Hamd yalnızca Allah’adır. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, bir ve tektir. O’nun ortağı yoktur yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed (s.a.s.) onun kulu ve resûlüdür.

Sadece kendisine hamd ettiğimiz, kendisinden mağfiret ve hidayet dilediğimiz Allah Teala bizleri yaratma gayesini açık bir şekilde beyan etmiştir. O şöyle buyurmaktadır: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) Biz insanların, bu ibadeti hakkıyla yerine getirebilmemiz, tam anlamda Allah’a kul olabilmemiz için bazı şeylere ihtiyacımız vardır. Kaldı ki ibadet kavramından kastımız sadece namaz, zekât, oruç, hac gibi ibadetler değildir. Allah’ın rızasını gözeterek yapılan her fiil ibadet olarak düşünülmeli, ubudiyet kavramı da bu şekilde okunmalıdır. Yüce Allah’a ubudiyet vazifemizi hakkıyla yerine getirebilmemiz için de biz kulların akla, kuvvete, heyecan ve enerjiye ihtiyacımız vardır. Bu saydığımız ihtiyaçların en fazla giderildiği yaş merhalesi şüphesiz ki gençliktir. Nitekim Hasan el-Benna gençlere şöyle hitap etmektedir:

“Ey gençler!
Davalar ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu, o davaya olan gayretin sürekli arttığı, onu gerçekleştirmeye ve o yolda fedakârlık yapmaya sevk edecek şekilde hazırlıklı olunduğu zaman başarıya ulaşır. İşte bu dört haslet; inanç, samimiyet, gayret ve amel, gençleri diğer insanlardan ayıran özelliklerdir. Çünkü inancın temeli, samimiyetle tutuşan bir kalp, samimiyetin temeli saf bir gönül, gayretliliğin temeli güçlü duygular, amelin temeli ise sağlam bir azimdir. İşte bütün bunlar ancak gençlerin özellikleridir. Bundan dolayı gençler geçmişte ve günümüzde her toplumun uyanışının direği, her uyanış hareketinde o uyanışın gücünün sırrı, her davada o davanın sancağını taşıyanlar olmuştur.”

Dolayısıyla gençlik merhalesi, bu kulluk vazifesini yerine getirme açısından en uygun zaman dilimidir. Gençlik derken 15-25 yaş aralığını kastetmiyoruz. Gençlik buluğdan başlayıp 40 yaşına kadar süren bir zaman dilimidir. Gençlik dönemi, kişinin Allah tarafından kendisine emanet edilen beden ve ruhunun niteliklerinin farkına varmaya başladığı, buluğ çağına ermekle de mükellef olduğu bir dönemdir.

Tarihe bakıldığında görülecektir ki İslam daveti gençlerin omuzlarında yükselmiştir. Öncelikle insanlığın ilk rehberleri olan peygamberlerin çoğunluğu gençtir. Kur’an’da Nemrut’a karşı tevhit akidesini savunan, putlarla ve putperestlerle mücadele eden Hz. İbrahim (a.s.) bir gençti. Bu durum Kur’an’da açıkça ifade edilmektedir: “Bir genç işittik, bunları anıyordu adına İbrahim deniyormuş.” (Enbiya, 60) Yine Kur’ân’da isimleri zikredilen Ashab-ı Kehf de bir grup gençti: “Hakikaten onlar Rablerine inanmış gençlerdi.” (Kehf, 13)

Sahabilerden de bu davayı sırtlanan ve İslam davasının mihenk taşı olanların çoğunluğu gençlerdi. Musab b. Ümeyr mesela… Medine’ye öğretmen olarak gönderildiğinde 25’li yaşlarda bir gençti. Üstün gayretiyle Medine’yi bir yıl gibi kısa bir sürede İslam’a ev sahipliği yapması için hazır hâle getirmişti. İşte İslam böyle gençlerin omuzunda yükselmiştir. Bu gençler cahiliye devrini Asr-ı saadet devrine çevirdiler. 12 yaşında tahta getirilen 21 yaşında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet de genç idi. Günümüzde ise çok farklı bir gençlik yetişti. Peki, ne oldu da gençlik bu hâle geldi? O günlerden bu günlere nasıl gelindi?
Bu soruya cevap olarak pek çok neden sayılabilir. Bu nedenlerin başında yanlış örneklik, yanlış örnek gösterme gelmektedir. Nitekim sahabenin model aldığı, Peygamber (s.a.s.) vardı. Şimdiki gençlere, Hz. Ebubekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi ve Hz. Musab’ı değil de dünya meşakkatiyle uğraşan modern, zengin iş adamlarını örnek gösterdiler. Gece abit, gündüz mücahit olan, Allah rızasını gözeten Hasan el-Bennaları, Said Nursileri değil de felsefe akımlarının önderlerini öne sürdüler. Bunun sonucunda metaryalist bir gençlik oluştu.

Diğer neden ise gençlere güvenmedik, onların özgüvenlerinin oluşmasına izin vermedik. Nasıl mı? “Sen yapamazsın, sen başaramazsın, sen kimsin” diyerek hep küçük gördük onları. Netice olarak da öz güvenini yitirmiş bir gençlik yetişti. Bu gençlik; “Ben öyle bir gencim ki geçmişten geleceğe hep tarihe yön veren, tarih yazan bendim” demekten korkar oldu. Kendini tanımayan, çaresizlik içinde bocalayan, sosyal medyayı mesken edinen, maddenin ve modanın esiri olan bir gençlik hâline geldi.

Peki, bunun çözümü nedir?
Ne zaman ki insanlık yani bizler bu engellerin bilincinde olup bunları kaldırmak için çalışırsak işte o zaman Rabbimizin vaad ettiği zafere ulaşır, kendi asrımızda Asr-ı saadeti yaşarız.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?