Gazeteci-Yazar Ahmet Varol’la sorularımıza geçmeden önce 15 Temmuz ve sonrasında yaşanan acımasız darbe girişim sürecini okurlarımız için derledik.
Kısaca 15 Temmuz Gecesi ve Milletin Onurlu Direnişi
15 Temmuz 2016 Cuma akşamı, saat 22.00… Askeri tanklar İstanbul’da Boğaz Köprüsünü, Yeşilköy Atatürk Havalimanını ve birçok kritik noktayı kapattı. Jetler Ankara ve İstanbul’da alçak uçuşlarla gece boyunca halkın üzerine korku saldı. Tanklar şehrin ana caddelerinde, stratejik noktalara doğru hareket etti. Cuntacılar önemli devlet dairelerine harekâtlar düzenleyip işgal etti. TBMM, Özel Harekât Dairesi, TÜRKSAT, Cumhurbaşkanı Külliyesi ve Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otel gibi stratejik birçok nokta cuntacılar tarafından bombalandı… TRT binasına baskın düzenleyip işgal eden askerler; alçakça “Yurtta Sulh Konseyi” adına korsan DARBE bildirisini tekrar tekrar TRT ekranlarında okuttular. Tüm bu gelişmeler yaşanırken Genelkurmay başkanından bilgi alınamadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Marmaris’te kaldığı otelden, darbecilerin kendisini öldürme tehlikesine rağmen halkına CNN Türk’te görüntülü olarak seslendi. Cumhurbaşkanı; bugünkü yaşanan gelişmenin Silahlı Kuvvetler içerisindeki bir azınlığın kalkışma hareketi olduğunu ve paralel yapılanmanın (FETÖ; Fethullahçı Terör Örgütü) teşvik ettiği bir hareket olduğunu ifade ettikten sonra halkın gücünün üstünde bir güç tanımadığını, cuntacıların darbe girişimine karşı tüm halkı demokrasiye sahip çıkmak için meydanlara çağırdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ben de Cumhurbaşkanı olarak meydana geliyorum” diyerek uçağıyla hareket etti.
Birinci ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a: “İstanbul’a gelin ben sizi korurum” daveti üzerine yaverine Ankara’ya gideceğini söyleyen Erdoğan, F-16’ların koruması altında, yolcu uçağı koduyla İstanbul’a iniş yaptı. Kısa bir süre sonra da meydanları dolduran; tanklara, uçaksavarlara, bombalara göğüslerini siper eden milletinin karşısına çıktı.
Cuntacılar tarafından iki saatlik işgalin ardından TRT normal yayınına döndü, işgalciler gözaltına alınmaya başlandı. TÜRKSAT’ı bombalayan askeri helikopter düşürüldü. Asker, Ankara Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığına operasyon düzenleyerek Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı kurtardı ve güvenli bölgeye götürdü. Birçok üst düzey general gözaltına alındı, tutuklandı ve görevden alındı. Darbeyi yönettiği iddia edilen eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk ve Korgeneral Metin İyidil gözaltına alınarak haklarında vatana ihanet suçundan işlem başlatıldı.
15 Temmuzda Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki FETÖ (Fethulahçı Terör Örgütü) mensubu bir grup subay tarafından başlatılan darbe girişimi tüm yurtta yaklaşık 22 saatte kontrol altına alındı. 246 şehid, 2185 yaralı ile darbecilerden 24 ölü ve 50 yaralı ile darbe püskürtüldü.
15 Temmuz’un ardından Türkiye genelinde binlerce asker, polis, hâkim, savcı, mülki idare amiri ve örgütle bağlantılı sivil gözaltına alındı. Bakanlık verilerine göre toplam 6 bin 16 kişi tutuklandı. Tutuklananlardan 470’ini polisler (287 rütbeli, 183 rütbesiz), 3.847’sini askerler (123 general, 1052 subay, 2672 diğerleri), 1572’sini hâkim ve savcılar, 34’ünü mülki idare amirleri, 93’ünü de siviller oluşturdu. Gözaltılar ve tutuklamalar devam ediyor. Ayrıca darbeden sonra 20 Temmuz’da toplanan Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu, tüm ülkede Olağanüstü hal (OHAL) kararı aldı. Bu süreçte devletin kendine karşı OHAL ilan ettiğini Başbakan Binali Yıldırım açıkladı.
Darbecilerin ikinci teşebbüsü ihtimaline karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan halkın meydanlarda kalmasını, ikinci bir emre kadar nöbette devam etmelerini istedi. Tüm ülke günlerdir büyük kalabalıklarla stratejik noktaların önünde nöbetteler. Türkiye halkının bir arada hiçbir ayrım gözetmeksizin kol kola yaptığı bu mücadele; toplumun birlikte yaşamayı öğrenmesi ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa kendi gücünün farkına vararak üzerindeki ölü toprağını silkelemesi açısından tarihe damga vuracak destansı bir duruşu ortaya koymuştur. Bu duruş “Yeni Türkiye” arayışının ve anlayışının temelini atmıştır…
-15 Temmuz akşamı, darbe girişimini ilk duyduğunuzda neler hissettiniz?
15 Temmuz gecesi bu konudaki haberleri evde bir misafirimle sohbet ederken aldım. Haberleri takip etmiyorduk. Biz kendi aramızda sohbet ediyorduk. Çocuklar darbe girişiminden söz ederek haberlere bakmamızı önerdiler. Ben başlangıçta garipsedim ve yanlış bir bilgilenme olduğunu düşündüm. Çünkü Türkiye’de artık ordunun böyle bir şeye teşebbüs edeceğini aklıma getirmiyordum. Misafirim de aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüyordu. Ama yine de işin aslını öğrenmek için hemen bilgisayarı yanıma alarak internetten haberleri açtım. Haberlerde ciddi olaylardan ve darbe için tankları harekete geçirenlerin özellikle İstanbul’da köprüleri ve hava alanını ulaşıma kapatmalarından söz ediliyordu. Bu arada biraz daha hızlı haber almak için yine internet üzerinden canlı yayın yapan televizyon kanallarını açtık. Açtığımız kanalların tutumu darbe girişimine karşıydı. Gelişmeleri aktarırken bir yandan da Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamasını veriyorlardı. Başbakan, bir darbe teşebbüsünün olduğunu ama başarılı olamayacağını söylüyordu.
Bu açıklamalar ve medyanın sergilediği tutum beni ümitlendirdi. Darbecilerin kontrolü sağlayamadıkları, kendileri bunun için çalışırken bir karşı tavrın önlerine çıktığı ve ilerlemelerinin zorlaştığı, ülke genelinde kontrolü ele geçirmelerine kadar karşı tutumun yaygınlaşması ve önlerine geçmesi ihtimalinin yüksek olduğu kanaati uyandırdı. Misafirimle de bunu konuştum. Bu konuda misafirimin görüşleri de aynı yöndeydi.
Ardından sosyal medyada haberleşmeler başladı. Darbecilerin kontrol altında tuttukları noktalara yüklenilmesi ve kontrolün geri alınması için çağrılar gönderilmeye başlanmıştı. Misafirim de üyesi olduğu MÜSİAD’dan gelen bir çağrıya uyarak hava alanına gitti. Sonra oradan bana mesajlar ve darbecilerin kıskaca alınmalarının görüntülerini gönderdi.
O sıralarda Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın televizyon kanallarından telefon vasıtasıyla yaptığı açıklamalar ve halka yönelttiği çağrılar yayınlandı.
Bütün bu açıklamaların ve bilgilerin ardından darbe teşebbüsünün başarısız olacağı kanaati hâkim oldu. O sırada whatsapptaki mesajlara baktığımda Türkiye dışındaki medya mensuplarından oluşan arkadaşlarımın kurduğu bir gruptaki mesajlarda darbenin oldukça ciddiye alınması dikkatimi çekti. Onlara cevap için hızla mesajlar yazarak Türkiye’de darbe girişiminin başarısız olduğunu yazdım. Başlangıçta bana inanmakta zorluk çektiler ve delillerimi sordular. Çünkü izledikleri Batılı ve Arap dünyasındaki medya organları haberlerinde sürekli Türkiye’de ordunun yönetime el koyduğu haberleri yayıyorlardı. Ben arkadaşlara bu bilgilerin doğru olmadığını, ordunun değil ordu içindeki bir grubun girişimde bulunduğunu ama başarılı olamadığını yazdım. Girişimin başarısız olduğuna delil olarak cumhurbaşkanının ve başbakanın açıklamalarını, halkın meydanlara çıkıp tankların önüne geçmesini andım. Yeterli bulmadı ve yalnız bunlarla hüküm verilemeyeceğini hatta bu gibi olaylarda böyle açıklamalar yapılmasının ve halkı sokağa dökmenin siyasi mekanizmada kontrolü kaybetmeye işaret edebileceğini dolayısıyla zaaf göstergesi olacağını söyleyenler oldu.
Fakat gecenin geç saatlerinde Batılı medya organlarının da “darbe” yerine “darbe teşebbüsü” ibaresini kullanmaya başlamaları üzerine söz konusu medya grubundaki arkadaşların da kanaatleri değişmeye başladı.
-Darbe yapmak isteyenler kimlerdi, arkalarında kimler var?
Bunların kimler oldukları ilk geceden hatta ilk saatlerden itibaren açığa çıkmıştı. Başlangıçtan itibaren, kısa adı FETÖ olan karanlık bir örgütün planladığı bir darbe girişimi olduğu açığa çıkmıştı. Örgüt lideri daha sonra her ne kadar kendilerinin olayla bir ilgilerinin olmadığını ileri sürdüyse de bu inandırıcı olmadı. Çünkü darbe girişimi için sahaya çıkanlar, onları organize edenler ve baskınları koordine edenler kıskaca alındı. Bunların kimlerle ilişkilerinin olduğu tespit edildi. Yani suça ortak olanlar birilerinin ihbar etmesiyle veya birtakım izlerin takibi yoluyla değil tamamen suçüstü yakalandılar. Üstelik suçüstü yakalananlar sadece suça ortak olanların bir kısmını oluşturmuyor. Yunanistan’a kaçan bir ekip ve kendilerini saklamak için bazı deliklere giren çok az sayıda suçlu hariç suça ortak olanların tümü bir yere kaçma fırsatı elde edemeden suçüstü yakalandı. Bu durum karşısında birilerinin kalkıp da suçunu inkâr etmesiyle hüküm değişmez.
Fakat burada asıl tartışma konusu olan husus o kişilerin böyle bir teşebbüsü kendi hesaplarına mı yoksa kendilerini yönlendiren bazı uluslararası güçler hesabına mı gerçekleştirdikleriydi. Yorumcuların birçoğunun ortak kanaatine göre bu girişim uluslararası mekanizma tarafından yönlendirilen ve Türkiye’deki siyasi iktidara el koymaktan ziyade Türkiye’ye darbe indirmek isteyen bir plandı. Çünkü başarılı olması halinde yeniden ülkenin tüm imkânları ve kadroları uluslararası güçlerin karanlık hesapları için hizmete zorlanacaktı.
Dışarıdan kontrol ve yönlendirme söz konusu olunca da ilk akla gelen ABD oluyor. ABD yönetimi kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmeyerek darbe girişimiyle bir ilişkilerinin olmadığını ifade eden açıklamalar yaptı. Fakat hazırlık aşamasıyla ilgili bir bilgilerinin olup olmadığı konusundaki sorulara da kaypak ve çelişkili cevaplar verdiler. Gelişmelerden tamamen habersiz olmadıklarını hissettirirken suça ortak olduklarını kabul etmeye de yanaşmıyorlar.
Türkiye istihbaratının çok geç fark ettiği böyle bir hazırlığı ABD’nin önceden biliyor olması olayın dışında olmadığını gösterir. Zaman içinde yapılacak araştırmalar bu konuya biraz daha açıklık kazandıracaktır.
Bunlar şimdilik netlik kazanmış olmasa da herkesin gözünün önünde duran çok açık ve net bir gerçek var: Darbe teşebbüsünü planlayan ve organize eden örgütün lideri ABD tarafından özel himaye altında tutuluyor. Bu adamın darbe öncesinde de birçok suçla irtibatı tespit edilmiş ve hakkında muhtelif davalar açılmış durumda. Ama adam hakkındaki tüm davalara rağmen kendinden emin bir şekilde sırtını ABD’ye dayamış halde çalışmalarını yürütebiliyor. Demek ki adam orada himaye altında tutuluyor ve küresel emperyalizm, genelde İslâm âlemine yönelik ifsat politikasının bir misyoner teşkilatı gibi kendisinden yararlanıyor. Sadece örgütün lideri değil Türkiye’de muhtelif suçlara karışmalarından dolayı haklarında dava açılmış birçok ileri gelen elemanı Pensilvanya’daki karargâhta korunuyor. Bu durum darbeyi planlayanların ve teşebbüsü başlatanların arkasında kimlerin olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
-Gülen hareketi neden darbe yapmak istedi?
Bunlar yıllardan beri askeriyeye yerleşmek ve orada güçlenmek için muhtelif faaliyetler yürütüyorlardı. Bunun üzerinde biraz düşündüğümüz zaman son teşebbüslerini anlamamız belki daha kolay olacaktır.
Bazıları siyasi fikir geliştiriyor, partiler kuruyor, bu fikirleriyle ve partileriyle halkın karşısına çıkarak oy talep ediyorlar. Bu yolla siyasi iktidarı kazanmak için çalışıyorlar. Bazıları dernekler ve muhtelif sivil toplum kuruluşları kurarak siyasi iktidarları etkilemeye çalışıyorlar.
Türkiye’de geçmişte bir askerî darbe geleneği vardı. Adnan Menderes’in halkın çoğunluğunun oylarını alarak kurduğu on yıllık siyasi iktidarına, silahın gücünün kullanılması suretiyle bir gecede son verildi. 12 Eylül 1980 gecesinde de ordu bir gecede siyasi iktidara el koydu. Bazı dönemlerde ise asker iktidara el koymamakla birlikte ültimatom verdi, istediği şekilde hizaya soktu.
Bu durum Türkiye’nin demokratik bir ülke olarak tanımlanmasına rağmen namlunun gücünün sandığın gücüne baskın çıktığını gösteriyordu.
Muhtemelen Fetullah Gülen örgütü de bunu nazarı dikkate alarak iktidarı, tabandan oyların desteğiyle değil tepeden namlunun ucunu göstererek ele geçirmenin daha kolay olacağını hesap ederek ordu içinde uzun vadeli bir yatırım yaptı.
Ayrıca bu çalışmalarını sadece orduya tahsis etmedi, polis ve istihbarat teşkilatlarına da el atmaya çalıştı. Polis içindeki gücünü kullanmak amacıyla 17 ve 25 Aralık çıkışlarını yaptı ama başarılı olamadı. Öte yandan onun bu çıkışları hükümetle arasının iyice açılmasına neden olduğu için usûle aykırı çalışmaları daha yakın bir takibe alındı. Muhtelif kurumları elinden alındı.
Gelişmeler karşısında zaman artık Fetullah Gülen örgütünün aleyhine işlemeye başlamıştı. Her geçen gün onun hesabından bir kayıptı ve örgütün liderinin ABD’den talep edilmesi için hazırlıklar da tamamlanmıştı. Bu arada yaklaşan YAŞ toplantısında örgütün elemanlarından birçok kişinin tasfiye edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi ihtimali vardı. Ondan dolayı elinde kalan asker kozunu kaybetmeden harekete geçmek istedi ve böyle bir girişimde bulundu.
Eğer ki askeriye içindeki gücünü tehlikede görmeseydi acele etmeyebilir ve şartların biraz daha olgunlaşmasını bekleyebilirdi. Ama silahın gücünü siyasi iktidarı elde etmek için kullanma niyetinin kesin olduğu, hazırlıklarını bu niyetini amele dönüştürebilmek için yaptığı anlaşılıyor.
-Gülenciler TSK’ya nasıl sızdılar ve önemli görevlere nasıl getirildiler?
Onların askeriyeye eleman sokma fikirleri benim üniversitede öğrencilik yıllarımın başlangıcından yani 1980’den beri duyduğum husustur. O zaman bu cemaatin mensuplarından tanıdığımız gençler askerî liselere ve harp akademilerine el atmak için yapılan çabalardan söz ediyorlardı. Tabii o zaman niyetlerinin böyle bir darbe hazırlığı olduğunu düşünemezdik. Daha çok ordu içinde kendileri gibi düşünenlerin sayısını artırmak amacıyla bunu yaptıklarını düşünüyorduk. Ayrıca o zaman kendilerini vasat çizgide, nurcu, muhafazakâr ve dindar bir kesim olarak lanse ettikleri için biz de öyle kabullenmiştik. Fakat 1990’lı yıllardan itibaren, uluslararası siyonizmin söylemleriyle örtüşen söylemlerinden ve küresel emperyalizmle ilişkilerine işaret eden bazı bağlantılardan dolayı kendilerinden tamamen soğudum.
Benim gibi birçokları onların zihinlerde soru işaretlerine neden olan çıkışlarından ve sözlerinden olumsuz etkilenmişti. Ama diğer tarafta askeriye içine girmek ve elemanlarını yerleştirmek için yeni yöntemler de geliştirmişlerdi.
Fakat benim tahminime göre bunu sadece kendi yöntemleriyle ve taktikleriyle başarmış değiller. Küresel güçlerin kendilerine verdiği desteğin ve bazı arka kapıları kullanmalarına fırsat verilmesinin önemli rolü olmuştur. Eğer ki bu mümkün olmasaydı sadece takiyye yoluyla gençlerini saklayıp ordu içinde bu kadar geniş çaplı bir güç elde etmeleri mümkün olamazdı.
-Darbe girişimi neden, nasıl başarısız oldu?
Bunda en önemli etken halkın tavrı oldu. Türkiye halkı artık darbeler dönemine geri dönmek istemiyor. Benim tahminime göre darbeyi planlayanların düşünemedikleri en önemli nokta da burası olmuştur.
Bunun dışında pek çok sebep zikretmek mümkündür. Bazıları operasyonun akşam saatlerinde yani erken başlatılması yüzünden başarılı olamadığını söylüyor. Bazıları siyasi liderlerin gözlem altına alınamamasını asıl sebep olarak düşünüyor. Bazılarına göre ordu içinde darbe konusunda bir ittifak sağlanamaması başarısız olmasına neden oldu. Medya organlarının bugün çok gelişmiş olması, sosyal medya vasıtasıyla insanların birbirlerini organize etmeleri darbeyi engelledi deniliyor. Bir diğer önemli sebep olarak polis teşkilatının darbecilere karşı durması gösteriliyor.
Bunların hepsini zikredebiliriz. Ama hepsinin birleştiği bir yer var: Darbeyi istemeyen halkın bütün siyasi kesimlerinin darbecilerin karşısına çıkmaları, göğüslerini tanklara dayayarak sivil yönetimi silahlı güçlerin vesayetine sokmak istemediklerini ilan etmeleri darbeyi engelledi.
Gerçi darbeciler karşılarına çıkan halka insaf etmedi. Havadan uçaklarla, yerden tanklarla ateş ederek insanları katletmekten çekinmediler. Ama direnen halk darbecilerin ilerlemesini engellemeyi başardı. İlerleme imkânı bulamayan darbecileri arkalarından da polis kıskaca aldı ve halk gücüyle polis gücü arasında sıkıştılar. Teslim olmaktan başka seçenekleri kalmadı ve kurdukları planın başarılı olamayacağını anladılar.
-Bu süreç boyunca ve süreci atlattıktan sonra halka, STK’lara, iktidara ne tür vazifeler düşüyor?
Bu süreçte ve sonrasında halka, sivil toplum kurumlarına ve hükümete düşen görev adalet çizgisinden kaymamaktır. Adalet çizgisinden kaymamak suçlunun cezalandırılmasına engel değildir. Suçluya hak ettiği ceza verilir. Bu, tehlikenin bertaraf edilmesine de engel değildir. Benzer bir girişim için potansiyel tehdit oluşturan yapılanmaların etkisiz hale getirilmesi de mümkündür. Ancak olayın toplumun kamplara bölünmesine neden olacak bir fitneye dönüşmesine de fırsat vermemek gerekir. Çünkü toplumu bir fitne ateşinin sarması durumunda bunun tehlikesi de darbe gibi olabilir.
Dolayısıyla bu aşamadan sonra insanları yanlış seçimlerinden dolayı mahkûm etme yanılgısına düşmemek, suçun ve suç potansiyelinin ortadan kaldırılmasına özen göstermek, yanlış seçim yapmış olanların da doğruyu görüp çizgilerini düzeltmelerine yardımcı olmak gerekir.
-Gülen hareketini ve Türkiye’yi neler bekliyor?
Kimi neyin beklediği hakkında bir şey konuşmamız zor. Sadece mevcut duruma göre bir kanaat belirtmemiz söz konusu olabilir. Küresel emperyalizm Türkiye’nin yükselişinden ve ilerleyişinden memnun değil. O yüzden askerî darbe teşebbüsünden önce de muhtelif badireler yaşandı. Bunlardan kaynaklanan sıkıntılar son bulmuş değil. Küresel emperyalizmin oyunlarından kaynaklanan tehdit ve tehlikeler de son bulmuş değil. O yüzden ülke genelinde safları sıkılaştırmak ve zorlukları birlikte göğüslemek gerekiyor.
Fakat birçoklarının da ifade ettiği üzere FETÖ’nün darbe girişimi bir tür kamikaze hareketiydi. Bu olaydan önce zaten iki teşebbüsünden başarısız çıktığı için büyük sarsıntılar yaşadı ve elinde kalan son kozu kullandı. Bunda başarılı olamaması durumunda girişiminin kendisine ağır darbe getireceğini de tahmin ediyordu. Ama beklentileri başarma yönündeydi. O yüzden bu sarsıntıdan sonra yeniden toparlanma fırsatı bulması neredeyse imkânsız hale gelmiş gibidir.
ABD’nin artık Fetullah Gülen’in işe yaramayacağını düşünerek onu Türkiye’ye teslim edebileceğini söyleyenler var. Ama onun teşkilatının sadece Türkiye’ye yönelik çalışmadığını, küresel emperyalizmin Müslüman kimliğini kendi hesaplarına göre ayarlamak amacıyla devreye soktuğu bir misyoner teşkilatı gibi istihdam ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Küresel emperyalizmin Türkiye’ye yönelik oyunları bu aşamada artık bu teşkilat üzerinden değil başka araçlarla ve organlarla olabilir.
Röportaj: Ekrem Özgüç