Kur’ân, ibadeti emretmiş, insanın yaradılış gayesinin Allah’a kulluk olduğunu haber vermiş,1takvayı en hayırlı azık olarak göstermiş,2ticaret ve alış-verişin kendisini Allah’ın zikrinden alıkoymadığı kimseleri övmüş,3mal-mülk sahibi olan zengin küfür ehlinin diyar diyar dolaşmalarının4ve dünya hayatının müminleri aldatmaması konusunda uyarıda bulunmuştur.5
Resûlullah (sav), ashâbından zâhid insanlara rağbet göstermelerini istemiş, Allah’ın zühd hayatı yaşayan kimseleri seveceğini söylemiştir6. Dünya malına gereğinden fazlasına rağbet edilmemesini,7dünyanın ahirete nazaran değerinin, denize parmağını batıran bir kimsenin parmağında kalan su miktarı kadar olduğunu haber vermiştir8. Dünyanın, müminlerin zindanı, küfür ehlinin ise cenneti olduğunu belirterek9müminlerin dünya hayatında çekici kılınmış haramlara karşı nefsini hapsettiğine işaret etmiştir. Malk-mülk ve evladın geçici olduğunu, insan için ancak salih amellerin kalıcı olduğunu belirtmiştir10. Ashâbına kendileri için fakirlikten korkmadığını ancak dünya sevgisinin onlara galebe çalmasından korktuğunu söylemiştir.11
Ashâbın önde gelenlerinin her anlarında zahidâne bir hayat yaşadıkları bilinmektedir. Abdullah b. Mes’ûd bu hususta, tabiîn kuşağına sahâbîleri tanıtırken şu ifadeleri kullanmıştı: “Siz bugün Resûlullahın (sav) ashâbından daha uzun zaman çalışıyor ve daha çok namaz kılıyorsunuz. Buna rağmen onlar sizden daha hayırlı kimselerdi” bu ifadelerinden dolayı kendisine, “Niçin?” diye sorulması üzerine o, “Çünkü onlar dünyada sizden daha zâhid ve ahirete sizden daha çok rağbet gösteren kimselerdi” demişti.12
Hz. Ömer (r.a), daha Sûriye’ye ilk gelişinde insanların karşısına, insanın tabiatında var olan dünya metaına düşkünlüğü kırarak çıkmıştı. Onun Sûriye ziyareti esnasında verdiği hutbeye yamalı elbiseleriyle çıktığı ve üzerinde onlarca yamanın sayıldığı rivayet edilmiştir13. Yine bu ziyaret esnasında onu, ayakkabılarını çıkarmış vaziyette, başında sarığı, üzerinde entarisi olduğu halde ve atını sularken karşılayan Müslümanlar, ona bu topraklarda yabancı milletlerin ileri gelenlerinin karşısına bu vaziyette mi çıkacağını sorduklarında onlara, “Biz Allah’ın İslâm’la şerefli kıldığı bir toplumuz ve şerefi İslâm’dan başka şeyde aramayız” şeklinde cevap vermiştir.
Başka bir rivayetteyse kendisini karşılayanlar arasında yer alan Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Hz. Ömer’e (r.a) halkın huzurunda bu şekilde davranmaması gerektiğini hatırlatınca onun göğsüne vurmuş, “Yazıklar olsun ey Ebû Ubeyde! Keşke bunu senden başkası söylemiş olsaydı. Siz insanların en güçsüzleri, en hakirleri ve sayıca en az olanlarıyken Allah sizi İslâm’la şereflendirdi. Ne zaman izzeti ondan başka yerde ararsanız Allah sizi zelil kılar” diyerek yoluna devam ettiği belirtilmiştir14. Yine bu ziyaret esnasında Hz. Ömer (r.a)’e, binmesi için bir at getirildiği, ata bindikten sonra hareket esnasında vücudunun sallanmasının bir gurur işareti olacağını düşünmüş olmalı ki, rahatsızlığını ifade edip binmekten kaçındığı rivayet edilmiştir15.
Hz. Ömer dönemi komutanlarından Ebû Ubeyde zâhidane bir hayat yaşamış ve Hz. Ömer (r.a), Sûriye ziyareti esnasında onun zâhidane hayatına bizzat şahid olmuştur. Hz. Ömer (r.a) Sûriye’ye geldiğinde “Kardeşim nerede?” diye sorunca orada bulunanlar, ” O da kimdir?” dediklerinde Hz. Ömer (r.a), onun Ebû Ubeyde olduğunu söylemiştir. Hz. Ömer (r.a), bir devlet başkanı olarak yaptığı bu ziyarette valilerini teftiş etmek istiyordu. Çok geçmeden Ebû Ubeyde’yi buldu. Hz. Ömer (r.a), yanında bulunanlara dönmelerini söyleyip Ebû Ubeyde ile yalnız kalmak istedi. Daha sonra Ebû Ubeyde’nin evine gittiler. Onun evinde bir kılıç, zırh ve bineğinden başka bir şey göremeyince “Kendine eşya edinseydin ya!” dedi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde, “Ey Müminlerin emiri, hakkımızda dedikodu olur.” şeklinde karşılık verdi.16Başka bir rivayette ise Hz. Ömer (r.a)’in gördüklerine ağladığı ve ardından, “Ey Ebû Ubeyde, sen hariç dünya hepimizi değiştirdi.” dediği belirtilmiştir.17
Anlatıldığına göre Ebû Ubeyde, evininin teftişiyle ilgili olarak Hz. Ömer’e (r.a), “Sen üzerime gözyaşlarını mı akıtmak istiyorsun?” demiştir. Hz. Ömer (r.a), evde bir şey bulamayınca “Sen vali olduğun halde evinde bir keçe, bir yemek tabağı ve bir kılıç kabzasından başka bir şey bulamadım, yanında yiyeceğin var mı?” diye sormuş, bunun üzerine o da kalkmış ve içerisinde ekmek kırıntıları bulunan bir küp getirmişti. Bu manzara karşısında Hz. Ömer (r.a) gözyaşlarını tutamamıştır.18
Ebû Derdâ Dünyaya Perestiş Etmedi
Ebû Derdâ makam, mevki ve dünya malına önem vermiyordu. Dımaşk’a kadı olarak tayin edildiğinde insanlar onu tebrik için gelince bu işin ağır bir sorumluluğunun ve rağbet edilmemesi gereken bir iş olduğunu belirtmiş ve bu göreve tayin edilmesine sevinmemişti.19
Onun ticaretle meşguliyetin kendisini bir ölçüde ibadetten geri koyacağını düşünerek ticareti terk ettiği bilinmektedir. Bu konuda yanlış anlaşılmasını da istemiyordu. Bununla ilgili olarak “Ben Allah’ın alışverişi helal, ribayı (faiz) haram kılmasından bahsetmiyorum. Lakin ben, ne ticaretin ne de alıverişin kendilerini Allah’ı zikretmekten alıkoymadığı kimselerden olmak istiyorum” diyordu. O, bu tutumunun ticaretin helal ve haramlığıyla alakalı olmadığını sadece ticaretin kendisini Allah’ı zikretmekten alıkoymasından dolayı böyle yaptığını ifade ediyordu.20
Ebû Derdâ önemli bir mevkide bulunmasına rağmen son derece mütevazı bir hayat yaşıyordu. Mal biriktirmekten sakınıyordu. Bundan sakınmasının sebebi, Allah sevgisinin yanında dünya sevgisinin de kalbinde yer etmesi endişesiydi. Kalbin sevgi bakımından bölünüp parçalanmasından Allah’a sığınırdı. Kendisine “Kalbin bölünüp parçalara ayrılması nedir?” diye sorulduğunda kendisinin fazlasıyla mal-mülk sahibi olmasını kasdetmişti. Böyle olduğu takdirde kalbinde hem Allah hem de dünya sevgisinin olacağını ve bundan da son derece çekindiğini ifade ediyordu. O, insanların çoğunun hoşlanmadığı üç şeyden hoşlanıyordu. Bunların fakirlik, hastalık ve ölüm olduğunu, ölümü, Allah’a kavuşturacağından dolayı, fakirliği Rabbe karşı tevazuya yönlendirdiğinden dolayı, hastalığı ise kendisine günahlarını düşündürdüğü için istediğini söylüyordu.21
Onun neredeyse her anı insanlara ahirete ve Kur’ân-ı Kerîm’in işaret ettiği gibi dünya hayatının geçiciliğine dair bir mesaj vermekle geçmiştir. Bulunduğu her ortamı bu manada değerlendirmiştir. Bazen şehir harabelerinin kapılarında durur, ahalilerinin nerede olduğunu sorar, hüzünlenip ağlar ve yanında bulunanları ağlatıncaya kadar oradan ayrılmazdı.22Bulunduğu her ortamda nasihat ederdi. Bir ramazan gecesinde Dımaşk Mescidi’nde namaz kıldırdıktan sonra cemaate dönmüş, insanların dünya malına düşkünlük göstermelerinden dolayı şunları söylemişti: “Ey Dımaşklılar! Yaptıklarınızdan hayâ etmiyor musunuz? Allah’a yemin olsun ki, siz benim dinde kardeşlerim, mahallede komşularım ve düşmana karşı yardımcılarımsınız. Yaptıklarınızdan dolayı hayâ etmiyor musunuz? Sizden öncekilerin yaptığı gibi yiyemeyeceğiniz şeyleri topluyor, oturamayacağınız evler yapıyor, ulaşamayacağınız emeller peşinde koşuyorsunuz. Onlar büyük binalar inşa ettiler, uzun emeller peşinde oldular ve yığın yığın mal topladılar. Topladıkları heba olup gitti, evleri kabirlere dönüştü ve emelleri boşa çıktı.”23Ebû Derdâ’nın bir defasında Dımaşk’ın çevresinde bulunan bağ-bahçeliklere gittiği, orada sulama kanallarının açıldığını ve köşklerin inşa edildiğini gördüğünde bunun dünya malına düşkünlük olduğunu belirtip önceki kavimlerden örnekler vererek nasihat ettiği rivayet edilmiştir.24
Ebû Derdâ’nın samimi olduğu dostlarına, Allah’ı hatırlatan, dünya malının geçiciliğine işaret eden sözler içeren mektuplar yazdığı aktarılmıştır. Selmân-ı Fârisî’ye gönderdiği mektuba, “Ey kardeşim” şeklinde sıcak ifadelerle başlamış ve mektubunda ona önemli nasihatlerde bulunmuştur. Ona, kulların savmaya güçlerinin yetmeyeceği belalar gelip çatmadan sağlığının ve boş zamanının kıymetini bilmesini, mescidi kendisine adeta ev edinmesini hatırlatmıştı. Bu konuda, “Hz. Peygamber’den (sav) ‘Mescidler her muttaki kimsenin evidir.’ dediğini duydum.” diyerek ona hadisle nasihatte bulunmuştu. Ona Allah’ın mescitlerini kendisine ev edinenlere dünya ve ahiret hayatının rahatlığı konusunda kefil olacağını söylüyordu. Yetime merhamet etmesi, ona yakınlık göstermesi, yemeğinden ona da yedirmesi gerektiğini belirtiyordu. Kendisinin Hz. Peygamberin (sav) kalbinin sertliğinden şikâyet eden bir adama, “Yetime yakınlık göster, onun başını okşa, yemeğinden ona yedir, bu senin kalbini yumuşatır ve ihtiyaç duyduğun şeylerin karşılanmasına vesile olur dediğini duydum.”diyordu. Şükrünü hakkıyla yerine getiremeyeceği miktarda mal toplamamasını söylüyordu. Kendi yaşadığı hayat tarzına Selmân-ı Fârisî’yi de davet ediyordu. Yine mektubunun sonuna doğru, onun bir köle edindiğini, fakat bunun kıyamet gününde hesabının ağır olacağını, bu yüzden kendisinden bir hizmetçi köle isteyen eşi Ümmü Derdâ’nın isteğini yerine getirmediğini belirtmişti. Bu şekilde, Selmân’a nasihatlerle dolu uzun bir mektup yazmıştı.25
İşte İslâm’ın ilk nesli böyleydi. Dünyalık mal ve makama değer vermediler. Hem halifeleri hem de komutan ve valileri böyle yaşadı, böyle öldüler. Dünyanın geçici zevkleri, mal ve mansıpları onları aldatmadı, aldatamadı.
Kaynakça:
1)Zârîyât, 56. 2)Bakara, 197, 26. 3) Nûr 37. 4) Âl-i İmrân, 196. 5) Lokman, 33; Fâtır, 5. 6) İbn Mâce, Zühd,1. 7) İbn Mâce, Zühd,1, 2.8) İbn Mâce, Zühd,3. 9) Müslim, Kitabu’z-zühd ve’r-rekâik, 1. 10) Müslim, Kitabu’z-zühd ve’r-rekâik, 5. 11) Müslim, Kitabu’z-zühd ve’r-rekâik, 6.12) Abdullah İbnü’l-Mübârek,Kitabü’z-zühd ve’r-rekâik, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts. 13) İbnü’l-Cevzî, Tarihu Ömer, s. 127 14) Ebû Nuaym, Hilye, I, 47; İbn Asâkir, XLIV, 4-5. 15) İbnü’l-Cevzî, Tarihu Ömer, s. 138; İbn Asâkir, XLIV, 306; Kandehlevî, II, 561. 16) İbn Asâkir, XXV, 480. 17) İbn Asâkir, XXV, 481. 18) İbn Asâkir, XXV, 281. 19) İbn Asâkir, XLVII, 150. 20) Ebû Nuaym, Hilye, I, 210. 21) Ebû Nuaym, Hilye,I, 217; İbn Asâkir, XLVII, 156,163; Kandehlevî, III, 511. 22)Ebû Nuaym, Hilye,I, 217; İbn Asâkir, XLVII, 174. 23) İbn Asâkir, XLVII, 133. 24) İbn Asâkir, XLVII, 133. 25) Ebû Nuaym, Hilye,I, 214; İbn Asâkir, XLVII, 153; İbnü’l-Cevzî, Sıfâtu’s-safve, I, 631.