2000-2012 arasında doğan nesil “z kuşağı” olarak adlandırılıyor. Bu tarih birkaç yıl geriye ya da ileriye alınabilir. Biz buna halk diliyle “yeni nesil gençler” diyelim anlaşılması açısından. Herkes bu z kuşağından rahatsız. Kimi itaatsiz olduklarını, geleneği yok saydıklarından şikâyetçi; kimi kafaları da çalışmıyor bunların, çok tembeller, diyor; kimi de ne yapsak yaranamıyoruz her gördüğünü istiyor veletler, diye söyleniyor. Peki, bu z kuşağının gerçek sorunu ne? Önlerine koyacağımız “Bakın bu, güzel ve doğru olandır.” diyebileceğimiz bir şeyin kalmamasından olabilir mi mesela?
Dünya hırsı, gıybet, ikiyüzlülük, kin, mal düşkünlüğü, kıskançlık, cimrilik yapan bizim eline verdiğimiz telefon veya tabletlerle bir eşya gibi kenara attığımız çocuklarımızın saatlerce tik tok videolarını izlemesi de olabilir bütün sıkıntı. Veyahut hayattaki tek hayali beyaz atlı zengin bir prensle evlenmek olan kızların masalları ile büyüttüğümüz çocukların geri kalan hayatlarını külkedisi ile pamuk prensesi model alarak yaşamaya çalışmaları da olabilir. Ya da bu yeni nesil de gösteriş yapmayı çok seviyor, illa da Nike olacakmış ayakkabı diyen kapitalizm kurbanı insanımızın, altında en lüks araba, kolunda marka saatlerle ve daha taksitini bitirmediği son model telefonuyla “yokluktan yoksun” bireyler yetiştirmesi de olabilir tüm mesele.
Ne yazık ki, sorunun sadece bu z kuşağında değil sistemin bizzat kendisinde olduğunu sorgulamayıp vahşi kapitalist düzenin ve globalleşme etkilerinin çocuklar üzerinde bıraktığı etkiyi konuşmayıp akla hayale gelmeyecek yöntemlerle bu çocukların beyinlerinin ve isteklerinin medya ve sübliminal mesajlarla tek tipleştirildiği tehlikesine değinmeyip sadece söyleniyoruz. Bu söylemlerimiz Çin Seddi’ni aştı da sözde nasihatlerimiz kıymete mi bindi? Akşama kadar instagramda kim ne yemiş ne giymiş diye kovalayan annelerin kızları maalesef Hz. Meryem olmuyor. Armut genelde dibine düşüyor, katranı kaynatınca da pekmez olmuyor. Elma ağacı ceviz vermiyor, pamuk ekersen mısır çıkmıyor, su vermeden de hiçbir çiçek açmıyor! Sahi ne veriyoruz biz bu çocuklara? İnsanlığın diplomadan daha önemli olduğunu mu, yoksa amelin ilimden önce geldiğini mi öğrettik? Sabah namazının uykudan hayırlı olduğunu mu anlattık, yoksa merhametimizle zulmedip üstlerine yorgan mı çektik? Güzel ahlakın makyajdan daha çok bir kadına yakıştığını mı gösterdik, yoksa biz mi fondötensiz bakkala çıkmadık? Sözün özü, sırf tembelliğimizi ve kusurlarımızı örtmek, sorumluluğumuzu üstümüzden atmak için bütün suçu çocuklara yüklemekten vazgeçelim. Belki vicdan rahatlatır ama çocukları kurtarmaz. Peki, biz ne yapalım?
Mesela aldığı şal miktarınca kendini dindar zanneden bir anne olmak yerine kızımıza aslolan tesettürü yaşatan bir anne olalım. Mesela kaçırdığı namazların vicdan azabını çekmeyen bir baba olmak yerine, oğlunu cemaate imam yapan bir baba olalım. Mesela gıybete gelince saatlerce susmayan bir anne olmak yerine çocuğuna birkaç dakika da olsa Selahaddin-i Eyyubi’yi, Zeyneb Gazali’yi okuyan bir anne olalım. Mesela, ben yapmadım oğlum yapsın, diye her türlü ahlaksızlığa müsaade eden bir baba olmak yerine ilerde şu garip davaya omuz verecek evlatlar yetiştiren bir baba olalım. Unutmayalım ki çocuk yetiştirmek büyük bir imtihandır, bu imtihanı hakkıyla geçip İslâm’a ve ümmete hayırlı evlatlar yetiştirmek duasıyla…