Ülke olarak yaşadığımız “asrın felaketi” birçok yönleriyle araştırılması ve üzerinde konuşulması gereken bir olaydır. Sadece işin fiziki yönü değil, işin manevi yönüyle de değerlendirilmesi gerekir. Kimi uzmanların, mülkün sahibini devre dışı bırakırcasına yaptıkları değerlendirmeleri kısmen doğru olsa da eksik açıklamalardır. Evet, şehirlerimizi fiziki olarak en sağlam bir şekilde inşa etmek için gerekli tüm tedbirleri alalım. Ancak işin manevi yönünü yok saymayalım. Yaşanan fiziki/maddi depremlerin, mana dünyamızda yaşanan depremlerle yakından alakalı olduğunu göz ardı edemeyiz.
Hayatta yaşadığımız her olaydan ama özellikle felaket ve musibetlerden alacağımız çok dersler vardır. Kur’an-ı Kerim’i baştan sona incelediğimiz zaman tarih boyu helak edilen nice kavimlerden bahseder. Resulullah (sav) de hadis-i şeriflerinde helak olan birçok topluluktan haber verir. Tabi bu helaklerin sebebinin de mülkün sahibine karşı yapılan isyanlar ve onun ihsanı olan nimetlere karşı nankörlük olduğunu da açıkça ifade eder. Kur’an ve Sünnet’in bu denli ağırlıklı olarak geçmişte helak olan kavimleri biz insanlara mükerreren hatırlatmasında elbette çok ders ve ibretler var. Bu kıssalar masal veya ninni değil…
Kısaca Allah (cc) özelde ümmet-i Muhammed ve genelde tüm insanlığa şu dersi veriyor. “Ey kullarım, aklınızı başınıza alın. Sizi yoktan var eden Rabbinizin emir ve yasaklarına kulak verin. O’nun emirlerine itaat edin ve size sunduğu nimetlere karşılık şükredin, sakın nankörlük yapmayın. Aksi halde, sizden önce azıp sapan, emirlerimi çiğneyen ve nankörlük yapan nice toplulukları helak ettiğim gibi, sizi de cezalandırırım…”
Allah (cc) şöyle buyurur:
• “Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’a, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi? Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda çokça fesat çıkaran kimselerdi. Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.” (Fecr 89/6-13)
• “Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebut 29/40)
• “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” (Enfal 8/25)
• “Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti. Azabımız kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.” (A’raf 7/4,5)
• “Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim 14/42)
• “Halkı zulmetmekteyken (günahlar içinde debeleniyorken) helâk ettiğimiz, böylece duvarları, çökmüş olan çatılarının üzerine yıkılmış nice memleketler, nice kullanılmaz kuyular, nice muhteşem saraylar vardır! Zalim oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.” (Hac 22/45,48)
• “Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud 11/67,113)
• “Biz onlardan önce, kendilerinden daha zorlu nice nesilleri helâk ettik de ülke ülke dolaşıp kaçacak delik aradılar. Kaçacak bir yer mi var?” (Kaf 50/36)
Kur’an’da birçok ayet-i kerimede Rabbimiz, yeryüzünü içindeki her şeyle bize musahhar kıldığını ifade eder. Yeryüzünü bizim için “döşek” kıldığını yani en rahat bir şekilde yaşamamız için gerekli her şart, imkân ve ihtiyacımızı da var ettiğini söyler. Ya da yeryüzünü bizim için “beşik” yani hayatımız için en dengeli bir şekilde yarattığını ifade eder.
Şu halde bizi yoktan var eden, bize rızık veren, sahip olduğumuz her şeyi veren O. Yediğimiz ekmek ve gıdalar O’nun. İçtiğimiz su vs. içecekler onun. Soluduğumuz nefes dahi O’nun. Zerreden küreye her şeyi bizim emrimize musahhar kılan yine O’dur. Rabbimiz, bunca nimet ve ihsanı karşılığında elbette bize birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Bizden O’na kul olmamızı, emir ve yasaklarına uymamızı istemektedir.
Peki, biz ne yapıyoruz? Allah’a (cc) kul olmanın neresindeyiz.? İtaat ve teslimiyette mi, yoksa fısk fücur, günah ve isyanlarda mıyız? Şu dünyaya kuş bakışı bir bakalım ve elimizi vicdanımıza koyup düşünelim: Şu kainat bizim olsa ve şu insanlar da bizim kullarımız olsa, bize bu kadar isyan edip sınırsız ahlaksızlık ve günahlara bulaşmalarını cezasız bırakır mıyız?
Biz, 100 metrekare evimiz veya dükkânımızın, bir kirasını vermeyen kiracımızı uyarırız. İkinci kirayı vermese tartışırız. Üçüncüsünü de vermese, onu kapı dışarı ederiz. Peki, şu âlemi bize musahhar kılan, yeryüzünü bizim için döşek misali hayatımıza en uygun şekilde yaratan Allah’ın (cc) emir ve yasaklarına böylesine pervasızca isyan etmemiz ikaz ve uyarı gerektirmez mi?
Bir işveren, dürüst, çalışkan, dakik olan işçisini, tembel, uyuşuk ve vefasız olan işçiyle aynı tutar mı? Bir öğretmen, çalışkan, ahlaklı, düzenli olan talebeyle, tembel, haylaz ve darmadağın talebeyi aynı tutar mı? Tabi ki Allah da itaatkâr, müttaki, sâlih kullarını; fasık, facir, zalim ve mülhid olanlarla aynı tutmaz. Adili mutlak olan Allah (cc) elbette iyilere mükâfat, kötülere ceza verecektir. Affına mazhar olup olmamak, istisnai bir durumdur. Şu halde deprem, tsunami, küresel ısınma, ebola, sars, koronavirüs vb. başımıza gelen tüm felaketlere, bir de bu açıdan bakmalı değil miyiz?
Kur’an ve Sünnet’te helak edilişleri haber verilen kavimlerin, detaylarında farklılıklar olsa da helak edilmelerindeki temel neden bu kavimlerin hadlerini aşmaları, nimetlere şükretme yerine nankörlük etmeleri, Allah’a asi olmaları, şirk koşmaları ve -Kur’an’ın orijinal ifadesiyle- “zalim” olmalarıdır. Zulmün oranı, uygulanış biçimi, faili, mefulü farklı olsa da sonuçta zulüm zulümdür.
Biz kendimizi bildik bileli yeryüzünde zulüm var. Özellikle son yıllarda bunun dozajının ne kadar yükseldiğini biliyorsunuz. Bu zulüm de genelde mazlum Müslümanlara yapılmaktadır. Kaldı ki tarih boyu da bunun devam ettiğini artık tüm insanlık biliyor. Halen şu anda bu zulümler devam ediyor ve aşağı yukarı tüm batı ve içimizde onların işbirlikçileri olan hainler bu zulme ortaktır. Tabi zulme ve zalimlere, hainlere karşı sessiz kalmak da başlı başına ceza gerektiren bir cürümdür.
Bizzat bu cürümlere karışanlar ve cürümlere karşı sessiz kalanlar değil, topyekun hepimiz bu felaketlerden gereken dersleri almalı ve hayatımıza çeki düzen vermeliyiz. Aksi halde Allah’ın yanında kriz, deprem, kuraklık, kasırga, hortum, sel, küresel ısıtma, AİDS, verem, ebola, kuş gribi, domuz gribi, deli dana vs. terbiye metotları çoktur. Birinden yırtarsanız bile binlercesi sıradadır. Çare, zalimlerin akıllarını başlarına almalarıdır. Aksi halde Allah, gazabı geldiği zaman; zalimleri, onlara yardım ve yataklık eden işbirlikçilerini, hatta zulümlerine seyirci kalanları da yakalayıverir. Derler ya “kurunun yanında yaşta yanar.”
Dua Dua Dua!!!
Dua her zaman önemlidir ama topyekûn dara düştüğümüz şu zamanda çok daha önemlidir. Dışardan kuşatmaya çalışan düşman ve onların vekalet orduları. İçerden onlarla iş birliği halinde hainler yetmedi, şimdi bir de tabii bir afet olan zelzele… Bu deprem tabii midir, yoksa suni yanı da var mıdır? Bu ayrı bir konu… Sonuçta “Asrın Felaketi” denecek kadar büyük bir musibeti, hep beraber yaşadık. Bu felaketin maddi ve manevi artçıları da daha uzun zaman devam edecek elbette… İşte böyle zor zamanlarda duanın, daha bir önem arz ettiğini bilerek Mevlamıza yöneliyor O’na yakarıyoruz:
Allah’ım! Huzuruna geldik, bizleri kulluğuna kabul eyle. Ellerimizi ve yüreğimizi yüce dergahına açtık geri çevirme. İçinde bulunduğumuz üç aylar hürmetine… Bu aylardaki mübarek zamanlar hürmetine… Bu zamanlarda ve her zamanda sana yapılan taat ve ibadetler, dua ve yakarışlar hürmetine, bizim de dualarımızı kabul eyle Allah’ım!
Ey mülkün yegâne sahibi olan Allah’ım! Bizleri sayısız nimetlerle donatan, sıkıntılarımızı gideren, dertlerimizin dermanı olan Yüce Rabbimiz! Biz aciz kullarınız! Sana sığındık. Kapına geldik. Ellerimizi semaya, dillerimizi duaya, gönüllerimizi şefkat ve merhametine açtık. Halimizi sana arz ediyoruz. Bizleri dergâhından boş çevirme Allah’ım!
Nusretini, rahmetini, lütfunu, keremini, inayetini istiyoruz. Lütfeyle Allah’ım!
İlâhî Ya Rabbi! Millet olarak deprem gerçeğiyle bir kez daha karşılaştık. Vefat eden kardeşlerimiz var. Göçük altında kalan kardeşlerimiz var. Senden şifa bekleyen kardeşlerimiz var.
Ahirete irtihal eden kardeşlerimize rahmet eyle Allah’ım! Ailelerine, yakınlarına ve milletimize sabr-ı cemil ihsan eyle Allah’ım! Göçük altında kalan kardeşlerimizin sağ salim çıkmalarını nasip eyle Allah’ım! Hastalarımıza Şâfi isminle acil şifalar ver Allah’ım!
Göçük altında kalanları kurtarmak için canla başla gayret gösteren bütün kardeşlerimize güç ve kuvvet ver, onlara kolaylıklar ihsan eyle Allah’ım! Bu çetin günlerde rahmet ve inayetine her zamankinden daha çok muhtacız. Bizlere yardım eyle Allah’ım!
Ya Rabbi! Her türlü zorlukla mücadelede bizlere birlik ve beraberlik, sabır ve metanet, basiret ve dirayet lütfeyle. Şefkat ve merhametinle acılarımızı dindir Allah’ım! Ya Rabbi! Ülkemizi, milletimizi, âlem-i İslam’ı deprem, sel ve yangın gibi her türlü afetten, kaza ve beladan muhafaza eyle!
Ya Rabbi! Gazabından rahmetine, senden yine sana sığınıyoruz. Korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eyle. Bir daha bizlere böyle acılar yaşatma… Bizleri ve cümle Ümmet-i Muhammedi, her türlü kaza, bela, felaket ve musibetlerden muhafaza eyle… Amin!!!
Sübhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…