Peygamberler, fedakârlıkta bütün insanlığa örnek oldular. Hz. Âdem, oğluna elinde olandan fedakârlıkta bulunmasını istedi. Habil en iyisini feda ederken Kabil zayıf ve cılız olanını feda etti. Hâlbuki Allah (c.c) en iyi ve en güzel olanını feda etmemizi ister. Hz. İbrahim de Allah’ın fedakârlık emri karşısında hemen harekete geçti. Allah, İbrahim’e oğlu İsmail’in yerine büyük bir kurban verdi. İbrahim imtihanı kazandı. Çünkü Allah’ın emri karşısında hiç tereddüt göstermemiş, verilen emri yerine getirmek istemiş ve böylece kazananlardan olmuştu. “Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. (Saffat, 107)”
Hz. İbrahim, Mü’minler için en güzel örnektir. Kıyamete kadar da fedakârlıkta en büyük örnek olarak kalacaktır. Her mü’min fedakârlıkta İbrahim peygamberi örnek alır. Yüce Allah’tan gelen emri gözünü kırpmadan yerine getirir. Mekkeli müşrikler, ilk Müslümanlardan olan ve baskılara, işkencelere maruz kalan Suheyb-i Rûmî’ye hicret yolunda engel olduklarında, Süheyb ancak mal ve mülkünü onlara bırakarak hicret edebilmişti. Çünkü müşriklerden elindeki malları vererek kurtulabilmişti. Suheyb’in hicret yolunda yaptığı bu fedakârlık Resûlullah’a (sav) ulaşınca, o tarihi sözü söylemişti. O da üç defa tekrarladığı “Suheyb kazandı” sözleriydi. Her sahabe bu manada bir fedakârlık eridir. Onlar İslâm uğruna gösterdikleri fedakârlıkta hep kazanlardan oldular.
Mü’minden, İbrahim (a.s) gibi yaptığı fedakârlıkla Rabbine ulaşan şey, sadece takvasıdır. Koç kurban etse de malından fedakârlık yapsa da ondan Rabbe ulaşan tek şey, kalplerde bulunan takvadan başkası değildir.
İhlaslı bir şekilde yaptığımız her davranış ve fiilden geriye kalan sadece takvadır. Allaha ulaşacak olan da bu takvadır. Bu yüzden mü’min, fedakârlıkta bulunurken kalbini yoklar, “Bu davranışım Allah rızası için midir?” diye sorar kendisine. Kalbini tamamen arındırır ve yaptığı amelin takva derecesine erişmesi için nefsini kontrol eder. Nefsin takva dışında hiçbir niyet gütmemesi için dikkat eder.
Habil ile Kabil kıssasında olduğu gibi, Allah (c.c) ancak takva eksenli hareket edenlerin fedakârlıklarını kabul eder: “Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “And olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. (Maide, 27)
İşte fedakârlıkta o hassas çizgiyi bize gösteren ayet-i kerime: “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan, ancak sizin takvanızdır.” (Hac, 37)
Allah katında ne sürü sürü hayvanların, ne lüks evlerin, ne de yüce mevki makamların bir değeri vardır. Ancak bu değerler takvaya erişme yolunda kullanılır, bunlar birer binek olarak kabul edilir ve bununla ahirette kazançlı çıkma yolunda fedakârlık yapılırsa İbrahim (a.s) gibi, Suheyb (r.a) gibi kazançlı çıkanlardan oluruz. Aksi takdirde elimizde bulunanlar bizleri Allah’a kulluktan alıkoyan birer metaa dönüşürler.
İslâm’ın modern asırdaki davetçileri şayet bir gün ticaretlerinde bol bol kazanır, yüksek mevki ve makamlara gelirlerse yapacakları en mühim şey, takvanın esas alınması olacaktır. Onlar dünyanın ahirete köprü kılınması gerektiğini asla unutmazlar. Zamanlarından, bedenlerinden ve mallarından fedakârlıkta bulunurlarken takvayı asla elden bırakmazlar. Her ne yaparlarsa bunun Allah rızası için olmasını arzu ederler.
İbrahim (a.s) gibi fedakârlık yaparlarken ellerinde bulunanın az ya da çok olmasına aldırış etmezler. Çünkü onların üzerinde duracakları husus “Rabbim bunu benden kabul edecek mi? Bununla Allah’ın rızasını elde edebilecek miyim?” gibi hususlardır. Allah’ın kimilerini mal-mülk ile kimilerini de mevki makamla sınayacağını bilen İslâm müdafileri, bu konularda teyakkuz halinde olur. Rabbinin kendisinden İbrahimî fedakârlığı istediğini bilir ve sürekli fedakârlık yapmak için hazır vaziyette bulunurlar. Özellikle İslâm’ın şu asrın insanlarına ulaştırılması gibi en ulvi bir vazifenin ancak sadık mü’minlerin yapacakları maddi-manevi fedakârlıklarla olacağını akıllarından çıkarmazlar.
İbrahimî olanlar, Rabbin kimi zaman maddi fedakârlıkla kimi zaman da zamandan ve bedenden yapacakları fedakârlıkla davetçileri sınayacağını unutmazlar. Bu yolda örnek öncülerin sahabe-i kiram olduğunu bilirler. Onların fedakârlıklarının, Kur’ân tarafından medh u sena edildiğini unutmazlar. Her zi-şuur mü’min, tıpkı Asr-ı Saadet’te olduğu gibi mallarını ve canlarını Allah yolunda kurban etmede Kur’ân’ın gösterdiği İbrahimî çizgiyi hep göz önünde bulundurur ve bu şuurla hayatı fedakârlıkla yoğurmaya çalışır. O, fedakârlıkta yüce bir örnek olan İbrahim’in (a.s) yaptığı fedakârlık sayesinde ateşin yakma özelliğini yitirdiğini, ona karşı soğuk ve selamet içinde olduğunu bilir. Bu şekilde fedakârlık yapanların tıpkı İbrahim (a.s) gibi mükâfatlandırılacaklarını unutmaz. Mümin, çağdaş Nemrudî ateşlerin bugünün İbrahimî fedakârlıkları karşısında bir şey yapamayacağına kesin şekilde inanır. Rabbim bizleri bu İbrahimî çizgiyi muhafaza edenlerden kılsın.