Dünya ve içindeki her şey fanidir, geçicidir. Tabi bu dünyanın mevki, makam ve rütbeleri de geçicidir. Ama bir rütbe var ki hem bu dünyada hem de ukbada devam edecektir. İşte o rütbe şehitlik rütbesidir. Ashab-ı kiramın (Rıdvanullahi aleyhim ecmeîn) her duasında şehitlik istemeleri boşuna değildir. Halid b. Velid’in (r.a) ölüm döşeğindeki son sözleri, ashabın şehitliğe olan iştiyaklarının özetidir.
Halid bin Velid hazretleri, H. 21 (M. 642) yılında Humus’ta hastalandı. Yanında silah arkadaşları vardı. Vefat edeceği sırada kılıcını istedi. Kabzasını tutarak şefkatle okşadı. Sonra: “Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu benim ölümümü görecek olan son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep savaş meydanlarında geçip, yatak yüzü görmemiş olan bu Halid’in yatakta ölmesidir.
Resûlullah’ın (sav) hiçbir sahabesi, rahat yatağında ölmedi. Ya savaş meydanlarında veya uzak beldelerde Din-i İslam’ı yayarken gurbette şehid oldu. Ah… Halid!… Şehid olamayan Halid! Harp, benim etimi çiğneyemedi. Şehitlik mertebesi hariç, elde etmediğim makam kalmadı. Vücudumda bir karış yer yoktur ki ya kılıç yarası ya bir ok yarası veya bir mızrak yarası olmasın. Ömrü, Din-i İslam’ı yaymak için savaşlarda at koşturan kimsenin sonu, böyle yatak üzerinde ölmek mi olacaktı? Ölümü, harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehid olarak beklerdim”
Cihad ruhu ve şehadet sevdası, bir milletin varoluş garantisidir. Bu ruh ve sevda, ne denli diri, sağlam ve sağlıklı olarak nesillerin yüreklerinde devam ediyorsa, ümmet o denli emniyet, güven ve huzur içindedir. Ama bu ruh ve sevdanın zaafa uğraması, emniyet ve güvenin zayıflaması, huzurun yok olmasıdır. Eğer bir millettin cihad aşkı ve şehadet sevdası sönmüşse, o milletin sonu yakın demektir.
Şunu unutmayalım ki CİHAD ve ŞEHADET aşkı bir milleti ayakta tutan en önemli enerjidir. Bu enerjisini yitiren bir millet zevale mahkûmdur. İslam ümmeti silahlarla yıkılmadı, yıkılmaz da. Silahlarla yapılan savaşlar ancak müminlerin cesaretini takviye eder. Cihad ve şehadet aşklarını kamçılar. Ama cihad aşkı ve şehadet sevdası zail olursa, işte o zaman ümmet yıkılır. Kâfirler yıllardır soğuk savaş vasıtaları, hile desise ve birçok kalleşçe planlarla bu aşkı yok etmek istiyorlar. Onlar tek başına bunu da yapamazlar. Ancak bizim mahalleden İslam! adına devşirdikleri tefrit ehli ve ılımanlarla ciddi mesafeler kat ettiler. Ancak Allah’ın (c.c) izniyle başaramayacaklar.
Vatan, millet ve hatta ümmetin selameti, huzur ve güveni için maddi tedbirler elbette alınmalıdır. “İHA,” “SİHA,” “tank, top, füze vs. silah, mühimmat, araç-gereç, insan gücü vs. vasıtalar elbette önemlidir. Ancak tüm bu araç gereçleri kullanacak olanlar, cihad ve şehadet aşkıyla dolup taşan yiğitlerdir. Ümmetin yiğit evlatları bu ruh ve şuuru, Kur’an ı Kerim’in cihad ve şehadete çağıran yüzlerce ayetinden, Resûlullah’ın (sav) bir o kadar hadisinden ve onun pratik hayatından almaktadırlar. İşte o naslardan sadece bazı örnekler:
“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara, 154)
“Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, şunu bilin ki, Allah’ın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Âl-i İmrân, 157)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” (Âl-i İmrân, 169-171)
“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu), Allah üzerine hak bir vaattir…” (Tevbe, 111)
“Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nurları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” (Hadid, 19)
Şehitlikle ilgili bazı hadisler:
“–Her kim, bugün düşmandan yüz çevirmeyip sebât eder, şehit düşerse, Cenâb-ı Hak elbette onu cennete koyacaktır. Bugün şehit olanlara Firdevs Cenneti hazırdır. Hücûm ediniz, hamle ediniz!”1 Bu hadis, bedir günüyle ilgili olmakla beraber, hükmü ve müjdeleri, kıyamete dek geçerlidir.
“Bu gece rüyamda iki adam gördüm. Yanıma gelip beni bir ağaca çıkardılar, sonra da bir eve götürdüler. O ev, şimdiye kadar benzerini görmediğim güzellik ve kıymette idi. Sonra o iki kişi bana: “Bu eşsiz ev, şehitlerin sarayıdır, dediler.”2
“Sizden biriniz, karınca ısırmasından ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de ölümden ancak o kadar acı duyar.”3
“Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehitlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah ona şehitlik mertebesini ihsân eder.”4
Şehadeti unutma şehitleri unutturma
Değişik zamanlarda, resmî kurumlarımız ve STK’ların değişik etkinliklerle İslam’ın kutlu zaferlerini, gazi ve şehitlerini yad etmeleri, önemlidir. Çünkü insan aklı nisyan ile maluldür. Özellikle batı kültürünün çürümüş, kof, madde ve şehvete tapan kültürüyle kuşatılmış nesillerimiz için bu daha da önemlidir. Merhum Mehmed Akif’in dediği gibi:
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şüheda.
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Birçok vesileyle zaafa uğratılan, şuurları küllenen, yürekleri köreltilen neslimize kahraman geçmişlerini hatırlatmamız, İslami ve insani bir görevdir. “Mekke’nin, Kudüs’ün, İstanbul’un vs. beldelerin fetihlerinin yıldönümünde yapılan programlar, nesillerin yüreğinde bu ruh ve şuuru tazelemek ve takviye etmek içindir. Nesiller, Bedir-Uhud şehitlerini, Çanakkale şehitlerini, Kurtuluş Savaşı şehitlerini anmalı ki, şehadete olan iştiyakları hep diri olsun.
Devr-i Saadete saadet katan, cahiliye karanlıklarını nebevî öğretilerle izale eden, insanları kullara ve putlara kul olmaktan kurtarıp tek bir Allah (c.c) a kul yapan da bu ruh ve şuurdur. Sonraki asırlarda ümmeti aziz kılan, serhatlerde dolaştıran, mukaddes değerler uğruna, canlarını sebil ettiren ruh ve şuur da yine aynıdır. Allah (c.c) yolunda ölüme, gül bahçesine girercesine yürüten hem ümmetin hem de sair insanlığın; huzur, güven ve barış içinde yaşamasını sağlayan yine cihad ve şehadet aşkıdır.
Bu ruh diriyken, İslam ümmeti hem kendi içinde zaman zaman depreşen sorunları çözüyor, hem de diğer mazlum milletlerin sorunlarına çare oluyordu. Zira İslam; gücü, adaletin ikamesi, insanlığın; güven, huzur, barış ve esenlik içinde yaşamasını sağlamakta kullanmayı emreder. Zulüm, zorbalık ve diğerini ezme vesilesi olarak değil.
Cihad ve şehadet sevdasının kısmen küllenmesi sadece İslam ümmetine değil, tüm dünya insanlığına çok şey kaybettirdi. Zalimleri cesaretlendirdi, müstekbirleri azdırdı, mazlumları karamsarlığa itti. Sonuç olarak, cahiliye asrındaki gibi güçlülerin zayıfları ezmede birbirleriyle yarıştıkları, mazlumların ise körelmiş cihad ve şehadet duyguları sebebiyle direniş saflarından dağıldıkları zillet asrı…
Cihad ve şehadet aşkı olmadan, mazlumların hakları alınamaz, zalimlerden hesap sorulamaz. Bu sevda olamadan, ümmetin işgal edilen vatanları, pay-ı mal edilen değerleri, sömürülen servetleri kurtarılamaz. Dökülen kanların, kıyılan canların hesabı sorulamaz. Dökülen gözyaşları ve arşa yükselen feryad-u figanlar dindirilemez. İşgaller, soykırımlar, sömürü ve talanlar durdurulamaz.
Kısaca bizi biz yapan, insanca ve İslamca var olmamızı sağlayan asıl güç, cihad ve şehadet aşkıdır. Millet ve devlet olarak var olmak, huzur ve güven içinde yaşamak, bu ruh ve şuurla mümkündür. Dünyada şeref ve izzetimiz, ukbada felah ve saadetimiz buna bağlıdır. Ne ki, cihad ve şehadet aşkı olmadan ümmet, ümmet olamaz. İnsanlık insanca yaşama imkanına kavuşamaz.
Allah (c.c) şöyle buyurur: “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, (canlarını Allah (c.c) yolunda adak adadı ve) Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 23)
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
Resûlullah (sav) şöyle buyurur: “Allah Teâlâ bir ok sebebiyle üç kimseyi cennete koyar: Hayır ve sevap umarak o oku yapan sanatkârı, bu oku Allah yolunda atanı, oku atana yardımcı olanı. Atıcılık ve binicilik öğreniniz. Atıcılık öğrenmeniz binicilik öğrenmenizden bana göre daha sevimlidir. Kim kendisine atıcılık öğretildikten sonra ondan yüz çevirirse, Allah’ın kendisine ihsan ettiği nimete karşı şükrünü terk etmiş veya nankörlük etmiş olur.”5
Cihad ve şehadetle ilgili bunca nastan sonra şurası kesindir ki, şehitler bir kayıp değil, aksine çok büyük kazançtırlar. Bir şehit, binlerce mücahidin yüreğine tükenmez bir enerji olur. O yüzden İslam ümmetinin yiğitleri, şu tekerlemeyi tekrarlayıp durmuşlardır. “Biz bir ölür, bin diriliriz.” Birçokları da “Oğlumu veya kardeşimi kaybettim ifadesi yerine, bir şehit kazandım” demeyi tercih etmişlerdir. İşte bunu İslam diyarının dört bir yanında bir asırdır devam etmekte olan tüm savaşlarda görmekteyiz. Bu durum, daha önceki asırlarda da böyleydi.
Şehitlerin pak kanları, sadece kendi şehirlerini, ülkelerini ve Türkiye’yi değil, tüm İslam âlemini, hatta dünya Müslümanlarını harekete geçiriyor. Aslında cihad ve şehadete sevdalı olan yiğitler, zaten hareket halindedirler. Ama son yarım asırdır dökülen şehit kanları, onların hareketlerine hareket, amellerine bereket, enerjilerine enerji katıyor.
Cihad ve şehadete sevdalı yiğitlerin kanları, sadece Müslümanları da değil, fıtratı bozulmamış nice gayri Müslim insanları da uyandırıyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yarım hatta bir asır kadar bir fetret dönemi yaşadık. Ama artık ümmetin yiğit evlatları uyanıyor. Onların içimizden devşirerek ürettikleri; dinli ve dinsiz cani örgütler vasıtasıyla köpürtüp durdukları, “İslam’a fobya” da çare değil. Bekleyin ve görün.
Sonuç olarak:
Maddenin putlaştırıldığı, paranın kıble, şehvetin adeta ibadet sayıldığı bu ilhad çağına inat, biz cihad ruhunu ve şehadet sevdasını, en güzel bir şekilde öğrenmeli ve nesillerimize de öğretmeliyiz. Bizi biz yapan bu konuları, okul müfredatları, TV, radyo programları, sosyal medya vb. her vesileyle nesillerimize anlatıp gündemde tutmalıyız. Unutmayalım! Bu ruh biterse, biz de biteriz. Subheneke… Bihamdike… Esteğfiruke…
1) İbn-i Hişâm, II, 267-268 2) Buhârî, Cihâd, 4 3) Tirmizî, Fedâilü’l-cihâd, 26/1668; Nesâî, Cihâd, 35 4) Müslim, İmâre, 157; Nesâî, Cihâd, 36 5) Ebû Dâvûd, Cihâd 23