Sekülerizm, din ve dünya hayatının birbirinden zıt olarak yaşaması, birbirinden soyutlanmasıdır. Gerçek bir Müslüman asla İslâm’dan ayrı, habersiz yaşayamaz. Allah (cc) bir ayetinde şöyle buyurur: “De ki benim namazım, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 6)
Bu ayetten anlaşılacağı gibi bir müminin her anı, her işi, her ölçüsü Allah’ın rızasına uygun olmalıdır. Mümin sadece namaz kılıp Kur’ân’ı okurken Allah’ı hatırlamaz. Ticaret yaparken de Rabbiyle beraberdir, yemek yerken de okula giderken de… Gideceği ortamların, katılacağı etkinliklerin Rabbinin rızasına uygun olup olmadığını daima sorgular. Çünkü biliriz ki Rabbimiz bizi sadece namazda değil, her anımızda görmektedir.
Dönemin cesur ve mücahit komutanlarından Hâlid b. Velid (r.a) Fars kralına bir mektup yazar: “Temeli batıl olan sisteminizin sonunu getiren Allah’a hamd ederek başlıyorum! Bütün hileleriniz bitti. Sizin söyleyecek sözünüz kalmadı. Ya Müslüman olun ya da bize cizye ödeyin. Eğer Müslüman olmaz ve bize cizye ödemezseniz Allah’a yemin ederim ki sizin dünya hayatını sevdiğiniz kadar Allah yolunda ölmeyi seven bir ordu göndereceğim size!” Allah ondan razı olsun. Zamanın güçlü devletlerinden birine böyle bir mektup yazmak, ancak imanı güçlü, cesur ve içinde Allah korkusundan başka korku olmayan Hâlid b. Velid gibi komutanların işidir.
Peki, sekülerizmin oyuncağı olmuş, içinde bir nebze iman olmayan birinin böyle bir mektup yazmaya cesareti olur muydu? Ya da Hâlid b. Velid o kraldan daha büyük olan Allah’ın ona yardım edip etmeyeceğinden yani imanından şüphe duysaydı böyle bir mektubu yazabilir miydi? Dünya hayatını seven bir kalp, bir akıl bu inançlı kelimeleri yazabilir miydi?
Sevbân isimli sahâbi Resûl-i ekremden şöyle naklediyor:
Öyle bir zaman gelecek ki bütün dünya milletleri aç insanların sofraya üşüştüğü gibi üzerinize üşüşecektir. Oradakilerden biri ise Peygamber efendimize şöyle sorar: Yâ Resûlallâh (sav), azınlık bir kitle olacağız diye mi bunlar böyle üzerimize gelecekler?
Peygamberimiz (sav) ise bu soruya şöyle karşılık verir: Hayır! Aksine, kalabalık olacaksınız, selin süpürdüğü çer çöp gibi değersiz olacaksınız, düşmanlarınız sizden korkmayacak, Allah (c.c) düşmanlarınızın kalbinden sizin heybetinizi alacaktır ve sizlerin kalbinize “vehn” hastalığını koyacaktır.
Peki, Peygamberimizin söylediği bu vehn hastalığı nedir? Müslümanların bu vehn hastalığına yakalanmamak için ne gibi önlemler alması gerekir? Vehn hastalığı kısaca dünya hayatını sevmek, yaşlanmaktan ve ölümün geleceği vakitten çok korkmaktır.
Zira bu hastalığın ümmete sirayet ettiğini derin üzüntü içinde görmekteyiz. Kelime kökü olarak da zayıflık anlamına gelen vehn, Müslümanların kalplerine yerleşmiş geçici dünya hayatı gözlerimizi boyamıştır. Ahiret inancının zayıflamasıyla artan ölüm korkusu ne yazık ki kalpleri kaplamıştır. Rabbimiz bize vehn hastalığıyla ilgili bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Nefsani arzulara özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılındı işte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak en güzel yer Allah’ın katıdır” (Âl-i İmrân, 14)
Ayet-i kerimede belirtildiği gibi dünya hayatı ‘geçici’ menfaatten ibarettir. Âkil olarak yaratılan insanoğlunun kalıcı olanı, geçici olana tercih etmesi mantık dâhilindedir. Mümin, her işinde olduğu gibi bu konuda da itidal üzeredir.
Zenginlik ve fakirlik insanlar için bir imtihandır. Bu dünyadaki mal mülk, mevki makam gelip geçicidir, her ne kadar güçlü servet sahibi olsak da varacağımız tek yer Allah’ın katıdır ve orada dünyada olduğu gibi malımıza göre değil yaptığımız amelin nispetinde muamele göreceğimiz apaçık bellidir.
İçinde böylece kötü bir hastalık olan vehn hastalığını kapmış birinin davet etmek, malını ve ömrünü Allah’ın davası uğruna feda etmek gibi bir derdi, bir çabası yoktur.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah (c.c) bir ayette şöyle buyurur: “Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yerinizde ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten cayıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine göre bu dünya hayatının yararı pek azdır.” (Tevbe, 38)
“Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle sürtüşmeyin. Eğer ki Allah ve Resûlüne itaat etmezseniz birbirinizle tartışırsanız, parçalanırsınız, devletiniz çöker.” (Enfâl, 46)
Peygamber efendimizin söylediği vehn hastalığını içimizde biraz tefekkür edersek bugünkü İslâm devletlerinin düştüğü durumu Suriye’de, Filistin’de akan kanı; Yemen’de, Arakan’da aç halde soğukta yatan kardeşlerimizin neden bu halde olduğunu anlayabiliriz. İslâm devletlerinin birbirine düşmesinin nedenini, 1.6 milyar Müslümanın bir araya gelerek dış etkenlerden kendini koruyacak güçte olduğunu anlayamamamızın nedeni, kalbimizdeki vehn hastalığıdır.
Vehn dolu bir kalp, ne yazık ki ahirete olan inancını da yavaş yavaş kaybediyor. Bu durum nefsin dünyaya iştiyakını arttırıyor. Seküler tabire uyan, diliyle mümin olduğunu söylediği halde hastalıklı kalbe sahip, uhrevî dünyayı arka planda bırakan insanlar oluşuyor. Bu durum önümüze inandığı gibi yaşayan değil de yaşadığı gibi inanan profiller çıkarıyor. Bu batıl düşünceler iman noktasında da ruha ciddi zararlar veriyor.
Osmanlı gibi İslâmî esasları önemsemiş 6 asırlık büyük ve köklü bir devletin torunları olarak parçalanmış, yıkılmış, kutsal emanetleri yağmalanmış biz Müslümanların zevk, sefa ve şehevi duygular içinde uyutularak kardeşlerini unutmuş olması nasıl bir haldir? Bu ümmetin vehn hastalığına yakalanmış kalbini nasıl temizleriz ve İslâm coğrafyasını nasıl tekrar toparlayabiliriz?
Vehn hastalığından kurtulmanın yollarını nasıl bulabiliriz, kurtulmak için nasıl bir faaliyet gösterebiliriz? Öncelikle kendimizi sorgulayarak başlamamız gerekiyor. Mesela kendimize şu soruları sormamız gerekiyor: Ben kimim, neredeyim, ne yapıyorum? Ne amaçla yaşıyorum? Kimin için yaşıyorum ve ümmetin sorunları için elimdeki imkânlarla, becerilerimle, fıtratımla ne gibi bir yarar sağlayabilirim?
Sonrasında ise kendimizdeki sorunları çözerek öncelikle ailemizi, sonra bulunduğumuz çevreyi ve sonra da insanları bir olmaya, dünyevileşmeden kurtulmaya Müslümanları tek bir çatı altında toplanmaya davet etmemiz ve insanları kurtuluşa çağıranlardan olmamız gerekir. Gözümüzde büyüttüğümüz birçok sorunun aslında teker teker el birliğiyle kolayca çözüleceğini bilirsek, kalbimizi tamamen vehn hastalığından temizlersek işte o zaman kazanan biz olacağız!
Şehit İmâm Hasan el-Bennâ’nın şu sözünü hatırlatmak isterim: “Davalar ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu, o davaya olan gayretin sürekli arttığı, onu gerçekleştirmeye ve o yolda fedakârlık yapmaya sevk edecek şekilde hazırlıklı olunduğunda başarıya ulaşır.”
Davetçinin, dava adamının ve Hâlid b. Velid gibi imanlı gençlerin görevi, ümmeti Allah için yönetmektir. Kalbini vehn hastalığından temizlemiş gençlerin öncelikle Kur’ân’daki sabır, tevekkül, cihat itaat ve cemaat gibi kavramları anlaması, hayatına uyarlaması gerekir. Sonra da bu kavramları yakın çevresine doğru bir şekilde anlatması gerekir.
Bu terimleri ashâb-ı kirâm gibi anlayan bir nesil Amerika’ya, Avrupa Birliğine mektup yazar. Bunu internetten kuru tehditlerle klavye üzerinden yapmaz. Hâlid b. Velid gibi cihat meydanlarında yapar. İşte bunu yapan ya da yapmaya gayret eden bir nesil, vehn hastalığından kurtulmuş, kalbini Allah sevgisiyle doldurmuş ve sadece onun rızasını kazanmayı amaç edinmiş olacaktır.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?