Yüce Rabbimiz şöyle buyurur: “Muhakkak ki, Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder. Hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
Resûlullah (sav) buyurdu ki, “Hayâ imandan bir şubedir.” (1) Hayâ, utanma, sıkılma duygusu, Allah korkusu ve sevgisi sebebiyle kötü, ahlâk dışı ve günah olan şeylerden kaçınmaktır. Hayâ, kadın-erkek farkı gözetmeksizin imandan kaynaklanan temel ahlakî vasıflardan biridir. “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.” (2) buyurarak İslâm ahlakının temel taşının hayâ olduğunu bildiren Efendimiz (sav), “Hayâ ve iman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider!” (3) buyurarak da insanları ahlaka aykırı her türlü fenalıktan, nefsani ve şeytanî düşüncelerden ancak hayâ özelliğinin koruyabileceğini bildirmiştir.
Ayrıca “Hayâ, iffet, dile hâkimiyet ve akıl imandandır. Böyle kimselerin ahiret arzusu çoğalır, dünya hırsı azalır. Cimrilik, müstehcenlik, çirkin sözlülük, hayâsızlıktan, nifaktan ileri gelir. Böylelerinde dünya hırsı çoğalır, ahiret arzusu azalır.” (4) buyuran Efendimiz (sav) İslâm ahlakının özelliklerini de dile getirmiştir.
Yüce Rabbimiz, iffet ve hayâ özelliğine sahip Hz. Yûsuf (a.s) ile aynı özelliğe sahip Hz. Meryem annemizi bu özelliklerinden dolayı hayat rehberimiz olan yüce kitabımızda övgüyle bahsederek anlatmıştır. Bizlere ve kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlara da örnek gösterip hayâ özelliğinin insanı nasıl yüce makamlara çıkaracağının en güzel delilini sunmuştur.
“İffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik, o da Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu.” (Tahrîm, 12)
“Hani melekler: “Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz yarattı ve seni dünya kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem! Rabb’ine divan dur ve secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et.” demişlerdi.” (Âl-i İmrân, 42)
Yûsuf (as) ise, genç ve güzel bir kadın bütün imkânları sağladıktan sonra kendisini iffetsizliğe çağırdığında; ‘Allah’a sığınırım.’ deyip “Zindan bana, bunların davet ettiği şeyden daha sevimlidir…” (Yûsuf, 33) diyerek eşsiz bir hayâ örneği sergilemişti.
Onları kendilerine rehber edinen Hz. Osman (r.a) efendimizin ise bu özelliği sayesinde melekler ondan hayâ eder olmuştu. Bunu ifade eden Allah Resûlü (sav) Hz. Osman (r.a) geldiğinde derlenip toparlanmış; bunun sebebi sorulduğunda ise, “Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz.” (5) demişti.
Asr-ı Saadet döneminin hanım sahabelerine baktığımızda ise hayâ sahibi nice sahabe annelerimizi görmekteyiz. İffetleriyle, sözleriyle, gözleriyle, tesettürleriyle nasıl hayâ sahibi olup Asr-ı Saadet döneminin nasıl saadetli hanımları olduklarını bizlere göstermişlerdir.
Onlar öyle hayâ sahibiydiler ki, yalnızca yaşarken değil öldükleri zaman dahi ‘tesettür emrini nasıl yerine getiririm’ endişesini taşıdıklarını görmekteyiz. Namahrem insanların onları kefenle dahi görmesinden hayâ ettiklerini görüp üzüldüklerine şahit olmaktayız. Nitekim Allah Resûlü’nün (sav) gözbebeği Hz. Fatıma (r.a) annemiz, bu üzüntüsünü Esma binti Umeys’e (r.a) dile getirmiştir. Nübüvvetin ilk yıllarında Habeşistan’a hicret edip uzun yıllar orada kalan Hz. Esma (r.a), orada cenazeleri sandık (günümüzde kullanılan tabut) içerisinde taşıdıklarını, kendisine o sandıktan yapacağını haber verdiğinde, nasıl da ferahlayıp sevindiğini siyer kaynaklarımızdan okumaktayız. O zamana kadar cenazelerin bir tahta üzerinde taşındığını ve İslâm’da ilk tabutun Hz. Fatıma (r.a) annemize ait olduğunu görüp hayâlarının nasıl bir çığır açtığına şahit olmaktayız.
Yine sahabe hanımlarından Ümmü Hallad (r.a), İslâm saflarında çarpışarak şehit olan oğlundan haber almak için örtülerine bürünmüş olarak ve hiçbir şey olmamış gibi sakin ve vakarla Resûlullah (sav) in yanına gelmiştir. Onu bu halde gören oradaki sahabelerden biri, “Ölen oğlundan haber almaya böyle örtülerine bürünmüş olarak, üstünü başını yırtmadan mı geldin” sorusuna, Ümmü Hallad’ın (r.a) cevabı Müslüman bir hanıma yakışır şekilde olmuştu: “Oğlumu kaybettiysem hayâmı da kaybetmedim ya!” (6)
Ya bizler, hayânın ne olduğunu kavramadan ya da kavramak istemeden, Kur’ân-ı Kerîm’deki, Asr-ı Saadet’teki örnekleri görmezden gelerek iffetimizle, tesettürümüzle, hayâmızla örneklerimiz olan annelerimize ne kadar benziyoruz?
Öldüğü zaman dahi tesettürünü düşünen, en acılı günü olan evladını kaybetmesine rağmen isyan etmeyen, tesettürüne dikkat edip metanetini Allah için koruyan annelerimiz… Çünkü onlar Allah’tan hakkıyla korkmanın ne demek olduğunu iyi biliyorlardı.
“Bir gün Peygamber Efendimiz (sav) “Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” buyurdu. Sahabe ‘Ey Allah’ın Resûlü! Elhamdülillâh, Allah’tan hayâ ediyoruz, dedi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: “Söylemek istediğim, sizin anladığınız hayâ değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve üzerindeki azaları, bedeni ve ondaki azaları muhafaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır. Ahireti dileyen, dünyanın ziynetini terk edip ahireti bu hayata tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (7)
Gerçek hayânın Allah’tan hakkıyla hayâ etmek olduğunu öğrenen bizler için gözümüz, kulağımız, dilimiz ne söyler, elimiz, ayağımız ne yapar, kalbimiz, fikrimiz ne düşünür? Ölümü, kabri, hesabı, mizanı neden düşünmez? Dünya ziynetlerini terk edip neden ahireti düşünerek takva sahibi olmaya çalışmaz?
Bugün gençlerimizin, kadın ve erkeklerimizin, cadde ve sokaklarımızın durumunu görüp Müslüman fert, aile ve toplum için neden mücadele edip yüce Rabbimizin rızasına kavuşmak için çaba ve gayret göstermeyiz?
Çünkü bizler hayâyı gerçek manasıyla anlayamadık. Çünkü bizler asıl hayânın, Allah’ın (c.c) her an huzurunda bulunduğumuz hissini taşımak olduğunu kavrayamadık. Çünkü bizler hayâ sahibi olmaya çalışmadık. Allah’tan hakkıyla hayâ edenlerden olmak dileğiyle…
Kaynakça
1) Buhârî, Îmân;16. 2) İbni Mâce, Zühd. 3) Buhârî, Edeb, 1313. 4) Beyhakî. 5) Müslim. 6) Ebû Dâvûd. 7) Tirmizî, Kıyâmet, 24.