Terbiye eden Allah’a hamd ederim. Resûlüne sonsuz salat ederim, ailesine selâm ederim, arkadaşlarına dua ederim. Şeriatı ve ilmi, pak bir şekilde, isnad ile muhafaza eden âlimlerimize rahmet dilerim. Taviz vermeden dini uğruna bedel ödeyen mücahitlere selâm ederim.

Dünya sisteminde, “ver yiyeyim, ser yatayım” yaklaşımı ile hiçbir ilkeyi göz önüne almadan, her şeyi kendisine mubah hâle getiren bir anlayış peyda etmiş durumdadır. İnsanların birbirlerine olan saygı ve hürmetlerinden bugün pek bir şey kalmamış durumda. Dini ne olursa olsun, görüşü ne olursa olsun, ihtiram, komşuluk, sıla-i rahim, kıymetli zamanlar ve zor günlerin değeri ölmüş durumda. Yozlaşmış olan bu beyinlere ve kölesi oldukları sistemlere karşı İslam, en güzel tavrı ortaya koymuştur. İslam, maslahatı sadece kendisine tabi olanlara sunmakla yetinmiyor, Ehl-i kitabı da bunun içine koyuyor. İslam’ın emri altına giren her ferdin bu beş şeyden emin olduğu kesindir.
– Din emniyeti
– Can emniyeti
– Vatan emniyeti
– Mal emniyeti
– Namus ve İffet emniyeti
İslam’ın emirlerini kabul etmeyen Ehl-i kitap da zarûrât-ı hamse ilkesine cizye karşılığında sahip olabilmektedir. Hayatının her safhasında onu korumak ve ona saygı duymak İslam’ın emirlerinden biridir. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256) ayeti de bunun ispatıdır. Tarih boyunca Müslümanların himayesinde yaşayan Ehl-i kitap, onlardan hiçbir eziyet ve çile görmemelerine rağmen günümüz dünyasında İslam âlemine karşı son derece çirkin bir şekilde saldırmakta, onun mukaddes değerlerine hakaret etmektedir. İslam’ın hukuk anlayışını medeni ve insanî görüp iman etmiş birçok Ehl-i kitap örneği vardır. Bu konuda verilecek en güzel örneklerden birisi şöyledir:
“Hz. Ali (r.a.) Sıffîn savaşına giderken yolda zırhını kaybetmişti. Harp bitip Kûfe’ye döndüğünde zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’ye şöyle dedi:
-Bu benim zırhımdır. Onu ne birine sattım ne de hediye ettim.
Yahudi:
-Bu benim zırhımdır ve benim elimdedir.
Hz. Ali (r.a.) isteseydi zırhı ondan hemen alabilirdi. Fakat kesin olarak kendisi haklı da ol¬sa, meselenin hâkim önünde halledilmesini teklif etti.
“O hâlde hâki¬me gidelim.” dedi ve birlikte hâkime gittiler.
Hâkim, adaletiyle tanınan Kadı Şureyh idi. Hz. Ali (r.a.) huzura girdiğinde, hâkimin yanı başına geçip oturdu ve bu hareketinin sebebi olarak da:
“Hasmım Yahudi olmasaydı elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Resûlullah’tan, “Al-lah’ın onları küçülttüğü yerde siz de onları küçültün!” buyurduğunu işittim de¬di.
Kadı Şureyh, Hz. Ali’ye:
-Ey müminlerin emîri! Aranızdaki mesele nedir? diye sordu.
Hz. Ali:
-Şu Yahudi’nin elindeki zırh benim zırhımdır. Ben onu ne birine sat¬tım ne de hediye ettim.
Meseleyi anlayan kadı, Hz. Ali’ye (r.a.):
-Bu iddianı ispatlayacak delilin var mı?
Hz. Ali (r.a.):
-Evet var. Hizmetçim Kanber ve oğlum Hasan. Bu zırhın be¬nim olduğuna ikisi de şahittir.
Kadı Şureyh:
-Oğulun baba için şehadeti caiz değildir.
Hz. Ali (r.a.):
-Cennet ehli birinin şehadeti nasıl kabul olmaz? Ben Re¬sû¬lul¬lah’ın, “Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin efendileridir buyurduğunu işittim.” dedi.
Neticede Şureyh, delil yetersizliğinden davayı Yahudi’nin lehine neticelen¬dirdi. Bu büyük adalet karşısında Yahudi daha fazla dayanamadı ve şöyle demekten kendini alamadı:
-Müminlerin Emîri beni hâkime götürdü. Kendi tayin etmiş olduğu hâkim de kendi aleyhinde hüküm verdi. Ben şehadet ederim ki, bu din haktır. Ve yine şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de onun Resûlüdür. Bu zırh senindir. Devenden düşmüştü. Ben de almıştım.
Hz. Ali (r.a.), bu neticeye çok sevindi. “Mademki Müslüman oldun, ben de zırhı sana hediye ediyorum” dedi. (Târihü’l-Hulefâ, s. 172)

Düşmanların Derdi Olan 5 Şey:
1) Dinin Yozlaştırılması
Dine olan düşmanlıkta o kadar ileriye gittiler ki onunla sürekli alay etmek suretiyle onu yozlaştırdılar. Dine saldıramayanlar âlimleri ve kitapları hedef aldılar. Dini alaya alma ve dindarlarla dalga geçmeye her türlü aracı kullanarak devam ettiler. Bunun üzerine oynanan tiyatrolar, Yeşilçam’ın dizileri, laikçi gazete ve dergiler, dinî kutsalları hiçe saymak adına her yönden ve her şekilde dinin ağırlığını yerle yeksan etmek istediler. Sadece İslam âlemi değil, Yahudi ve Hristiyan âlemi de bunun içine giriyor. Dünyanın başına musallat olmuş despot ve diktalar, dini afyon ve yobaz olarak gösterip dinin dinamik taşlarını yerinden sökmek istediler.

2) Can ve Bedenin Yozlaştırılması
Canın korunması, bebek ana rahmine düştüğü anda başlar. Haksız ve keyfiyet üzerine, rızık korkusu, gelecek kaygısı vb. sebeplerle ötenazi ve kürtaj mutlak surette haram kılınmıştır. İntihar etmek veya iş güvenliğini göz ardı etmek de bunun içine giriyor. Günümüz dünyasında eşyaya değer verildiği kadar, bedenlere ve canlara değer verilmiyor maalesef.
Cahiliye döneminde bedenler satın alınıp onlara efendi olunurdu. Şimdilerde ise ceberrut sistemler, insanların fikirlerine pranga vurmak istiyorlar. Düşünme yetilerini ellerinden alıp gülme ve ağlamalarına varıncaya kadar tüm duygularına hükmetmek istiyorlar. Yozlaşmış olan bu bedenler kurtuluş reçetesini ve gerçek hürriyetlerini ancak İslam’da bulabilirler. Hayvanları dahi koruyan, gözeten ve sağlıklı şekilde idare edilmesi konusunda telkinlerde bulunan İslam şeriatının nezih kuralları vardır. Hizmetimize verilmiş olan hayvanlara bile bu kadar incelik gösteren şeriatımızın, insana ne kadar değer vermiş olduğu ayet ve hadislere bakıldığında daha güzel anlaşılacaktır.
“Eğer müşriklerden biri, senden eman isterse, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir.” (Tevbe, 6)
“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide, 32)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Veda Hutbesi’nde; kan davalarının yasak kapsamına alındığını bildirmektedir:
“Ashabım! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib’in torunu (amcalarımdan Hâris’in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.” (Buhari, “İlim” 37)

3) Vatan Anlayışının Yozlaşması
Biz Müslümanlar vatan kavramını, iki üç kişinin eline aldığı kalemlerle çizmiş oldukları haritalardan daha şümullü ve geniş düşünmeliyiz. Çünkü Müslümanların olduğu her yer, İslam toprağıdır. İslam’ın olduğu yerler yaşamaya müsait, emniyet ve güvenlik içindedir. Vatan anlayışının yozlaşması, bu topraklar için çok büyük zararlara yol açmaktadır. Düşmanlarımız Ortadoğu’yu kan gölüne çevirip yaşanmaz hâle getirdiler. Kendi vatanları olan Avrupa’yı süslü püslü gösterip gözümüze gözüme soktular. İş imkânları ve çekici yaşam stilleri gençlerimizin çoğunu etkiledi ve etkilemeye de devam ediyor.
Şam ehlinin yetiştirdiği âlimler, Endülüs’ün yetiştirdiği filozoflar, bilim adamları, tarihçiler, fizikçiler, kimyacılar, mimarlar, mucitler, kaptanlar ve nice dâhiler büyüttü bu topraklar. Kendi asli vatanını bırakıp başka topraklara imrenenler, onların kültürlerine hayran kalanlar, tarih boyunca yetiştirdiğimiz İslam alimlerini elbette göremez ve anlayamazlar. Batılıların maddi imkânlarına aldanmış gençlerin hâline üzülmemek elde değil. Yozlaşmış olan bu beyinleri ümmet şuuru, kardeşlik bilinci doğrultacaktır Allah’ın izniyle…

4) Mal ve Mülkün Değersizleştirilmesi
“Bana bir kapitalist gösterin, ben de size bir kan emici göstereyim.” (Malcolm X)
Para babaları, insanları esir alan kâğıt banknotlar bastılar. Arazilerin, tarlaların, ekinlerin hepsini heder ettiler. Bununla da yetinmeyip tohumu bozdular ve neslin genetiği ile oynadılar. Bastıkları kağıtlar sayesinde kendileri zengin ve hür bir hayat yaşarken, buna gücü yetemeyenleri fakir ve köle yaptılar. Böylece kapitalizm gün geçtikçe elde avuçta ne varsa sömürdü. Fakiri daha fakir, zengini de daha zengin yapmaya devam etti. Ülkelerin başına musallat olan gözü dönmüş Avrupalıların tahribata uğratmadığı, gasp etmediği arazi kalmadı.
“Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.” (Kenya Kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta,1894-1978)
Müslümanların canını, malını ve namusunu dokunulmaz kılan İslam, kendi kanunlarını vazetmiş ve onlardan hiç taviz vermemiştir. Günümüzün fasit anlayışı, aksini iddia edip her şeyi kendisine mubah kılan bir anlayışa sahiptir.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” (Tirmizî)

5) Namus ve İffettin Yozlaşması
Toplumları ayakta tutan en önemli esas, hiç şüphesiz namus ve iffettir. Bir toplumdaki gençlerden iffeti alırsanız o toplumla mücadele etmek için topa tüfeğe ihtiyacınız olmaz. Android cihazlar ümmetin içine girmekle kalmadı tik-tok belası gibi uygulamalar toplumları ifsat etti. Bu gibi uygulamalar, değerlerimizi ve haysiyetimizi ayaklar altına aldı, aileyi bozdu, huzuru yok etti.
Namusun en büyük kalkanı ailedir. İffetin en güzel kalkanı ise evliliktir. Devleti devlet yapan güçlü ve sağlıklı bir toplumdur. Toplumların en güçlü yapı taşı ise ailedir. Aile çözülürse, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Toplumları yozlaştıran üç etken:
– Amigolardan oluşan beşikler.
– Gece kulüpleri ve umumhaneler.
– Dev ekranların dizileri ve ahlaksız hâlleri.
Ortalık, zevklerle hareket eden kadın ve erkeklerle, kendini teşhir eden bedenlerle kaynıyor. Bunların toplumun her bir köşesinde dinamit derecesinde etkili olduğunu unutmamak gerekir. Bu dinamitlerin patlaması normal bir yıkım meydana getirmez. Binalar yıkılır, camiler yıkılır. Ahlâk ve iffetin yozlaşması, değersizleştirilmesi büyük yıkımlara yol açar. Değerler ölür, haysiyet gider ve şahsiyet kalmaz. Değerlerine sahip çıkamayalar, namuslarına ve nesillerine sahip çıkamazlar. Namusuna sahip çıkamayan vatanına da sahip çıkmaz.
Velhasıl;
Tevhidi korumak için şirkten, ihlası korumak için riyadan, imanı korumak için inkârdan, ahlâkı korumak için de yozlaşmadan uzak durmalıdır.
Yozlaşma konusunda dikkat edilmesi gerekenler:
– Aslını unutmamak ve inkâr etmemek.
– Değerlere saygı, emeğe saygı.
– Haysiyetin zedelenmemesi, şahsiyetin korunması.
– 5 temel esas için her daim koruyucu olmak.
Dünya bize, biz ise birbirimize emanetiz.
Selâm ve dua ile kalın…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?