Allah (c.c.) insanı yoktan var etmiş ve onu eşref-i mahlûkat kılmıştır. Ancak insan Allah’a (c.c.) kul olmanın hakkını verdiği ölçüde bu şeref ve değerini muhafaza etmiş, bu dünyada huzur ve selamet, ukbâda da sürur ve saadet içinde yaşamaya hak kazanmış olur. Ama yaratana isyan edip şer ve kötülük içinde debelenir hâle gelirse, o zaman değerini yitirip esfel-i sâfilîne yuvarlanır ve cezayı hak eder. Mülkün sahibi, bu cezanın bir kısmını da ibreti alem olsun diye henüz bu dünyadayken verir. Tabi ki asıl ceza ebedi olan cehennemdir.
Kur’an ve Sünnet, tarihin derinliklerinden bize örnek kabilinden bazı bilgiler sunar. 3-5 milyar yıllık geçmişi olduğu tahmin edilen dünyada kim bilir neler yaşanmıştır. Dünyanın ömrü böyle tahmin ediliyor, ancak insanın dünyadaki serüveni, sadece 12 bin veya en fazla 20 bin yıl olarak tahmin edilmektedir. Allah (c.c.) ve Resûlü’nün (s.a.v.) bize sunduğu kısım sadece örnek kabilinden sunulan çok az bir kısmıdır.
Şüphe yok ki, helak olan kavimler ve onların helak sebepleri, sadece Kur’an ve Sünnet’te geçen örneklerle sınırlı değildir. Buralarda bize anlatılan kısmıyla Rabbimiz -azze ve celle- bize şunu söylemektedir: “Ey kullarım! Sizi bu dünyaya imtihan için gönderdim. İmtihan gereği hak-batıl, hayır-şer, iyilik ve kötülük vardır. Siz doğru olanı yaparsanız, dünyada huzur ve selametle yaşarsınız ve ben de size nimetlerimi daha da artırırım. Ama isyan ederseniz, sizden önce nice asi kavimleri cezalandırdığım gibi sizi de cezalandırabilirim.”
Kavimlerin helak olma sebepleri; peygamberlerini yalanlamaları, putlara tapmaları, zulüm ve sapkınlıkta ileri gitmeleri, ölçü tartıda hile, ticari ahlaksızlık ve Allah’a isyan gibi örneklerle açıklanmaktadır. Ancak burada açıklananlar da sadece örnek kabilindendir. Önemli olan şu ki, kâinatın sahibinin mülkünde onun emirlerinin herhangi bir şekilde çiğnenmesi, ilahi gazaba sebep olmaktadır.
Böylece Allah (c.c.) kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa şunu ihtar etmiş olmaktadır. “Daha önce nice kavimler isyan ettiler, onların cezasının bir kısmını daha bu dünyadayken verdim. Ahiretteki azap ayrı tabi… Nerede ve ne zaman olursa olsun helak edilmeyi hak edecek derecede isyan eden kavimleri de herhangi bir şekilde cezalandırmaya kadirim.”
Helak edilen kavimlerden bazıları:
• Nuh (a.s.)’ın Kavmi.
• Nemrud ve kavmi.
• Âd, yani Hud (a.s.)’ın kavmi.
• Semûd, yani Salih (a.s.)’ın kavmi.
• Lût (a.s.)’ın Kavmi.
• Şuayb (a.s.)’ın Kavmi (Medyen Halkı ve Eykeliler).
• Ashâbu’l-Karye.
• Ashâbu’s-Sebt.
• Ashâbu’l-Uhdûd.
• Tübba Kavmi.
• Ashâbu’l-Fîl.
Kavimlerin Helak Olma Sebepleri
İnsanlık tarihi, iman ve ahlâk yolundan çıkan azgınlara tatbik olunan nice ilâhî gazap tecellilerine şâhit olmuştur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli insanları; peygamberlerle mücadele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddia eden ve sonunda bir avuç suda helâk olan Firavun, net bir örnektir. Bir başka örnek, topal bir sineğin mağlup ettiği Nemrut’tur. Bu zorba da tarihteki birçok zalim gibi, kendisini ilah olarak lanse ediyordu. Nice Firavunlar ve Nemrutlar, tüm güçleri ve sınırsız yetkilerine rağmen, gayretullaha dokundukları anda helak edildiler.
Allâh Teâlâ şöyle buyurur: “Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrâhîm kavminin, Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apaçık mûcizeler getirmişti. Allâh onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (Tevbe, 9/70)
Hele hele yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan ahlâksız Lût kavmi ve benzerleri, zulüm ve isyanda sınır tanımadılar. Günümüzde LGBTİQ+ gibi harflerle simgelenen ve tertemiz olan gökkuşağı renkleriyle kendi çirkeflikleri ve ahlaksızlıklarını örtmeye çalışan zeliller misali, azıp saptılar. Sapıklık ve isyanları büyük olduğu gibi, helaklari de büyük, şiddetli ve “muhteşem” oldu.
Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Lût’u da (kavmine gönderdik.) Hani o, kavmine: “Sizden önce âlemlerden hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşiyatı mı yapıyorsunuz?” demişti. (A’râf 7/80) “Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz! Onlar şöyle dediler: Ey Lût! (Bu davadan) vazgeçmezsen, iyi bil ki, sürgün edilmişlerden olacaksın! Lût: Doğrusu, dedi, ben sizin bu işinizden tiksinmekteyim! Rabbim! Beni ve ailemi, onların yapageldiklerinden (vebalinden) kurtar. Bunun üzerine onu ve bütün ailesini kurtardık.” (Şuara, 26/165-170)
Küfür, isyan, zulüm ve haksızlık tarihi, ilâhî intikamın dehşetli örnekleri ile doludur. Allah’a (c.c.) ve peygamberlerin gösterdiği yola muhalefet ve isyan edenlerin, er-geç ilâhî kudretin acı azabı ve çetin tecellileri ile karşılaşmaları, kaçınılmaz ve değişmez bir ilâhî kânundur. Bu dün böyleydi, bugün böyledir ve yarın da böyle olmaya devam edecektir. Zira adili mutlak Allah (c.c.) zerre kadar iyiliği mükafatsız, şer ve kötülüğü de cezasız bırakmayacağını ezelden vadetmiştir.
Allâh Teâlâ, peygamberleri, nefsânî arzuların açtığı toplum yaralarına şifâ vesilesi olmak üzere insanlığa ikrâm etmiştir. Lâkin dünyanın yıldızlarına aldananlar, peygamberlerin açtığı nûrlu ufuklardan ayrılmışlar, ebediyet bedbahtlığının korkunç enkâzı hâline gelmişler, toplumlarını vîrâneye çevirmişlerdir. Sefâletlerini saâdet zannetmenin hüsrânına uğramışlar, yaratılış hikmetini ve esrârını kavrayamayıp hayvanların hayatlarını taklit etmişler ve neticede ilâhî gazaplara duçar olarak helâk olmuşlardır.
Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Sen, onlardan herhangi bir kimseyi görüyor veya onlardan cılız bir ses olsun işitiyor musun?” (Meryem, 19/98) “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü işlemişler, onu, bunların îmâr ettiklerinden daha çok îmâr etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zâten Allâh, onlara zulmedecek değildi; fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (Rûm, 30/9)
Âyette, su ve maden çıkarmak, ya da ekip dikmek için toprağı işleyen ve bayındır beldeler meydana getiren, sonra da inkârcılıkları yüzünden Allâh’ın gazabına uğrayan Âd ve Semûd gibi kavimlere işâret edilmektedir. Bunlar sahip oldukları tüm imkân ve nimetleri kedilerine ikram eden Allah’a (c.c.) şükretmek yerine nankörlük yapıp azıp sapmışlar. Bununla da kalmayarak mülkün sahibine ortaklar uydurup şirke ve küfre sapmışlardır.
Bu kavimlerin her birinin yaptıkları zulüm ve isyanlar, makalelere sığmayacak kadar geniş derin ve önemlidir. Dolayısıyla bunları tefsir, tarih ve bu konuya özel yazılmış kitaplardan dikkatlice okumak gerekir. Nitekim önemine binaen de onların kalıntılarına bakılıp ibret alınması öğütlenmektedir. Zira geçmişlerinden ders almayanlar, geleceğe emin adımlarla yürüyemezler. Geçmiş kavimlerin suç ve cürümlerini işleyenler de onların akibetine müstehak olurlar.
Helak ve Musibetler Neden?
Hayatta en çok korkulan ve ilâhî bir tehdit olan hâdiseler; tûfanlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlık, yıldırımlarla dolu azâb bulutları, düşman işgalleri ve bulaşıcı hastalıklar gibi ilâhî gazap tecellîleridir. “Tabiat olayları” olarak görülen bu tip vakalar, gelişigüzel olmayıp birçok sebep ve hikmetlere bağlıdır. Bu tip acı hâdiseler; genel olarak insanların isyanları ve günahları sebebiyle meydana gelir. Bu musibetler; birçok ders ve ibretler içerdiği gibi, sonuçları da kişiden kişiye değişir. Salihler için sabır sınavı ve derecelerinin artmasına vesiledir. Kafirler, müşrikler ve fasıklar içinse hem kısmi ceza hem de uyarı ve ikaz olarak değerlendirilebilir.
Allah (c.c.) -hâşâ- zâlim değildir. Fakat bu felâketlerin, kulların hak etmesiyle zuhûr ettiği bir gerçektir. İlâhî nizâma ve kudsî esaslara karşı koyup Allah’ın (c.c.) arzında bozgunculuk yapanların, ilâhî intikâmın kamçılarıyla karşılaşmaları kaçınılmazdır. Kur’ân-ı Kerîm’de kavimlerin helâkiyle ve bunun sebep ve hikmetleriyle alâkalı pek çok âyet-i kerîme bulunmaktadır. Âlemlerin Rabbi olan Allâh Teâlâ zulmetmekten münezzehtir ve aslâ kullarına haksızlık etmez.
Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Şüphesiz ki Allâh, insanlara hiçbir sûretle zulmetmez; fakat insanlar, kendilerine zulmetmektedirler.” (Yûnus, 10/44)
Kur’ân-ı Kerîm, geçmiş kavimlerin helâk edilişlerini anlatırken bunun sebepleri üzerinde de durmakta ve bu musibetlerle kıyamete dek gelecek insanları îkâz etmektedir. Bu sebeplerin başında Allâh’ın nîmetlerine karşı nankörlük etmek, şükredecek yerde bol nîmetler içinde şımarmak, zulüm ve haksızlıkta ileri gitmek gibi büyük günahlar gelmektedir. Konuyla ilgi bazı ayetler şöyledir:
“Biz refâhından şımarmış nice memleketleri helâk etmişizdir. İşte, onların kendilerinden sonra pek az iskân görmüş harâbeleri!… Biz onların (hepsinin) vârisi olduk.” (Kasas, 28/58)
“…Biz, halkı zâlim kimseler olan şehirlerden başkasını helâk edicek değiliz.” (Kasas, 28/59)
“Nitekim birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş olan) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hâle gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” (Hac, 22/45)
İnsanların başlarına gelen dünyevî ve uhrevî bütün musîbetlerin, bizzat kendi elleriyle yaptıklarının karşılığı olduğunu Allâh Teâlâ şöyle haber vermektedir:
“İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) dolayısıyla karada ve denizde fesat zuhûr etti. Bu, onlara, yaptıklarından bâzısının acısını tattırmak içindir. Umulur ki (tuttukları kötü yolu terkedip) Hakk’a dönerler.” (Rûm, 30/41)
Bunlar Masal Değil İbret Dolu Tablolardır
Âyet-i kerîmelerden anlaşılacağı üzere gerek tabiat gerekse içtimaî şartlarda meydana gelen anarşi, kaos, bunalım, buhran vs. sıkıntılar, insanların elleriyle kazandıkları yüzündendir. Bütün bunlar, şirk, ahlâksızlık, haksızlık ve nefsin hevâsına uyularak yapılan aşırılıklar sebebiyle olmuştur. Allâh Teâlâ, tevbe edip şirkten vazgeçerek fıtrat dînine, sağlam ve düzgün yola dönsünler diye, yaptıklarının bir kısmının cezâsını kendilerine bu dünyâda tattırmaktadır. Eğer tevbe edip sırât-ı müstakîme dönmezlerse asıl cezalarını âhirette tadacaklar. Buradaki ceza tabiri caizse sadece küçük bir fragmandır. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allâh, çoğunu da affediyor.” (Şûrâ, 42/30)
Ayrıca Cenâb-ı Hak, kullarının işlemiş olduğu günahların cezâsını ekseriyetle âhirete ertelemektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de buyurulur: “Eğer Allâh, insanları zulümleri yüzünden cezâlandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı…” (Nahl, 16/61)
Günahların bir kısmına mukâbil gelen bu musîbetler, belki insanlar ıslâh olurlar diye ilâhî bir îkâz keyfiyeti taşımaktadır. Ancak Allâh Teâlâ’nın hâlis Mü’minler hakkındaki kânunu bundan biraz farklıdır. Çünkü mü’minlere gelen musîbet ve sıkıntılar, onların kulluktaki noksanlıklarına, günah ve hatâlarına keffâret olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şeyi, Allâh, onun hatâlarını bağışlamaya vesîle kılar.” (Buhârî, Merdâ, 1, 3; Müslim, Birr, 49)
Allah (c.c.) rızâsı için çalışıp-çabalayan kimsenin karşılaştığı sıkıntılar, onun sadece günahlarına keffâret olmakla kalmaz, Allah (c.c.) indindeki derecelerini de yükseltir. Cenâb-ı Hak, helâk olmuş kavimlerin kıssalarını kıyâmete kadar gelecek insanları îkâz etmek ve onlara bir ibret göstermek için tekrar tekrar anlattığını şöyle ifâde buyurmaktadır:
“And olsun ki, civarınızdaki memleketlerden nicelerini helâk ettik. Belki doğru yola dönerler diye âyetleri (böyle) tekrar tekrar açıklıyoruz!” (Ahkâf, 46/27)
“Celâlim hakkı için bunu (Nûh’un gemisini ve tûfan alâmetlerini) bir ibret olarak bıraktık! Hiç ibret alan yok mu?” (Kamer, 54/15)
“Onlardan önce, kendilerinden kuvvetçe pek üstün nice nesiller helâk ettik. Onlar beldelerde sığınaklar edindiler, kaçacak delik aradılar; hiç (ölümden) kurtuluş var mı? Bu hususta, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimselere öğüt ve ibretler vardır.” (Kâf, 50/36-37)
“Hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zîrâ dolaşsalardı, elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüslerdeki kalpler kör olur!” (Hac, 22/46)
İsyanın İzlerinden Dahi Uzak Durmalı
Nebevi hadisler, ilahi gazabın bir başka yönüne dikkatlerimizi çekmektedir. Bu rivayetlere göre İlahi gazabın indiği yerler dûçâr oldukları felâketin izlerini ve tesirlerini kıyâmete kadar üzerlerinde taşımaktadırlar. Resulullah (s.a.v.) “Vedâ Haccı”nda Mina ile Müzdelife arasındaki Muhassir Vâdisi’ni geçerken sür’atlendiler. Ashabı Kiram (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn):
“Yâ Resûlellâh, ne hâl oldu, niçin acele ediyorsunuz?” diye sorunca, Efendimiz (s.a.v.) cevaben:
“Bu mekânda Cenâb-ı Hak, Ebrehe ordularını kahretti. O kahır tecellîsinden bir hisse gelmemesi için sür’atlendim!” buyurdular. Nitekim hacda bu mekânda vakfe yapılmaz.
Yine Tebük Seferi’nde ashâb-ı kirâm, Semûd kavminin helâk olduğu yerden geçerken Resulullah (s.a.v.):
“Bu taştan oymalı evlere hüzünle girin! Buradan bir şey de almayın! Çünkü burada azgın bir kavme azâb-ı ilâhî geldi…” buyurmuşlardı.
Sahâbe-i kirâm: “Yâ Resûlellâh, kırbalarımızı su ile doldurduk. Hattâ bu su ile hamur yaptık!” dediler.
Resulullah (s.a.v.): “Sularınızı boşaltın, hamurlarınızı da dökün!” buyurdular. (Buhârî, Enbiyâ, 17)
İlâhî kahrın tecellî ettiği beldelerde, isyan ve günah yüklü mekânlarda mânen devam eden o gazabın etkisine mâruz kalmamak için oralarda bulunmamak gerekir. Bir zarurete binaen böylesi yerlerden geçmek gerekirse, acele davranmak daha uygundur. Allah (cc) bizleri ve cümle ümmet-i Muhammed’i, geçmişten ders alarak geleceğimizi iman ve takvayla pekiştirmede muvaffak eylesin. Sübhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…