Sonbaharın ılık rüzgârları Marmara’nın serin sularını mütemadiyen döverken; deniz manzaralı bankın bir köşesinde, eli paltosunun cebinde oturmakta olan genç adamı bu durum hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Öyle uzaklara dalmıştı ki, bankın diğer köşesine oturmak için gelen yaşlı adamı fark etmemişti bile. Kafasına koymuştu, denize atlayıp intihar edecekti. Fakat gözlerini denize dikerek konuşan yaşlı adam, kuvvetli bir ses tonuyla onun bu düşüncesini sekteye uğrattı:

— Yarasalarla kavga etmek yerine ışığı açmak en mantıklı harekettir, dedi.
Genç adam irkilerek baktı ona. Ne demek istediğini anlamamıştı, zaten anlamak için uygun bir zaman da değildi:
— Sen de kimsin bey amca? Bana neden böyle dedin?
— Yüzmeyi biliyor musun evladım?
— Haydaaa! Bu da nereden çıktı şimdi?
— Sen soruma cevap ver! Yüzmeyi biliyor musun?
— Hayır, boğulmayı biliyorum.
— O nasıl oluyor ki?
— Tutup beni denize atmışlar elleri bağlı bir hâlde, bir de ‘Sakın boğulmayasın!’ diyorlar.
— İşte senin sorunun da bu, benim söylediğim ilk cümlenin anlamı da!
— Biraz daha açık konuşsan da ben de anlasam!
— Bak evlat! Sen yanlış gemidesin. İstediğin kadar mücadele et, bindiğin gemi er ya da geç batacaktır. Titanik gibi düşün. Ne kadar büyük ve lüks olursa olsun batmaktan kurtulamayacaktır.
— O hâlde hangi gemiye bineceğim ki?
— Nuh’un (a.s.) gemisine…
— O epey geçmişte kalmadı mı?
— İnananlar için her zaman bir Nuh’un (a.s.) gemisi vardır.
— Demek ki mesele, inanmak ha!
— Evet. Bütün mesele, doğru bir inanca sahip olmaktan geçiyor.
— Bak ihtiyar! Artık bu dünya hatta bu evren bana dar geliyor.
— Bu evren yeterince geniş. Hatta sürekli genişliyor.
— Bu hayatta başıma gelmeyen musibet kalmadı. Dünya, nimetlerini benden uzaklaştırdı.
— Musibet, Allah’a yaklaştırıyorsa nimettir. Nimet, Allah’tan uzaklaştırıyorsa musibettir.
— İnsanlar mutlu bir şekilde yaşarken, ben sürekli sıkıntı çektim.
— Kimseyi elindeki nimetten dolayı kıskanma. Allah’ın onlardan neler aldığını bilemezsin. Senin başına gelen hiçbir musibete de üzülme. Karşılığında Allah’ın sana neler vereceğini bilemezsin.
— Ya sevdiklerim? Onlardan kaç kişiyi kaybettim biliyor musun?
— Sevdiğin birini dünyada kaybetmekten daha kötü olan şey, onu hem dünyada hem de ahirette kaybetmektir.
— Daha önce şatafatlı sınırsız bir hayatım vardı. Sabahlara kadar eğlenirdim. Ama şimdiki halime bak! Gam, keder, hüzün…
— Biri şunu söyler; “Modern dünya hüznü reddeder. Çünkü hüznü olan insana bir şey satamazsın, ölümü unutturamazsın, makinelerin tek kurtarıcı olduğuna inandıramazsın. Oysa mutluluk basit olandadır. Savaşa gerek duymayandır, kıyaslamayandır, yarıştırmayandır, koşturmayandır, korkutmayandır, insan fıtratına meydan okumayandır. İnsan, doğası gereği bir sınıra muhtaçtır. Sınırsız sevdanın, sınırsız samimiyetin ve sınırsız arzunun insanı sürükleyeceği tek yer, felakettir.”
— Güzel şeyler söylüyorsun ihtiyar ama bunların hiçbiri o eski hayatımı geri getirmeyecek ki!
İhtiyar ayağa kalktı. Bir iki adım atıp acıyan gözlerle delikanlıya baktı:
— Ne demek istemediğimi ifade etmektense ne demek istediğimi ifade etmemek daha iyi olacak herhalde.
— Anlamadım!
— Yani diyorum ki, sen beni anlamıyorsun. Seni intihara kadar sürükleyen şey, zaten eski hayatındı.
— Benim intihar edeceğimi nereden biliyorsun? Sana söylemedim ki!
İhtiyar bir an hareketsiz kaldı. Sonra ağır adımlarla yürümeye başladı. Genç adam meraklı gözlerle ona yetişmek için çabalıyordu. “Aslında ihtiyar doğru söylüyor” diye düşündü:
— Sen benim kusuruma bakma amca! Ben seni yanlış anladım. Söylediğin şeyler ruhumu ferahlattı. Bu dünyada yalnız olmadığımı hissettirdi.
— Bak evlat! Birini anlamama ihtimalinin en az sekiz yolu vardır. Düşündüğün, söylemek istediğin, söylediğini sandığın, söylediğin, karşındakinin duymak istediği; duyduğu, anlamak istediği, anladığını sandığı durumlar… Bunların hiçbiri ‘anlamak’ ifadesinin yerini alamaz. Ve maalesef görsellik ve yapaylık, anlamı ve hikmeti ezdi. Kimsenin güzellikleri görmeye yetecek kadar zamanı kalmadı evladım. Çünkü herkes her şeyin fotoğrafını çekmekle meşgul! Rakamların hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Harfler aradan çekileli çok zaman oldu. Düşündükçe yutkunan tek ben değilim elbet, tabut taşırken ağırlık çökmüyor hiçbir insana. Selam olsun göğsünde dev bir kor ateş taşıdığı hâlde çevresine zemzem olana…
— Ne güzel söyledin amca! Şiir gibi konuştun valla! Daha önceleri inançlı biriydim. Fakat ailem ve çevrem beni dinimden uzaklaştırdı. Çok bunaldığım bir gün camiye gitmeye karar vermiştim. Hiç hazzetmediğim birini orada görünce gitmekten vazgeçmiştim. Keşke daha önce seninle tanışsaymışım…
— O gün camiye sırf Allah rızası için gitseydin, Allah’ın dilediği müstesna, gitmekten hiçbir şey seni alıkoyamazdı. Samimiyet ve ihlas, tüm kapıları açar. Aynı durum namaz kılarken de geçerlidir. Zarif şairimiz, “Namazda iken, namazda olun.” der. Bir gün Mecnun çölde “Leyla” diye dolaşırken, fark edemez. Namaz kılan bir dervişin önünden geçer. Derviş namazı bitirince Mecnun’a kızar. Mecnun özür diler ve şöyle cevap verir: “Ben Leyla’nın aşkından seni göremedim de ya sen huzurunda olduğun Mevla’nın aşkından beni nasıl gördün?”
— Peki, ben şimdi ne yapacağım? İşlediğim onca günaha rağmen nasıl iyi bir Müslüman olacağım?
— Rabbimiz neyi emretmişse onu yapacaksın. Neyi yasaklamışsa ondan da uzak duracaksın. Fani olan insana değil, Baki olan Allah’a itaat edeceksin. Çünkü insanlar tek bir kötü davranışınla tüm güzel geçmişini, Allah ise bir tövbenle tüm kötü geçmişini siler.
— Allah razı olsun amca! Bunları duymak beni öyle mutlu etti ki… Allah’a yemin ederim ki artık bu saatten sonra Müslümanca bir yaşayıştan başka bir işim olmayacak. Kalan tüm ömrümü İslam’a adayacağım.
— Elhamdülillah!
— Gemiye sağ salim binmek için sizden dua istiyorum. Çevremin ve toplumun tamamına yakını İslam’dan bu kadar uzakta iken bunu yapacak güç ve kudret için bana dua etmeni istiyorum amca!
— İnşallah evladım! Bu öyle hakikatli bir gemi ki, onu inşa eden Peygamber’in (a.s.) oğluna bile torpil yapılmayan bir gemi. Evet, birçok engelle karşılaşacaksın. Müslümanım deyip, bütün ömrünü İslam’a ve Müslümanlara saldırmakla geçiren tiplere denk geleceksin. Hatta Şair Ali Emre’nin ‘Aynı gemideyiz diyorlar/Gemiyi biz yapıyoruz, onlar biniyorlar’ dediği türden insanlarla bile karşılaşacaksın. Fakat sakın ha, bunların hiçbiri seni hak ve hakikatin apaçık yolu olan inancından vazgeçirmesin.
— Onlar için de dua edeceğim inşallah!
— Dua et evladım! Çünkü eğer bu dünyada Müslümanlarla kâfirlerin yaşayışları arasında bir fark olmayacaksa, Ahiret hayatında da olmayacaktır.
— Kendimi yeni Müslüman olmuş biri gibi hissediyorum.
— Yeni Müslüman olmuş birinden sahabenin kokusu gelir evladım! Benden dua istemiştin değil mi? Aslında asıl sen şu ihtiyar için dua et. Senin şu an yaptığın dua öyle makbuldür ki… Dualarında olmak duasıyla evladım…

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?