Eğitim kavramı üzerinde çalışma yapmak isteyenler, bu sözcüğün tanımını kaynaklarda şöyle bulurlar: “Bireye, kendi yaşantısı yoluyla istendik davranışların kazandırılması ve davranış değişikliği meydana getirme süreci…”
Eğitim, yaşam boyu süren her türlü bilgi ve deneyimi kapsarken; öğretim ise, eğitimin okullarda planlı ve programlı yapılan kısmıdır. Bu iki kavram, insan hayatı için son derece önemlidir. Birinin varlığı diğerine bağlı olan ve birbirini tamamlayan bu iki sözcük, bireyin bütün hayatı boyunca belirleyici unsur olarak önümüzde durmaktadır. Bunu bilinen ve halk arasında yaygın olarak kullanılan tabirle söylersek bu konudaki düşüncemiz tam olarak anlaşılmış olur: “Beşikten mezara kadar eğitim şart.” Belki de kişi, adından ve soyadından daha çok, sonraki nesillerin kendisini hatırlamalarını sağlamak için “beşikten mezara” şeklindeki bu iki sözcüğü önemsemelidir. Bu durum sadece bireyler için değil, aynı zamanda devletler için de geçerlidir. Hatta yarına kalmak isteyen ülkeler, eğitim ve öğretim faaliyetlerini sosyal devlet sorumluluğu olarak görür, bu hizmeti örgün eğitim kurumları (okullar) ve yaygın eğitim kurumları (açık öğretim okulları, mesleki eğitim merkezleri, özel kurslar vb.) aracılığı ile sunarlar.
Devleti oluşturan toplumun; eğitim ve öğretim faaliyetlerindeki etkinliği, gelişmişliği yine bu iki kavramı ne kadar önemsedikleriyle yakından ilgilidir. Eğitim ve öğretime verilen önem, toplumun geleceğe bakışının da bir göstergesidir. Toplumlar, kültürlerinin devamlılığını sağlama ve nesillerinin kalitesini belirleme ve bu kaliteyi artırma noktasında en etkili argüman olarak eğitim ve öğretimi görmektedir. Eğitim hem toplumsal değişmeyi etkilemekte hem de toplumsal değişimden etkilenmektedir. Yani hem öznedir hem de nesnedir. Bu nedenle toplumda, eğitimli kesime yönelik farklı bir beklenti oluşmaktadır. Toplum; okuyan kişileri, kendisi için gelecek vaat eden bireyler olarak görmektedir. Çünkü eğitim ve öğretim faaliyetleriyle bireylerden, toplumun gelişimine katkı sağlayacak bir şeyler üretmeleri, ekonomik refaha katkı sunmaları, gerekli ahlaki olgunluğu kazanarak erdemli davranışlarıyla toplumu temsil etmeleri ve gelecek nesillere bu açıdan örnek olmaları beklenir. Bilindiği gibi eğitimde Güney Kore, Japonya gibi ülkelerin kendilerine has özellikleri vardır. Bu ülkeler insan yetiştirme konusunda lider ülke olarak kabul edilir. Bu ülkelerin eğitim sistemlerini incelediğimizde şöyle bir gerçekle karşılaşırız: Çocukların akademik başarısından çok, bu eğitim sistemine dâhil olan bireylerin ahlaklı ve erdemli kişiler olmaları beklenir ve istenir. Ayrıca bu öğrencilerin milli bilinçle yetiştirilmelerinin yanı sıra okulun aile ile toplum arasında köprü görevini üstlenmesi önemsenen durumların başında gelmektedir.
Eğitim, insana kişilik kazandırma, insanları her zaman daha iyiye, daha güzele ulaştırma konusunda en önemli unsurdur. İdeal eğitimde arzulanan; öğrenmeyi öğrenen, kendi öğrenme sürecini kendisi planlayan, zamanı bir hazine bilip etkili bir şekilde kullanmaya çalışan, çağın gereklerine uygun bilgi birikimine sahip olmayı hedef edinmiş, insan haklarına saygılı, başkalarının fikirlerine tahammül edebilen, olaylara farklı bakış açılarıyla yaklaşmaya çalışan, yaptığı her işte o işin ehliyetini kazanma gayretinde olan, insanlığa faydalı olmak gayesiyle üretim faaliyetlerinde aktif bulunan, sosyal ortamlara kolay uyum sağlayabilen, çevreye duyarlı, kültürlü, sorgulayan, düşünen, çözüm üreten bireylerin toplumda çoğalmasıdır. Bunun için öncelikle bizlerin, şunun farkında olmamız gerekir: Eğitimi, sadece belirli bir mekânın ve belirli bir zamanın ürünü olarak göremeyiz. Tam aksine, o, hayatımızın her anında ve her alanında aktif olarak yaşantımıza katmamız gereken bir olgudur.
Değişen zamanın şartlarına göre eğitimde verimliliğin elde edilebilmesi için eğitim yönteminin ve onunla yakından ilgili olan araçların da güncellenmesi gerekmektedir. Değişen şartların sonucunda teknolojik imkânların hayatı kolaylaştırmada kullanılması, bu imkânların eğitim alanında da aktif olarak kabul görmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Z kuşağı diye ifade edilen -ki böyle bir tanımlamayı ve kategorileştirmeyi doğru bulmamakla birlikte- gençlerin, bu imkânlara çabucak uyum sağladıklarına ve bunları çok çabuk kullandıklarına şahit oluyoruz. Bu teknolojik araçların kullanılmasıyla, eğitim ortamlarında öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenmelerine katkı sağlamış oluruz. Bunu ertelemenin veya görmezden gelmenin hiç kimseye bir faydası yoktur. Çünkü bu durum, hayatı kolaylaştırdığı gibi, eğitimdeki öğrenmeyi de kolaylaştıracaktır. Ayrıca öğrenme süresini kısaltacağı gibi, öğrenmeye de bir kalite getirecektir. Şu andan itibaren en önemli iş, teknolojik gelişmelerin ürünü olan akıllı telefon, tablet ve bilgisayarların kullanımı konusunda bilinçli davranmayan gençlerin, bu araçları eğitim alanında nasıl verimli ve bilinçli kullanabilecekleri hususunda onları eğitmektir. Bilinçlenen gençlik de zamanla eğitimde teknolojiyi etkin bir şekilde kullanacaktır. Bunun sonucunda da verimli ve etkili öğrenme ortamları oluşacaktır. Böylelikle beklenen ideal eğitimin hedeflerine ulaşmak daha da kolaylaşmış olacaktır. ■