Yaş ilerledikçe insan kendini aşıp biraz da etrafına bakmaya başladığında bazı şeylerin daha da farkına varıyor. Ve bu farkına varış bazen de insanı, üretmeye yöneltiyor. Örneğin; ozon tabakasının giderek incelmesi haberlerini izlerken aslında bizden de bazı şeylerin koparıldığını düşünmeden edemiyor insan. Yok olan sadece onlarca ağaç, çiçekler, otlar, hayvanlar değil. Bizler de yavaş yavaş onlarla yok olmaya, asıl kimliğimizden uzaklaşmaya başlıyoruz.
Bu yazıyı okuyan kardeşim; her birimize tek tek, “on beş ve otuz yaşları arasındaki zamanın nasıl geçti?” diye bir soru sorulsa eminim hepimiz “su gibi geçti, göz açıp kapamak gibi küçük bir zaman diliminde geçip gitti” deriz. Aslında şu sorunun sorulması gerekir; bu geçen zaman zarfında Allah’ın rızasını kazanmak için neler yaptık? İnsanlar bizi hangi salih amel ile tanıyor? Bu sorulara olumlu cevap verebildikten sonra bir bakımdan topluma faydalı bir birey olabiliriz.
Gençliğin ve gelecek neslin Din-i İslam’ın birer askeri olmasını istiyorsak mutlu ve huzurlu bir nesil yetiştirmemiz gerekiyor. Elbette dünyanın cennet olduğunu, yoksulluk, yalan-dolan ya da haksızlıkların var olmadığını, sorunlarımızın bittiğini, insanların hiçbir şeye ihtiyacı kalmadığını söylemiyoruz ama hayatın zorlukları ile başa çıkmak, başarılı olabilmek, hedeflerimize ve gayelerimize ulaşmak için mutlu olmanın daha fazla gerektiğini söylüyoruz. Nitekim; varlıklı bir ailenin çocuğu olan ve bu kutsal din uğruna sahip olduğu bütün her şeyi terk eden Musab bin Umeyr’in, başta Mahzumoğulları olmak üzere Kureyş müşriklerinin en ağır işkencelerine maruz kalan Sümeyye ve ailesinin, delilik ve büyücülük ile itham edilen Peygamber Efendimizin (sav) hayatı boyunca genel anlamda huzurlu ve mutlu olduğunu görüyoruz. Çünkü onlar mutluluğun gerçek sırrı ile hemhaldiler.
Örnek verdiğimiz sahabiler ve Peygamber Efendimizin (sav) sorunlarını dile getirirken mutluluğun bir takım maddi şeylere sahip olmak olmadığını anlıyoruz. Daha büyük bir ev, daha çok para, şan, şöhret, makam, mevki vb. şeyler kısa dönemde mutlu olmak için birer araçtır ama mutluluğun kendisi değildir ve asla gerçek mutluluğun yerini alamaz. Evet; yoksulluk ve yalnızlık Musab bin Umeyr’e acı vermişti ama kendisi de gerçek mutluluğun onlarda olmadığını anlamıştı. Meryem annemiz Hazreti İsa’yı kucağında kavmine getirince kavmi ona “Meryem, hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın” derken Hazreti Meryem acı çekti, üzüldü, ağladı ama o da gerçek ve ebedi mutluluğun tadını almıştı.
Mutlu olmak için mutluluğun bir koşulu olmadığını, sadece istemek ve ona göre davranmak gerektiğini bilmek yeterlidir. Hele böyle zor dönemde gençlerimizin gerek siyaset gerek itikadi sıkıntılar ile cedelleşirken daha fazla mutlu olmaya ihtiyaçları vardır. Acıya dur demek zor olabilir; ama salih bir niyetle mutluluğa, saadete daha fazla kucak açabiliriz.
Yüce Mevlam asr-ı saadetin mutluluğundan bizi mahrum eylemesin. Âmin…
