Makedonya Kralı Philip, bir gün oğlu İskender’in hocası olan Aristoteles’e kızar ve onu aşağılamak için şöyle der:
– “Ne olacak sanki? Senin yerine bir köle tutar, onun oğlumla ilgilenmesini ve onu eğitmesini sağlarım.”
Bu sözler üzerine ünlü düşünür kendinden emin bir şekilde krala şu karşılığı verir:
– “Evet Majesteleri, iyi fikir! O zaman çok geçmeden iki köleniz olur.”.
Büyük İskender’i yetiştiren Aristoteles’in hocası Platon, Platon’un hocası da Sokrates’tir (Sokrat). Fatih Sultan Mehmed’in birhocası da Diyarbakırlı Molla Gürani’dir. Bu bir tesadüf değildir. İnsanlarda var olan cevheri açığa çıkarmak, ancak bir mücevher ustasının eliyle mümkündür. Tarihe damga vuran, geleceğe yön veren büyük şahsiyetlerin yetişmesinde dört başı mamur öğretmenlerin, bilge kişilerin var olduğu bir gerçektir. Platon’un hocası Sokrates, verdiği derslerden ücret almayan, “Ölüm, daha iyi bir âleme yolculuktur.” diyerek dirilişe inanan, “Atina tanrılarını inkâr ve gençliği yoldan çıkarmak” suçlamasıyla idama mahkûm edilen bir filozoftur. İdam sehpasında, öğrencisi Krito’ya seslenerek: “Asklepios’a bir horoz borcum var, sakın ödemeyi unutma!” diyecek kadar da hak-hukuk konusunda titiz ve erdemli olduğunu gösteren bir kişidir.
Halil Cibran, “Eğitim; içinize tohumlar ekmez, tohumların büyümesini sağlar. Vadileri görmek istiyorsan dağın zirvesine tırman. Dağın zirvesini görmek istiyorsan bulutlara tırman. Bulutları anlamak istiyorsan gözlerini kapat ve düşün!” diyerek öğretmenlerimize ve öğrencilerimize bir projeksiyon sunmakta ve müthiş bir ufuk kazandırmaktadır. İnsanımızda var olan tohumun yeşermesini-büyümesini ve bir çınara dönüşmesini sağlamak için uygun bir ortam ve iklim oluşturarak, gerekli analiz ve değerlendirmeleri yaparak geleceğimizin teminatı olan gençliği yetiştirme sorumluluğumuz vardır.
Çocuklarımız, bizim geleceğimizdir. Onların emeği, biz eğitimcilere emanettir. Eğitim; bir toplumun, bir medeniyetin inşasında en önemli parametredir. Çocuklarımızın her yönüyle yetişmelerini sağlayan, onların ruh dünyasını şekillendiren, sorgulayıcı bir mantık kazandıran, özgüven aşılayan, bu toplumun sosyal, siyasal, kültürel, bilimsel yönde hak ettiği yere gelmesinde katkısı olan, kısacası toplumu inşa eden, bilgili, birikimli, irfan sahibi, dört başı mamur, eli öpülesi öğretmenlerimizdir.
Öğretmen; bir mücevher ustası titizliğiyle, eğitimi dizayn ederek, çok yönlü bir yaklaşımla ve ilim-irfan merkezli bir stratejiyle öğrencilerini yetiştirerek, bu coğrafyanın kadim medeniyetini tekrar ayağa kaldırma potansiyeline ve iradesine sahiptir.
Gazali, “Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen, cevizin hepsini kabuk zanneder.” diyerek olayların ve olguların arka-planını görmemiz gerektiğini, yüzeysel bir yaklaşımın bizleri doğruya ulaştıramayacağını, çok boyutlu bir yaklaşımla meseleleri ölçüp-değerlendirmemiz gerektiğini veciz bir şekilde açıklamaktadır.
Mevlâna, “Körler çarşısında ayna satma! Sağırlar çarşısında gazel atma!” diyerek olaylara hikmetle yaklaşmamız ve çocuklarımızın yeteneklerini dikkate alınarak bu yetenekler doğrultusunda bir yaklaşım sergilememiz gerektiğini izah etmektedir. Zira her çocuk özeldir, tıpkı yağan her kar tanesinin farklı olması gibi. Çocuklarımızın bu özel durumlarını dikkate alarak, “Ne kadar bilirsek bilelim, anlattıklarımız muhatabımızın anladığı kadardır.” kriterini esas alarak ve sevgi odaklı bir anlayışla yaklaşmamız hâlinde çok verimli sonuçlar elde edeceğimiz muhakkaktır.
Eğitimin inşasında en belirleyici ve en önemli unsur öğretmendir. Öğretmen daima merkezî konumdadır. Plan-proje ve projeksiyonlar ne kadar mükemmel olursa olsun, eğer öğretmen problemli ya da yeterli alan bilgisi ve formasyon birikimine sahip değilse sonuç her daim olumsuz olacaktır. Öğretmenlerimizin çok iyi yetiştirilmeleri, her türlü gereksinimlerinin karşılanması önem arz etmektedir. Ciddi hizmet içi eğitim seminerleri, çalıştay, konferans, sempozyum vb. etkinliklerle uluslararası çapta eğitim alanında meydana gelen gelişmeler değerlendirilerek, eksiklikler giderilmeli ve geleceğe dair planlar-projeler ve projeksiyonlar geliştirilerek eğitimde atılması gereken adımlar atılmalıdır. Atılacak bu adımlar; soran, soruşturan, sorgulayan, analiz eden, analitik düşünen dört başı mamur bir neslin inşasını gerçekleştirecektir.
Nurettin Topçu, “Öğretmen, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş, kitabın işidir; bilmediklerimiz kütüphanelerde bulunmaktadır. Öğretmen, genç ruhları bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir. Öğretmen, ruhların sanatkârıdır. Öğretmen; bilen, öğreten, irşad eden, yol gösteren, terbiye eden, hülasa veli, mürebbi ve emin vasıflara sahip insan olacaktır. Ruhların mürşidi, hayatın nazmı ve istikbalin en emin kefili olacaktır. Her şeyden evvel öğretmen, hayatımızın kullanıcısı değil, yapıcısı; seyircisi değil, aktörüdür. Öğretmen, hayatı yaşamayı değil, ona hizmeti tercih etmiş fedakâr bir varlıktır.” diyerek öğretmenin eğitimdeki rolünü, bireysel ve toplumsal sorumluluğunu güzel bir şekilde açıklamaktadır.
Öğretmen, her şeyden evvel “rol-model” insandır. Toplumu inşa eden, ruh dünyasını zenginleştiren, tahammülsüzlüğü, şikâyeti, yaşamın hiçbir kesitinde barındırmayan, bizlere hayatiyet kazandıran, değerlerimize yaslanarak içinde yaşadığımız çağın ruhunu anlayan, kavrayan, algılayan ve içselleştiren, bizlere dinamizm, cesaret ve asaleti yeniden hatırlatarak sorunlarımıza çözümler üreten müstesna bir insandır. Öğretmen bilir ki bireysel zaaflar, toplumsal sorumlulukları zehirler. Toplumsal kaygıların ve sorumlulukların bilincinde olan bir öğretmen, her türlü zaaftan arınması ve işine sevda ile bağlanması gerektiğini bilmek durumundadır.
Cemil Meriç, “Unutmayalım ki mektebi aşk besler, metotlu çalışma yaşatır.” diyerek aşkı-sevdayı merkeze alarak, yöntem ve tekniğe dayalı bir düşünce mekanizmasının ve rasyonel yaklaşımın gerekliliğine vurgu yapmaktadır. İskender, “Babam beni gökten yere indirdi. Hocam ise beni yerden göğe yükseltti.” diyerek en büyük onurun hocasına ait olduğunu çok veciz bir şekilde izah etmektedir.
Eğitimin inşasında temel bileşenler; öğretmen, öğrenci ve ebeveynlerdir. İstikbalimizin teminatı çocuklarımızın iyi bir eğitim alabilmeleri, ancak eğitimin hassasiyetini dikkate alan, sorumluluk bilincine sahip, birikimli, dört başı mamur öğretmenlerimizle mümkündür. Bu öğretmenler, Milli Eğitim’in organizasyonunda belli bir program dâhilinde ebeveynleri de yetiştirerek ve onlara sorumluluk bilincini aşılayarak hedef kitle dediğimiz öğrencilerimize odaklandıklarında sorunların peş-peşe çözüldüğünü görmüş olacağız. Eğitimin inşasında en önemli parametre hiç kuşkusuz öğretmendir. Eğitim ve öğretim sürecinin merkezinde odak noktayı oluşturan öğretmen, eğitimi etkileyen diğer unsurları da yönlendirebilecek, yol-yordam gösterebilecek konumdadır.
Bu çerçevede Millî Eğitim Bakanlığı, Baba Destek Eğitim Programını ve Ana Destek Eğitim Programını yurt sathında genişleterek, yeni bir öğretmenlik türünü uygulamaya koyarsa, öğrenci başarısı maksimum düzeyde olur. Eğitimin ebeveyn bileşeni eğitilirse birçok sorunun kendiliğinden çözüme kavuştuğu görülecektir.
Eğitime bakış açısı iki türlüdür:
1. Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı.
2. Analitik-sürekli ve süreç odaklı.
Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı bakış açısında sorunlar var. Bu bakış açısında öğrencinin zihin dünyası, sonuca ve ezbere odaklanır. Konular ve dersler arasındaki sürekliliği kesen, ayrıştıran, muhakeme-mantık yürütme-sorgulama yeteneğini bozan bir yapıya sahiptir. Analitik bakış açısında; süreklilik, sorgulama-analiz etme ve muhakeme vardır. Eğitimin her aşaması, bir nehrin akışı gibi sürekli bir fonksiyondur. Bu sürekliliği dikkate alan bir yaklaşım içinde olmamız gerekmektedir. İlk yıllarda alınan derslerin sonraki yıllarda temel teşkil ettiği, hiçbir dersin ve sınıfın ihmale gelmemesi gerektiği açık bir gerçektir. “İbadetin en hayırlısı, az da olsa sürekli olanıdır.” kutlu sözünün ışığı altında deriz ki: “Çalışmanın (eğitimin) en hayırlısı, az da olsa sürekli olanıdır”. Kategorik-kompartıman ve sonuç odaklı bir eğitim anlayışı değil, analitik-sürekli ve süreç odaklı bir eğitim anlayışını esas almamız, bilimin ve rasyonalitenin gereğidir. Bu anlayış çerçevesinde, öğretmenlerimizin sorumluluk bilinci ve sevdası maksimum düzeyde olursa öğrencilerimizin başarısı da o düzeyde olur.
Eğitimde başarısızlığı kabullenemiyorum. Günümüz dünyasında birçok vahşi hayvanın eğitildiği ve bunların insanlığın yararına işler yaptıkları bir vakıadır. Yıllar önce, uzak-doğu ülkelerinden birinde yapılan bir bilimsel kongre ya da sempozyuma katılan bir akademisyen arkadaşımın anlattıklarını paylaşmak istiyorum: “Akademik çalışmanın sonunda, bize ev sahipliği yapan kurum bizleri bir futbol sahasına götürdü. Fillerden oluşan iki takım karşı-karşıya geldi. Maç başladı. Biraz sonra bir fil hata yapınca, hakem sarı kart gösterdi. Sarı kart gören fil, hakeme doğru ilerleyerek, hakeme özür selamını vererek tekrar oynamaya başladı. Biraz sonra bir başka fil daha büyük bir hata yapınca, kırmızı kart gördü. Hata yapan fil de hakeme doğru yönelerek, özür selamını verip sahayı terk etti.” Sarı ve kırmızı kart gören fillerin nazik tavırları, lig maçlarında kırmızı kart gören sporcularımıza umarım bir örneklik teşkil eder. Demek ki filler eğitilebilir. Bir belgeselde, eğitimcisiyle dans eden, sarmaş-dolaş olan ve eğitimciye hiçbir zarar vermeyen kobra yılanını izledim. Son derece vahşi ve cesur bir karaktere sahip Sivas kangal köpeği eğitilince dünya markası, sahibine sadık bir çoban köpeği olabiliyor. Balıklar, maymunlar, kuşlar ve benzeri hayvanlar da eğitilebiliyor.
Bu kadar hayvan türü eğitilebiliyor ve yararlı işlerde kullanılabiliyor da neden “Mikro Evren” dediğimiz insan eğitilmesin! Burada bir sorun var. Eğitimin icrasında sorumluluğu olan bütün bileşenler bu konuyu incelemeli, analiz etmeli. Hiçbir komplekse kapılmadan, varsa eksiklerimizi gözden geçirerek, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın geleceğinin inşası için seferber olmak durumundayız. Bu sorun, çözülemeyecek bir sorun değildir. Yeter ki sorumluluk mevkiinde olanlar, bizler, hepimiz sorumluluklarımızın bilincinde olarak, elimizi taşın altına koyarak gereğini yapalım.
Her insan biriciktir. Yeryüzünde yaşayan takriben 7,5 milyar insanın her biri, farklı yetenek ve özellikte yaratılmıştır. Bu insanların her birinin ses tonu, siması, mimikleri, jestleri, parmak izi, el avucu izi, DNA’sı, göz retinası farklıdır. Bu sebepten diyoruz ki: İnsan, “Mikro Evrendir.” ve evren çapında “Biricik” bir değere sahiptir.
Yapılan son araştırmalar göstermiştir ki, 8 tane zekâ türü vardır. Bunlar; Matematiksel-Mantıksal zekâ, Sözel-Dilsel zekâ, Sosyal zekâ, Görsel-Mekansal zekâ, Bedensel-Kinestetik zekâ, Müziksel-Ritmik zekâ, Kişisel-İçsel zeka ve Doğa zekası şeklinde sıralanabilir. İnsanlar, bu zekâ türlerinin tümünde farklı seviyelere sahip olarak dünyaya gelir. Bu zekâ türlerinin her biri bir öz, bir cevher hükmündedir. Nasıl ki bir çiftçinin, toprağa saçtığı tohumun gelişmesi için var gücüyle çalışması gerekiyorsa bir eğitimcinin de öğrencilerde var olan bu özü-cevheri işlemesi ve yetenekleri doğrultusunda bir neslin inşasını gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Bilgili, donanımlı bir neslin yetişmesi, geleceğimiz açısından son derece önemlidir. İstikbalimiz ve istiklalimiz buna bağlıdır. Ancak bilgiden önce bilgi ahlakını esas alan, varlık dünyasını emanet olarak gören, kemiyetten ziyade keyfiyete önem veren, eşyanın sadece yüzüne-formuna değil arka-planına ve cevherine bakan, neslin ıslahının ve arzın imarının sahih bilgiden geçtiğini bilen bir neslin yetişmesi hayati derecede önemlidir. Bu nesil, elde ettiği bilgiyi sadece istatistiksel rakamlara, sınavları da teste indirgeyerek “fiyat” eksenli bir yaklaşımı değil, elde ettiği bilginin kendisine bir ahlak, erdem ve sorumluluk yüklediği bilincinin farkında olarak “Değer” eksenli bir ölçme ve değerlendirme yaklaşımını esas alır. “Değer” eksenli bir eğitim anlayışında, Aşkınla ve Kutsalla ilişki, maksimum düzeyde olmalıdır ki ruh dünyamızın ihtiyaç duyduğu gıda hâsıl olsun. Ruh dünyasını ihmal eden toplumların geleceği yoktur. İki dünyalı olmak realitenin gereğidir. Kimlik ve kişilik erozyonuna karşı şahsiyeti korumanın yolu eğitimin temelini; adalet, merhamet, sorumluluk, dürüstlük, sabır, hoşgörü, hamd, şükür, dayanışma, yardımlaşma, sevgi-saygı ve benzeri değerler üzerine inşa etmekten geçer.
Dünya çapında bir iş adamı olan Warren Buffet, “Birini işe alırken üç şeye bakarız: dürüstlük, zekâ ve enerji. Bunların en önemlisi dürüstlüktür. Çünkü eğer dürüstlük yoksa diğer iki özellik sizin sonunuzu getirir.” diyerek değerlerimiz arasında yer alan bu “dürüstlük” ilkesinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Değişimin ve toplumsal gelişmenin öznesi, inanç değerlerimiz ve kültürel kodlarımızdır. Toplumun vicdanını bu değerlerle mayalamalıyız. Zira toplumsal değişim ve gelişimin itici gücü; nitelikli, şahsiyetli, karakterli insanlardır. Gölge hayatlarla, hayattan kopuk ve hayata temas etmeyen düşüncelerle bir gelecek inşa edemeyiz. Aksine kolektif aklımızın, ruhumuzun ve düşüncemizin bileşkesiyle geleceğe dair öngörülerde bulunarak bir inşa ve imar hareketi içinde olmamız, bireysel ve toplumsal sorumluluğumuzun gereğidir. ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?