Bilmiyorum…
Çaresizim, sensizim, kimsesizim, nefsimin açtığı çukurda bocalanıyorum…
Rotasını kaybetmiş bir sefine nefsim, neredeyim bilmiyorum.
Sensizim bilmiyorum!
Bildiklerimin sebebiyeti olduğu, harabedeyim bilmiyorum…
Bilinmezliklerde kaybolmuş bir bilgeyim.
Bütün hakikatler önümde sıralanmışken âmâyım.
Kendimi bildim bileli bilinmezlikteyim…
Gel diyene gitmez, istemeyene koşmaktayım…
Neredeyim bilmemekteyim…
Aradığım gerçeğin sen olduğunun farkındayım.
Saadet-i Ekber’in sen olduğunu bilmekteyim…
Ama nerede, kimle olduğumdan bihaberim.
Karşımda bir imtihan nehri, ben kana kana içmekteyim…
Ayn-ı hebanın ta kendisiyim, farkında değilim…
Oysa ararken ben seni, bulacaksan sen beni, bildirmişti bunu bana Âlemlerin Rahmeti.
Meçhuliyetlerim arasında bocalanırken buldum ben seni…
Yokken varlığını hissediyordum ta en derinde…
Susuz kalmış bir devenin suyu gibiydin benim içimde…
Sensizlikte seni aramak bir ayrı heyecan veriyordu bana…
Yalnızlığa olan aşkımı artırıyordu hızlıca.
Düşüncelerime hâkim oluyordun habersizce…
Uzlette bı-nevaydım sana…
Beni benden alıyordu adımların…
Bana yürüyormuşsun gibi izliyordum seni uzaklardan.
Âma gözler nasıl idrak ederdi ki.
Hakka ama olmuş iki göz, gerçeğin tadını alamayan bir nefis…
Bilmiyorum seni, senin gerçeğini…
Hayat kısa, zaman yok, ille de sen, ilelebet sen.
Ezeli olan sen, ebedi olan Sen…
Ahir zamanda sana ulaşmaya çalışan, bilinmezlikler ülkesinde yaşayan ise ben…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?