İletişimde bilgi, hikmet, irfan ve tasavvur tabanlı bir yaklaşımla toplumsal sorunlara çözüm aranmalıdır. Hiç kuşkusuz bütün bunlar, “Âlemin özü” demek olan insan eliyle olur. Bu öz sağlam, tahrif ve tahrip olmamış, bozulmamış bir öz ise; insanlığın selameti ve huzuru bu güzel insanların ortaya koyacağı tutum ve tavırla gerçekleşmiş olur.

Eğer “Âlemin özü” demek olan insanın özü bozulmuş, tahrif ve tahrip olmuşsa; insanlığın çöküşüne, varlık dünyasının karanlığa sürüklenmesine ve neslin bozulmasına sebep olur.
Davet dilinde de aynı prensip geçerlidir. Fesahat ve Belagatin zirvesinde olan Kur’an-ı Kerim’in ruhuna uygun olarak; ilim, hikmet, irfan ve tasavvur odaklı bir yaklaşımla davet gerçekleştirilmeli ve olumlu bir iletişim kurulmalıdır. Zira emr-i bilmaruf, münker bir dille değil, maruf bir dil ile olmalı.

Yanlış yapanın yanlışını dile getirirken; yanlış yapmamak gerekir. Yanlış yapanın yanlışını ona söyle ama ona sövme…

“Düşünmeden konuşma, konuşmadan düşün. Ne söylediğin kadar, neyi nasıl söylediğin de geleceğini belirler. Ruh işçisi kalk ve gönül mimarisinin söz söküklerini dik! Özenle, önemle can mülkünü mamur et. Kelimelerini kıyama kaldır. Ellerinle kazandıklarını dilinle heba etme. Eylemlerin sözlerinin tatbiki, sözlerin eylemlerinin tasdiki olsun. Eylem ve söylemlerinle bir diriliş senfonisinin mucidi ol.” (Nesip Hiçyılmaz)

Yumuşak Söyle!
Mehmet Görmez; “Bizler toprağa bile yumuşak basmakla emr olunmuşuz. İnsanların kalbine doğru ve yumuşak, güzel bir sözle dokunmalıyız. Söz ile estetiği yakalamalıyız ki, davranışlarımız estetik olsun. Söz hem niyetlerin hem amellerin tercümanıdır. Güzel söz, güzel davranışın eseridir. Bir insana değer vermek yerine değerini bilmek, kıymetini bilmek esas olmalı. Bütün kolaylıklar, zorluklar tarlasında ekili birer tohumdur” diyerek, söz güzelliğinin önemini veciz bir şekilde ifade etmiştir.

“Üslubu beyan, ayniyle insandır” kelam-ı kibarı da insan ile beyanı özdeşleştirmektedir. Unutulmamalıdır ki, ne söylediğimiz kadar nasıl söylediğimiz de önemlidir. Sadi Şirazi’nin dediği gibi, “Yanlış üslup, doğru sözün celladıdır.” Üslubumuz her zaman içten, samimi, özenli, akıcı, nazik, narin ve ince olmalı.
“Nadan ile sohbet etmek güçtür bilene,
Çünkü nadan, ne gelirse söyler diline.”
“Aptal, susarak kazandıklarını, konuşarak kaybedendir.”
NaWdan (cahil) ve aptallarla yol alınmaz. Bilge kişilerle, ariflerle dost olmak, onlarla hemhal olmak, hemdert olmak ne büyük bir lütuftur. Zira “Dostlar aklın kılavuzudur.”

Ötekileştirme!
Kur’an-i Kerimin ruhuna, fesahat ve belagatine uygun bir dil kullanmak durumundayız. Zira bizim medeniyetimiz hem bir söz medeniyeti hem de bir kalb medeniyetidir.
Ayrıştırıcı, ötekileştirici ve kategorize edici bir dil, bir din ve tarih anlayışının İslam Medeniyet Tasavvurunda yeri yoktur. Aksine Medeniyet tasavvurumuz, birleştirici, kucaklayıcı bir dil, din ve tarih anlayışı parametreleri üzerine inşa olmuştur.
“Allah ile ilişkisi kulluk, insanlar ile ilişkisi ahlak, adalet, erdem” ve Kevni Ayetler manzumesi demek olan, “Evrenle ilişkisi emanet bilinci” olan bir nesil yetiştirme, bütün bir insanlığın kurtuluşu için yegâne reçetedir.

Çağının çocuğu (İbnül vakt) ve çağının gerektirdiği sorumluluğu kuşanan bu nesil, gönül yıkıcı bir üsluptan sakınan, insanlarımıza sorumluluk ve inisiyatif alanları oluşturan, hırpalayan değil, iltifatı esas alan bir nesil.

Bu nesil bizim geleceğimizdir. Bu nesil, “yol almalı, yol açmalı ve iz bırakmalıdır.” Bunun için yürekler birleştirilmelidir. “İki günü eşit olan zarardadır” kutlu sözüne uygun tarzda bir yaşam sürmeliyiz. Bu yaşam, bizlere yepyeni bir dünya bahşeder.
Her insan kendi çağının çocuğudur. Çağının insanı olamayanın, geleceği inşa iddiası olamaz. İçinde yaşadığımız çağa söyleyecek sözümüz olmalı. Öyle bir söz söylemeliyiz ki, bu söz sonraki çağda yankılanmalıdır ve sonraki çağı inşa etmelidir.

Bugünü Yaşa!
Sadece geçmişin sözlerini taşımakla yetinirsek; bu belimizi bükebileceğinden, ileriye bir atılım gerçekleştiremeyiz. Dünün kendi şartlarında yaşanmış, olmuş-bitmiş tartışmaları ve olayları olduğu gibi bugüne taşımak; bugünden kopmak ve geçmişte yaşamaya çalışmak demektir.

Ancak dünün tartışmalarından, olaylarından ve olgularından bir tarih perspektifi çerçevesinde dersler çıkarılabilir. Bu derslerle, içinde yaşadığımız çağı imar ederek, geleceğimizi sağlam temeller üzerine inşa edebiliriz.

Nesip Hiçyılmaz der ki: “Amelden çok konuşmak sözün israfı, az konuşmak da cimriliğidir. Her şeyi yerli yerinde söyle. Söz israfında bulunma. Gönül avlayan söz pençelerini sükût kapanına kaptırma. Tüm kelimelerini, cümlelerini ve mısralarını kefenleyip gömen, otoritenin söylemlerini bir papağanın sadakatiyle tekrar eden statik insanların aksine, sadakate sarıl, atik ve dinamik ol. Yeni ve yenileyici sözler söyle. Tedavülden kaldırılan paralar gibi, bütünüyle geçerliliğini yitirmiş sözlerle gelecek inşa edilmez. “
Dünün güneşi ile bugünümüzü ve yarınımızı aydınlatmamız ve ısıtmamız mümkün değildir. Dünün güneşinden yararlanarak kolektif aklımızın, ruhumuzun, tarihi derinliğimizin ve fikrimizin ufkuyla geleceğe dair öngörüler, planlar ve programlar geliştirmeliyiz.
Dünün güneşi ve bugünün güneşinin sinerjisiyle geleceğe kanatlanmak, geleceğimizi inşa ederken “Uzun farları yakarak ilerlemek” ve buna uygun projeler, projeksiyonlar üretmek gerek.

Başarılı olmak için, geleceğe odaklı yaşamak durumundayız. Steve Jobs, “Hayat ileriye doğru yaşanır ama geriye doğru bakınca anlaşılır” der.
Geleceğimizi inşa ederken, geçmişteki her türlü önyargılardan, hatalardan-yanlışlardan arınarak büyük bir özgüven, azim ve kararlılıkla ileriye doğru yürümek durumundayız.
İhtiyaç duyulan potansiyel ve birikim, insanımızda fazlasıyla vardır. Bu azim ve kararlılıkla yol almak durumundayız ve bu, bizim yüklenmemiz gereken bir sorumluluktur. Bu donanımlı nesle selam olsun.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?