da dengelidir. Ne sevgisi yanlışı görmesine ne de nefreti iyiliği görmesine engel olmaz. Zira sevmesi de öfkesi de sadece âlemlerin rabbi olan Allah (cc) içindir.
33. Zamanını en iyi bir şekilde değerlendirendir. Her kişiye tek bir ömür verildiğinin, bu ömrünün kendisinin ilk ve son şansı olduğunun farkındadır. Yapılacak işlerin sahip olduğu zamandan daha fazla olduğunun bilincedir. Dolayısıyla zamanının dakikasını dahi boşa geçirmeyip en güzel bir şekilde değerlendirmeye bakar.
34. İşlerinde düzenli ve programlıdır. Programlı bir hayatın ne kadar bereketli olduğunu bilir. Programsız, rasgele bir hayatın nasıl bir keşmekeş getireceğini, ne kadar emek, masraf ve zaman kaybına sebep olacağını gayet iyi bilir.
35. Nefsini hesaba çeken, uyarı ve yapıcı eleştirileri cana minnet bilen
36. Adildir, en yakınları ve hatta kendisinin aleyhine de olsa adaletten sapmaz. “Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.” (Nisa 4/135)
37. Dürüsttür, işini sağlam yapar. Sağlamlık ve dürüstlüğü en değerli sermaye bilir.
38. Her sözünde ve işinde doğru sözlüdür. Asla yalana tevessül etmez.
39. Sadıktır, sadakatlidir. Allah (cc)’a Resulüne (s.a.s) müminlere hatta insanlığa karşı sadakatlidir. Hele davasına karşı sadakatten asla şaşmaz.
40. Emin, güvenilirdir. Her davetçi gibi kendisinin de peygamberlerin misyonunu yüklendiğinin farkındadır. Peygamberlerin olmazsa olmaz ilk vasıflarının; sıdk, emanet, tebliğ, fetanet ve ismet olduğunu unutmaz. İsmet sıfatı elbette peygamberlere hastır. Başka hiçbir insan için ismet bahis konusu olamaz. Ancak kendisi de peygamberleri örnek alarak, ne kadar günahlardan uzak olursa, o denli davet, tebliğ, irşat ve eğitim çalışmalarında başarılı olacağını unutmaz.
41. Sabit, Değişmez bir vefa ve diğergamlığı vardır. Kendisi için istediği her güzelliği mutlaka mümin kardeşi için de ister. Hatta kardeşini kendi nefsine tercih eder.
Bu maddelere onlarca madde eklenebilir. Ancak takdir edersiniz ki kendi satırlarımızı çoktan aşmış bulunuyoruz. Şehit İmam el Benna’nın “yirmi esas” ve “kırk vecibe”sinde, davetçinin ahlakına dair çok önemli maddeler mevcuttur. Dolayısıyla oraya da müracaat ediniz. Kaldı ki bu konuda yazılmış müstakil kitaplar olduğu hepimizin malumudur. Davetçi, davet gibi büyük bir vazifenin hakkını verebilmek için sürekli okuyup araştırmak sorundadır. Selam Dua…
Muhammed Özkılınç