1- Sizi tanımayan okuyucularımıza kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

• İsmim Ayşeli Polat. 1973 Isparta doğumluyum. 1995 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldum. Aynı yıl Gaziantep Şahinbey Kız İmam-Hatip Lisesi’ne meslek dersleri öğretmeni olarak atandım. Bu okulda üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 28 Şubat sürecinde gelen başörtüsü yasağından dolayı 1998 yılında öğretmenlikten istifa etmek zorunda kaldım. 2010 yılına kadar gayrı resmi olarak İslam’a hizmet etmeye çalıştım. 2010 yılında tekrar Kpss’ye girerek Kur’an kursu öğreticisi olarak atandım. 3,5 yıllık Kuran kursu öğreticiliğinin ardından 2014 yılında girdiğim vaizlik sınavını kazanarak Isparta İl Müftülüğü’ne vaiz olarak atandım. Vaizliğim süresince iki yıl cezaevinde, dört yıl kadın sığınma evinde dini rehberlik yaptım. İki yıl üniversite yurtlarında yaptığım sohbetlerle üniversite öğrencilerine dinî rehberlik yaptım. Sekiz yıldır Aile ve Dini Rehberlik Bürosu’nda aile danışmanlığı yapıyorum. Ayrıca sekiz yıldır “Alo 190” fetva hattında hanım kardeşlerimizin sorduğu soruları cevaplandırmaya, karşılaştıkları sorunları çözüme kavuşturmaya çalışıyorum. Okumayı ve yazmayı çok seviyorum. Diyanet Aylık Dergi’de ve Diyanet Aile Dergisi’nde yazılarım yayınlanıyor. “Gönlümün Gör Dediği” ve “Güller Kırılsa da Kokar” isimli iki kitabım var. Evliyim. 3 çocuk annesiyim. Halen Isparta İl Müftülüğü’nde il vaizi olarak görev yapmaktayım.

2-Modernizm kavramını siz nasıl tanımlarsınız?

• Modernizm; Allah’ın, mahlukat içinde hususî bir makam ittihaz edip taltif ettiği, “abd (kul)” ismi ile tesmiye edip kıymetlendirdiği insanın, bu kıymetini hiçe sayarak, insana, “hürriyet, özgürlük” naralarıyla, geleceğini bizzat kendi verdiği kararlarla inşa etmesi gerektiğini öğütleyen, refahı ve lüksü esas maksat ittihaz ederek bencil, yalnız bir birey inşa etmeyi hedefleyen, gayesiz, hedefsiz, idealsiz yaşamayı özendiren, belirlediği değerlerin, sorgulanmadan, herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel değerler olduğunu ileri süren, geleneksel olanı yeni olana tabi kılma, yerleşik ve alışılmış olanı yeni ortaya çıkana uydurma eğilimi olarak adlandırabileceğim zehirli bir baldır.

• Modernizm; İslâm’ın vaz ettiği, Peygamber (s.a.s.)’in üsve-i hasene olarak bizzat hayatına tatbik ettiği evrensel ve ebedi değerler, kâmil insanlık için zarûrî ilkeler, her çağın, her şartın ihtiyacına cevap verdiği hâlde, İslâm tarihi boyunca birçok müctehid ve müceddid, din ilimlerinin ihyası hususunda üzerlerine düşen vazifeyi bihakkın yerine getirdikleri hâlde, “modernist, çağdaş” olarak tesmiye edilen malum güruhun, önce parça parça, sonra da toptan, tepeden inmeci ve açıktan inkârcı bir tavırla İslâm’ın ilke ve değerlerini, İslâm kültür ve medeniyetini Batı’ya (çağa) ait olanla değiştirmesidir.

3- Modernizm sizce en çok hangi alanları etkilemiştir?

• “İçinde bulunulan çağa uygun yaşama tarzı” olarak adlandırılan Modernizmin etkisi altına girmeyen tek bir alan yoktur diyebilirim. Bireyi kutsayan, aileyi öteleyen, “birey merkezli toplum” sloganıyla ortaya çıkan Modernizm, bireye dünyevileşmeyi, bireyselliği, bencilliği, lüks ve şatafatı dikte ederek, şükürsüz, kanaat ve iktisattan uzak bir yaşantıya sahip insanlardan oluşan bir toplum inşa ettiği için aileyi ve toplumu etkilemektedir.

• “Modern kadın” kavramı ile kadına yeni bir kimlik vererek, kadını modern hayata karıştırmayı hedefleyen modernizm, çalışmayan fakat çocuklarını erdemli, ahlaklı yetiştiren anne modelini gözden düşürüp, para kazanan anne modelini kıymetlendirdiği için, annelik ve ev hanımlığının değersizleşmesine, kadınların dişi kimliğiyle ön plana çıkmasına sebep olmuştur. Zamanla kadınlar, ev içi rollerini unutup iş kadını olma, kariyer yapma yarışına girmiş, ev ve çocuğu kariyer önündeki en büyük iki engel olarak görmüştür. Neticede “modern” olarak vasıflandırılan kadınlar, kendilerini eş ya da anne olarak değil de mesleği veya kariyeri ile tanımlamaya başladılar. Fakat hayal ettikleri huzuru bulamadılar. Bir yandan ev hanımlığı, eşlik ve annelik yaparken diğer yandan çalışma hayatının sıkıntılarını göğüslemek zorunda kaldılar. Bu süreçte en büyük yarayı da çocuklar aldı. Annesiyle birlikte yeterli vakit geçiremeyen çocuklar, bakıcı ya da büyükanne elinde heba olup gittiler. Oysa bir çocuk ilk iki yılını annesiyle birlikte geçirirse duygusal doyuma ulaşabilir. Annesiyle duygusal birliktelik yaşayamayan çocuklar, bu eksikliklerini zararlı aktiviteler, tehlikeli kişilerle doldurmaya çalıştılar. Ama nafile… Susayan birinin deniz suyu içmesi, deniz suyu içen birinin daha da susaması misali büyük bir paradoksun içine girdiler.

• Çocukları pahalı oyuncaklarla büyütmeyi, onlara lüks mekânlarda yemek yedirmeyi ve çeşit çeşit, markalı kıyafetler giydirmeyi, modern anne-babalık için ölçü kabul eden modernizm, hazcı, bireyci, din ile irtibatı koparılmış, aynı evin içinde ayrı odalarda farklı hayatlar yaşayan, kimseden izin almadan, kimseye hesap vermeden ömür süren modern aileler inşa etmiştir. Bu ailelerde karakter şekillendirici olanlar, ebeveynler değildir. Çocuklar, evin reisi hükmündedir. Egosu şişirilen, kendini her şeyi yapabilecek, kimseye danışmadan doğru kararlar alabilecek yeterlilikte gören bu çocuklar, sorumluluk bilinci, paylaşım ve sevgi gibi güzel değerleri barındıran sağlıklı bir aile ortamında büyümedikleri için, ileride sağlıklı aileler kuramamaktadır.

• Modernizmin hışmından payını alan bir başka alan da mahremiyettir. Teknolojinin yaygın kullanımıyla birlikte, sosyal medya paylaşımlarında kare kare boy gösteren romantik yemekler, karşılıklı alınan hediyeler, gidilen tatiller, sarmaş dolaş fotoğraflar, mahremiyeti hâk ile yeksan etmiştir. Yaşanan en güzel ve en hüzünlü anları dünya üzerinde yaşayan, tanıyan, tanımayan milyonlarla paylaşmak “modernleşme” olarak ifade edilmektedir. Hâlbuki eşler arasında yaşananlar, eşlerin mahremleridir ve onlara özel kalmalıdır. Birbirlerinin mahremine muttali olan aileler, kıskançlık sebebiyle huzursuzluk yaşamakta, çok kolay dağılmaktadır.

4-Modernizm, İslâmi hayatı nasıl etkilemiştir?

Modernizm, Müslüman kesimin Kur’an ve sünnete, İslami yaşantıya bakış açısını da değiştirmiştir. Sözü çok uzatmamak adına sadece başörtüsünden örnek vererek modernizmin İslami hayata tesirini göstermek istiyorum. Günümüzde başörtüsü, modernizmin etkisiyle, küreselleşmiş dünyada Müslüman kimliğini korumanın bir sembolü olmaktan çıkmış; cazibe ve çekiciliğin ön plana çıkarıldığı bir tüketim metaı haline gelmiştir. Toplumu istila eden tesettür modası, sadece başörtüsünün değil, vücudun her detayının dini argümanlardan soyutlandırılmasını amaçlıyor. Tesettür modasıyla, dindeki sadelik ve görünmezlik; ruj, far, rimel, eyeliner, parfüm, topuz gibi araçlarla görünür ve fark edilir kılınmaya çalışılıyor. Amaç, tüketim kültürünün revaçta olduğu bir dünyada, kamusal alanla ahenkli ve uzlaşmış, zihnen dindar yaşantı olarak modanın esiri bir topluluk teşekkül etmek.
Hususen başörtüsü serbestiyeti geldikten sonra, başörtüsünün imajı tamamen değişti. Bu değişiklikle kadınlar, önceden birbirleri üzerinden yürüttükleri rekabeti, önemli mevkilere gelmiş eşlerinin makam ve statüleri üzerinden yürütmeye başladılar. “Muhafazakâr” olarak bilinen kadın ve erkeğin kendini tanıtırken zikrettiği “Müslüman Kimlik”, yerini toplumda elde ettiği konum ve statüye bıraktı. Fakat ne yazık ki bu değişim, temeli sağlam bir binanın farklı tarzda süslenen duvarlarında meydana gelen bir değişim gibi değil. “Muhafazakâr” olarak zikredilen bireylerin özenti davranışları ve farklı görünme çabaları, geçmişte yaşayan elit sınıfların kibir kokan hallerine o kadar benziyor ki. En acısı ne biliyor musunuz? Kamusal alandaki başörtülü kadın, artık sadece kendini temsil etmiyor. İnanan büyük bir kitleyi sembolize ettiğini düşünüyor. Sonuç ne peki? Başörtülü sayısında gözle görünür derecede bir artış var. Fakat başörtüsünün temsil ettiği davanın ne olduğuna dair fikir sahibi olan kişi sayısı bir elin parmağını geçmez. Başörtüsü renklendi, çeşitlendi, yeni yeni stiller ortaya çıktı. Buna karşılık namazsız başörtülüler arz-ı endam etmeye başladı. Ramazan ayında restoranda yemek yiyen, kafede çay içen başörtülüler türedi. Bütün bunlar, günümüzde başörtüsünün belli bir hayat tarzını ifade etmediğinin, bir tüketim merakına dönüştüğünün en bariz göstergesi.

Oysa geçmişte böyle miydi? “Müslüman Kadın” dendiğinde; tesettürüyle, edebiyle toplumda dikkat çekmeden toplumsal hayattaki varlığını hissettiren kişi akla gelirdi. Burnunu göstermekten utanan, fotoğraf çekilirken arkasını dönen ninelerimiz; yaşlı görünmek için sırtına yastık tepen genç kızlarımız vardı bizim. Ya şimdi? Bütün dikkatleri kendi üzerinde toplamak için azami derecede gayret sarf eden, ucube topuzu, boya küpüne batmışçasına abartılı makyajı, alınmış kaşlarıyla bir giydiğini bir daha giymeyi ar sayan genç kızlarımız; daha genç görünmek için estetik yaptıran başörtülü kadınlarımız doldurdu caddeleri.

• 1992’de İlahiyat fakültesi 2. sınıftaydım. Beyazıt President Otel’de bir tesettür defilesi yapılmıştı. Bu defile gerek medyada gerekse toplumun birçok kesiminde büyük yankı uyandırmıştı. Zannımca kadındaki bozulma mayası bu defileyle harekete geçti. Müslüman kadınların, mevcut hayat şartlarını İslami prensiplere göre yeniden şekillendirmek yerine, hâlihazır durumun İslami versiyonunu ortaya koyma çabası; modernizmin tüketime dair çizdiği sınırların aynen kalmasını sağlamış ve tüketen bir Müslüman tipi ortaya çıkmıştır.
Başörtüsü reklamları, tesettür defileleri bir toplumu toptan ifsat etmeye yetmiştir. Bozulma öyle bir raddeye gelmiş ki, dindar olarak nitelendirilen işadamları, bu defile ve moda rüzgârını meşru bir zemine oturtma gayreti içine girerek ayet ve hadisleri, keser gibi kendilerine yontup yorumlamışlar. “Müslüman her şeyin en iyisini hak eder”, “Allah kulunun üzerinde nimetini görmekten hoşlanır” diyerek yaptıkları işi meşrulaştırmaya çalışmışlar. Oysa 80’li yıllara kadar tesettür demek takva demekti. Geniş robadan pardösüler, bele kadar uzanan eşarplarla, kadınlar takvayı muhafaza etme derdindeydiler. Gri, siyah, kahverengi gibi renkleri tercih ederek, görünmeme ve fark edilmemeyi arzuluyorlardı. Fakat ilerleyen zamanlarda pembe, parlak sarı, kırmızı gibi daha göz alıcı ve fark edilir renkleri tercih ederek görünmeye başladılar. Kıyafetlerin tarzı ve rengi değiştikçe dindar kadının zihinsel süreci de değişti.

Tesettür modasının öncülerinin katkısıyla “Beden benim ve bu beden hususunda özgürüm” anlayışı baş gösterdi. Öyle ki, genç kızlarla olgun kadınların kıyafetleri karıştı, yaş hiyerarşisi ortadan kalktı. Bitti mi? Tabii ki hayır… Modern dünyanın acımasız çarkına kendini kaptıran tesettürlü kadın, toplumda kendine yer bulma ve saygınlık kazanma adına, tesettürün ima ettiği dili kullanmaktan da vazgeçti. Kılık kıyafetine tamamen zıt imajlar, jestler, mimikler ve argo konuşmalarla özgür olduğunu düşünüp sahte mutluluk yaşadı. Kimlik karmaşası yaşayan dindar kadın, özneleşmek isterken kendi kimliğinin öz niteliklerini kaybederek nesneleşti. Alışılmış mekânların dışında gözükmeye başladı. “Başörtülüyüm ama başörtüsüz olanların yaptıklarını da yapabilirim. Onların gittiği mekânlara da gidebilirim” diyerek gönlünü rahatlattı.

İster kabul edin ister etmeyin, hem erkek hem de kadın dindarlık olarak çok değişti. Kamusal alanda var olma kaygısı, erkeğe haram ve helal duygusunu kaybettirdi ve onu kapitalizmin nesnesi haline dönüştürdü. Kadına da feminist değerleri diline dolattırıp kadın erkek eşitliği söylemi üzerinden, adalet kavramını kaybettirdi. Özgürlük, farklılık, herkesten başka görünme isteği gibi kavramlarla hem kadınlar hem erkekler yozlaştırıldı. Din temelli yaşam inşa etme süreci, dini değerlerin anlamlarını yitirdiği sürece evrildi. Dine aykırı kıyafet, dine aykırı yaşam biçimi, dine aykırı dil ve söylemler dindarlar arasında yaygınlaştı. Toplumda, hiçbir ilkesi, kuralı, vazgeçilmezi olmayan dindarlar cirit atmaya başladı. Bunun nedeni, tüm değerleri metaya indirgeyip pazarlayabilen modernizmin görülmeyen varlığıdır.

5- Modernizmin olumlu-olumsuz yönleri nelerdir?

• İnsanın, Allah’ı ve ahireti hesaba katmadan bir hayat sürdürmeyi ifade eden bir boyutunun olduğunu iddia eden, Batı dışı toplumlar için “empoze edilmiş modernleşme” hükmünde olan modernizm, bir batman olumlu tesirin yanında, binler batman olumsuz tesiriyle topluluklar üzerinde azımsanmayacak hâkimiyete sahiptir. Bu olumsuz yönleri kısaca şöyle sıralayabiliriz.

a) Modernizm, tüketim kültürünü toplumda aktif kılar. Reklâmlar yoluyla “Ne kadar tüketirsen o kadar kıymetin var” algısını empoze eder. Moda kavramıyla ihtiyaç dışı şeylerin pazarlamasını ve dayatmasını yaparak infak ibadetini rafa kaldırır. İnsana doyumsuzluğu aşılar.

b) “İstersen her şeyi yapabilirsin” sloganıyla, insanın sahte hedefler ve gerçekliği olmayan hayatlar peşinde koşmasını sağlar. Müslümanlar arasında kişisel gelişim kitaplarının yaygınlaşması, seminerlerin dalga dalga büyümesi bunun neticesidir.

c) Toplumda tek tip insan meydana getirir. Farkında mısınız bilmem, hepimiz modernitenin çocuğu olduğumuz için birbirimize benziyoruz. Bu yüzden de aynı şeyleri yapan insanlar haline geliyoruz. Aynı şeyleri yapmayı, “en iyi tek”in olduğu düşüncesini dayatan salt pozitivist düşüncenin olağan bir sonucu olarak da birbirimize benziyoruz. Bu da çift kişilik-çoğul kişilik oluşturmamıza ve yalnız kalmamıza sebep oluyor. Oysa hepimiz yaratılış itibariyle farklı hayatlara, farklı geçmişe sahibiz. Yaşadıklarımız da, hissettiklerimiz de farklı. Bu yüzden birbirimize benzemek zorunda değiliz.

d) Modernizm sayesinde insan, hızla gelişen teknolojinin esiri olmuştur.

e) Kontrolsüz sanayileşme yüzünden çevre problemleri baş göstermiş, dünya yaşanmaz hale gelmiştir.

f) Ülkeler arasında zuhur eden silahlanma yarışı, insanın sonunu getirecek nükleer tehdide zemin hazırlamış, yeryüzünün imarı için vazifelendirilen insan, ifsadın mimarına dönüşmüştür.

g) Modernizm sayesinde insan, kalabalıklar içinde yalnızlığa itilmiş, mutluluğu sanal dünyada arar hale gelmiştir.

h) Modernizm, maddeyi ilahlaştırılıp manayı yok saymış, dünyevileşme her şeyin önüne geçmiştir.

6- Modernizmin olumsuz yönlerinden korunmak için neler yapılmalıdır?

• Öncelikle insan, yaratılış gayesini asla unutmamalıdır. Ubudiyet için yaratılan, âlem-i ervahta verdiği sözdeki sadakati sınanan insan, dünyanın fâniliğini, ukbanın bakiliğini bir an olsun hatırından çıkarmadan yaşamak zorundadır. Mahlûkatın en şereflisi olma, kâinata halife tayin edilme gibi hususiyetlerinin bilincinde olarak, ötede huzurda hesap vereceğini, zerre kadar iyilik ve kötülüğünün karşılığını göreceğini bilir ve bu minvalde bir hayat sürer. Böyle bir insan da dünyaya dalıp gitmez. Uhdesine verilen her nimeti emanet bilir, asla israf etmez. Kanaat ve iktisat zırhını kuşanır doyumsuzluk göstermez. Rıza ve memnuniyet hissiyle dolu dolu bir yürekle lütfedilen her şeye şükreder. Şekva ile nimeti tezyif ve tahkir etmez.

• Teknoloji, insanın hayatını kolaylaştırıp insana hizmet ediyorsa güzeldir. İnsanı esir alıyorsa, en kıymetli hazine olan zamanını gasp ediyorsa, ahlak ve karakterini ifsat ediyor, insanı yalnızlaştırıyorsa zararlıdır. Bu yüzden teknolojiyi ihtiyaç miktarınca, ihtiyaç olduğu anda istimal etmeli, hududu aşmamalıdır.

• Aile, içinde huzur bulabileceğimiz, sıkıntılarımızı, sevinçlerimizi paylaşabileceğiniz en güvenli sığınaktır. Mutluluk, sanal âlemin sahte ve maskeli dünyasında değil, ailenin sıcacık kucağındadır. Aile bağlarını kuvvetli tutmak, eleştirmeden, yargılamadan sımsıkı sarılmak, aile bireylerini modernizmin olumsuz tesirinden korur.

• Yaratılış itibariyle aciz olan insan, kudreti sonsuz bir zata dayanırsa mutlu olabilir. Her şeye gücünün yettiğine inanan, kibir ve gurur abidesi olarak dolaşan bir kişi modernizmin tuzağına çok kolay düşebilir.

• Kendini birilerine beğendirme isteğini tetikleyen, herkes gibi olmalısın diyerek tek tip insan inşa eden modernizmden, ihlas ve samimiyetle korunabiliriz. Beni Rabbim beğensin, Rabbim takdir etsin, bana Rabbim iltifat etsin, sadece O razı olsun düşüncesiyle yaşayan biri, modernizmin pençesine takılmaz.
Rabiatü’l-Adeviye’nin dediği gibi: “Sen tatlı ol da bütün âlem zehir olsun. Sen razı ol da bütün insanlar öfkeyle dolsun. Yeter ki benim aram iyi olsun seninle. İsterse harap olsun sonra bütün âlemle. Dost olursak seninle ben, gerisi hep boştur.”
Bu yüce ruha terakki etmenin yollarını aramalıyız. Rabbim cümlemizi modernizme kurban gitmeyen, yolunu yol ittihaz eden kullarından kılsın. Âmin.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?