Dünyevileşme, dünya ve içindeki nimetleri kutsamak sadece işlediği amellerin karşılığını bu dünyada almayı isteme ve ahireti uzak görme eğilimidir. Bu eğilime sahip insan için hak ve adalet; para, güç ve iktidar demektir. Bu anlayışa göre en saygın insan, maddi olarak en güçlü, para ve serveti en çok olandır.
İnsanlık İslâm’ın tevazu ve sadeliğinden uzaklaşalı çok zaman oldu. İslâm’dan uzaklaştıkça da her gün bir şeylerini kaybetti ve kaybetmeye de devam etmektedir. “İslâm’ın gerilemesiyle dünya neler kaybetti” adında bir kitap vardı. Ne kadar da yerinde bir isim ve önemli bir kitap… Evet, İslâm ümmetinin duraklaması ve gerilemesi (!) sadece İslâm ümmeti için değil, tüm insanlık için de büyük bir kayıptır.
Güç ve iktidar İslâm’ın emrinde ve İslâm ümmetinin elindeyken, ümmet bu gücü tüm ümmetin ve insanlığın adaleti, huzuru, güveni ve mutluluğu için kullanır. Çünkü adalet ve huzur İslâm ile mümkündür. Ama güç zalimler ve zorbaların elinde oldukça, zorbalar, zulümlerine zulüm katarlar. Dolayısıyla İslâm’ın duraklaması, ümmetin gerilemesi, tüm insanlık için büyük bir hüsrandır.
İşte tüm insanlık ve ümmet için asrımızın en büyük tehlikelerinden biri de dünyevileşme tehlikesidir. Tüketim hastalığının mikrobu olan dünyevileşme, kimini imanından, kimini amelinden, kimini ahlâkından, kimini cebinden, kimini yüreğinden yaralıyor, hatta öldürüyor.
Hâlbuki efendimiz (sav) 1400 yıl öteden, bu konuda çok ciddi uyarılar yapmıştı.
“Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin açılması, sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhârî, Müslim) “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum. (Buhârî, Müslim)
Kimi hadisler de dünyalık sevgisinin çok daha derinleşerek iman eden insanların, dünyalıklar için birbirlerine kıyabileceklerine işaret edilir. Hz. Peygamber Uhud’da şehit edilenler üzerine namaz kıldı, sonra minbere çıktı ve sanki vedalaşıyormuşçasına şöyle konuştu: Ben, benden sonra sizin şirke düşmenizden korkmuyorum. Fakat ben, sizin dünyanızdan, dünyayı istemenizden, dünya için birbirinizi öldürmenizden ve tıpkı sizden öncekilerin helak olması gibi, sizin de helak olmanızdan korkuyorum. (Buhârî, Müslim ve Ahmed)
Bir düşünün, cahiliye insanı, İslâm’dan önce dünyalıklar için birbirlerine kıyıyorlardı. İslâm’la şereflendikten sonra, birleri uğruna değil mallarını, canlarını dahi feda edecek duruma geldiler. İslâm’a bağlılıklarını kaybedince de yeniden cahiliye dönemindeki gibi 3-5 dünyalık için birbirlerine kıyacak duruma geldiler. Demek hem ümmet hem de insanlık olarak, tek kurutuluş yolu, yeniden İslâm’a teslim olmaktır.
Dünyalık sevgisi çok yönlü bir beladır
Dünyevileşme hastalığına müptela olan insan dünya da rezil, ukbada zelil olmaya mahkûmdur. Huzur ve sükûnet bulamaz. Bir taraftan tamahkârlığı sebebiyle daha çok mal elde etmenin telaşındadır. Diğer yandan var olan mallarına ya bir zarar gelirse korkusuyla perişandır. Sırandan bir insanın rahatça uyuması gibi uyku uyuyamaz.
İşte bakınız, özgür olduğunu sanan çağdaş insan, ne giyeceğine bile kendisi karar veremiyor; Paris’teki modacı onun yerine giyeceğini belirliyor. Diğer yandan modası geçmiş olanları, israf etmek zorunluluğu içindedir. Her mevsim giysilerini yenileme ve her konum için başka başka giysiler kullanma şaşkınlığı da cabası…
Koltuklar oturma grupları vs. gereçler, adeta evdeki hayatı daha rahat kılmak için değil; zorlaştırmak içindir. Obez olma tehlikesi, mafsallarda kireçlenme, daha 50 yaşına gelmeden sandalyede namaz kılma ihtiyacını doğurmaktadır.
O halılar ve koltuklara şu kadar para verilmiştir, çoluk çocuk rahatça oturup keyfini çıkaramaz; annenin gözü oradadır, ya kirletirlerse?… Camekânlar, içindeki süsler ve cam sehpaların kırılma tehlikesi… Ve daha neler neler. Siz örnekleri çoğaltın.
Sonra bakıyor insan, helal çalışarak kazanılan para, gereksiz eşyalara yetmiyor. Bu defa kirli işlere giriyor. Kumarın bin bir çeşidi, toto, loto, piyango gibi emeksiz kazanca ve sahtekârlığa yöneliyor. “Haram” mı, “ayıp” mı? O da ne demek? Hangi devirde, hangi kültürde yaşıyoruz sözleri havada uçuşuyor. Tabi kumar oynayan genelde kaybeder. Kaybettikçe de belki kazanırım diye daha çok oynar ve daha çok kaybeder. Yani battıkça çırpınır, çırpındıkça daha çok batmaya devam eder. Sonra dünyalık ihtiyaç ve taksitler bitmeden ve ahirete yatırım yapamadan insan ölüp gider.
Peki, bütün bunlar niçin, daha lüks bir hayat ve sözde dünyada rezil olmamak için. Ne tuhaf. İnsan üç günlük dünyada fakir ve rezil olmaktan korkuyor da ebedi olan ahirette fakir, rezil ve rüsva olmaktan korkmuyor! Hâlbuki kulun ahirette rezil olması çok daha korkunç ve utanç vericidir. Ama dünyevileşme hastalığı gözleri perdeleyince, basiret köreliyor.
Medya organlarıyla, dizilerle, sosyal medya ve reklamlarla estirilen dünyevileşme fırtınası, dünyevileşme hastalığını her gün biraz daha müzmin hale getiriyor. Hayat standardında yükseliş, gelir düzeyindeki artış ve rekabet, yükselen sosyal statüyü koruma kaygısı, manevi değil de maddi planda kendinden yukarıda olana bakmalar… Başkalarında olan bizde niçin olmasın anlayışı bizi her gün biraz daha dünyaya ram edip uhrevi istikbalden uzaklaştırıyor.
Bu öldürücü hastalık o kadar yaygın ve salgın ki aza kanaat etmek ve haline şükretmek diye bir özellik nerdeyse hiç kalmıyor. Hâlbuki elinde olana kanaat ve nimete şükür, nimeti arttırır. Hz. Allah, şöyle buyurur: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir. (İbrahim, 7) Hz. Peygamber de şöyle buyurur: Sizden biri, mal ve yaradılışça kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir.1
İslâm dini ve ümmet aleyhinde hesabı olanlar, her vesileyle dünyevileşmeyi kaçınılmaz ve zaruri göstermektedirler. Böylece eşyanın insana hükmettiği, eşya merkezli bir dünya kurarak eşyaya mahkûm olmamızı istiyorlar. Onlar biliyorlar ki eşyaya bel bağlayan, dinine hizmet şöyle dursun, dünyasını korumak için dinini dahi bozuk para gibi harcamaktan çekinmeyecektir.
Resûlullah (sav) şöyle buyurur: Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir. (Tirmîzî) Allah (c.c) şöyle buyurur: “İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir. (Bakara, 86)
Bu açıklamalar yanlış anlaşılmasın. İslâm dini, bilime ve teknolojiye düşman veya çalışmaya manidir veya fakirliği teşvik ediyor değil. Zira Hz. Peygamber ölçüsüz bir şekilde dünyaya sarılmak kadar; dünyayı tamamen boş verip bir tür ruhbanlık hayatına yönelmeyi de doğru bulmamıştır. Nitekim sürekli ibadetle meşgul olup kendilerini ve ailelerini dünya nimetlerinden mahrum bırakan kimselerin davranışlarını da hoş karşılamamıştır.
Bu konuda Kur’ân ve Sünnette yeterince uyarılar mevcuttur. İşte birkaç örnek: “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma…” (Kasas, 77) “Veren el, alan elden daha hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez. Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.” 2 “Kuvvetli mümin, zayıf / güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.” 3
Böyle bir dünyalık şer değil aksine hayırdır. “Birtakım insanlar vardır ki ne ticaret ne de alışveriş onları, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir günden (ahiretten) korkarlar.” (Nûr, 37) “Helâlinden kazanılmış malın, salih insanların elinde bulunması ne kadar güzeldir.” 4
Şu halde asıl tehlikeli olan, dünyalıklara sahip olmak değil, eşyaya tutsak olmamaktır. Dünya bir amaç değil, araç olarak kalmalı ve bu aracı da mülkün asıl sahibi olan Allah’ın (c.c) istediği gibi meşru yollarla elde etmeli ve yine onun emrettiği gibi kullanıp sarf etmeliyiz.
Dünyevileşmenin kaynağı kapitalizmdir
Bilindiği üzere kapitalizmin temel ilkesi şudur: “Her şey benimdir. Altta kalanın canı çıksın.” Hâlbuki İslâm’ın ilkesi en az kendin kadar hatta kendinden daha öncelikli olarak, mümin kardeşini düşünmendir. Düşmüşün elinden tutman, fakir ve muhtaç olanın ihtiyacını gidermendir. Böylece ebedi hayatına hazırlık yapmandır.
Allah (c.c) şöyle buyurur: “…Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Müzzemmil, 20)
Ancak iki asırdır; güce tapınan, parayı putlaştıran batı kültürü tüm dünya gibi İslâm diyarını da kuşatıverdi. Dolayısıyla tüm insanlık gibi biz Müslümanlara da ciddi manada, dünyevileşme virüsü bulaştı. Nitekim Resûlullah (sav) bu konuda da bizi uyarmıştı: “Siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse siz de gireceksiniz. -Ey Allah’ın Resulü! yahudiler ve Hıristiyanların yoluna mı, diye sorduk. O da: –Başka kim olacak, dedi.”5 Peki, dünyevileşme bize huzur getirdi mi? Asla! Hz. Allah (c.c) şöyle buyurur: İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. (Hadid, 20) Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. (Tâhâ, 124)
Şu halde tek çare, aslımıza dönmek. Kur’ân ve Sünnete kulak vermek. Resûlullah (sav) ve ashabının hayatını örnek almaktır. Dünyanın fani, ahiretin ebedi olduğunu unutmamak. Fani olan dünyaya faniliği, ebedi olan ahirete ise ebediliği kadar değer vermektir.
Kaynakça:
1) Buhârî, Müslim ve Tirmîzî. 2) Buhârî, Zekât 18; Müslim, Zekât 94-97, 106, 124. 3) Müslim, Kader, 34; İbn Mâce, Zühd, 4168. 4) Hâkim, Ahmed. 5) Buhârî, Müslim, İbni Mâce.