Bismillahirrahmanirrahim. Âlemlerin rabbi, kâinatı hikmetle yaratan, akıl, bilgi ve ilimle insanı diğer canlılardan ayıran Allah’a hamd u senalar olsun. Allah’ın ilk vahyi olan “Oku!” emri ile risalet vazifesine başlayan sevgili Peygamberimize, âline ve ashabına salat ve selam olsun.
Allah (c.c), içerisinde bulunduğumuz şu âlemi insanoğlunun hizmetine sunmuş, insanı ilim ve bilgiyle donatarak bu kâinatı nasıl idare edeceğini ona öğretmiştir. Bilgiyi, hikmeti, ilim ve irfanı terk eden bir topluluğun hüsrana ermesi kaçınılmaz bir durumdur. İlim ve marifeti rehber edinen bir topluluk kurtuluşa erecektir. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.s.) risaleti insanlara tebliğ ederken bir öğretmen olarak insanları ümmilik, cehalet ve karanlıktan çıkararak; bilgi, nur ve aydınlığa kavuşturmuş. O (s.a.s.), karanlıklar içinde bocalayan, okuma yazma bilmeyen; deve, koyun ve keçilere çobanlık eden cahiliye toplumunu kısa bir sürede insanlara rehberlik ve önderlik edecek bir konuma getirmiştir. Allah Resulü (s.a.s.) risalet ve hikmetiyle toplumu kalkındırmıştır. Onları bedevilikten medeniyete, ümmilik ve cehaletten marifete, asabiyetten erdemliliğe, enaniyet ve bencillikten kardeşliğe ulaştırmıştır.
Medresenin Temelleri
Medresenin temelini Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ashabıyla beraber Mekke’de kurmuş olduğu Dârü’l-Erkâm ile atmıştır. Peygamberin (s.a.s.) bizzat baş müderrisi olduğu bu medresede; ilim, cihat, ahlak ve hareket alanlarında zirveye ulaşan yüzlerce dava eri, mücahit âlimler ve adam gibi adamlar yetişmiştir. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Aşere-i Mübeşşere ve İslâm uğruna başını veren nice büyük sahabeden oluşan öncü bir nesil, binlerce sene sürecek olan İslâm davasının yükünü omuzlarında taşıyacak kadar güçlü ve dirayetli adamlar olarak bizzat Resulullah’ın (s.a.s.) dizi dibinde bu medresede yetişmişlerdir. Nitekim Allah Resulü (s.a.s.) Mekke’de bir taraftan insanları imana davet ederken diğer taraftan da bu öncü nesli Dârü’l-Erkâm Medresesi’nde iman, ahlak ve Allah’a itaat ilkesi üzerine yetiştirmiştir.
Allah Resulü (s.a.s.) Mekke’de tebliğ ve irşat görevini ifa ettikten sonra Medine’ye hicret etmiştir. Sayıları yüzlere ulaşan ashabı ondan önce Medine’ye hicret ederek yerleşmişlerdi. Medine’deki Müslümanlar onları çok güzel bir şekilde karşılamış, onlara yardımcı olmuş, sofralarını, evlerini ve mallarını onlarla paylaşmışlardı. Bu vesileyle Allah’tan bir ödül olarak “Ensar” yani yardımcı unvanını almışlardı. İslâmî kardeşlik ruhunun zirveye ulaştığı böylesine yüce ve öncü bir toplumda bu ruhu canlı tutmak ve daha ileri seviyelere taşımak için bir ilim yuvasına ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı hikmet ile tespit eden Allah Resulü’nün (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra ilk yaptığı icraat, müminlerin ibadet edeceği, ilim ve eğitim alabilecekleri bir müessesenin inşaatına başlamak olmuştur. Aynı zamanda Allah Resulü (s.a.s.) bu müessesenin bitişiğinde yabancı kimselerin kalıp konaklayabileceği, Medine içinden ve dışından müminlerin ilim, ahlak ve irfan eğitimini alabilecekleri “Suffa” adında özel bir mekân daha inşa etmiştir. Peygamberimizin (s.a.s.) Medine’de inşa ettiği ve binlerce sahâbesini eğitip terbiye ettiği Dâru’s-Suffa diye anılan bu mekân, sistematik bir şekilde kurulan ilk Kur’ân ve Sünnet medresesidir. Nitekim bu medrese, İslâm tarihinde iz bırakarak tarihin akışını değiştiren bir konuma ulaşmıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonra Hülefâ-i Râşidîn döneminde de Müslümanlar, Peygamberlerini örnek alarak fethettikleri her yerde cami inşa etmekle beraber Müslümanların içinde barınıp ilim tahsil edebilecekleri mekânları inşa etmeye de önem vermişlerdir. Nitekim o dönemlerde ilim ve irfan, sadece medreselerde değil; camilerde, halka açık meydanlarda ve âlimlerin evlerinde de okunup tahsil ediliyordu. Fethedilen yerlerde cami ve medrese inşa etme geleneği Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı yönetimlerinde de bizzat devlet himayesinde devam etmiştir. Aynı zamanda cami ve medrese inşaatları için seçilen konumlar halkın sürekli bir şekilde uğrayabilecekleri merkezi yerlerden oluşmakta veya halkın uğrak yeri olan çarşı-pazarlar cami ve medreselerin inşa edildiği mekânlara taşınarak bu mekânlar merkezi hale getirilmekteydi. Bu durum, insanların sürekli bir şekilde ilim ve irfan ile iç içe olmalarını sağlayan çok önemli bir unsurdu.
İslâm Medeniyetinin Büyük Mirası: Kürt Medreseleri
Kürt medreseleri 10. yüzyıldan itibaren kurulmuş olup günümüze kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Kürt medreselerinin tarihi Selâhattin-i Eyyûbî’ye kadar uzanır. Nitekim bu dönemde Kahire, Şam, Bağdat, Halep ve Musul kentlerinde medreseler yaygınlaşmıştır. Selâhattin-i Eyyûbî’nin bölgede kurduğu medreseler Kürtler arasında ilmin gelişmesine yol açmıştır. Selâhattin-i Eyyûbî’nin medreseleri merkeze alarak ilmî ve ahlaki eğitimin yaygınlaşmasını sağlaması halk arasında cihad ruhunun sahih bir İslâmî anlayış ile yaygınlık kazanmasına vesile olmuştur. Bir nevi medreseler aracılığıyla verilen ilim ve irfan Kudüs’ün fetih kapılarını açan ilk anahtar olmuştur.
Kürt Medreseleri, kuruluşundan günümüze kadar her zaman Doğu halkının maddi ve manevi desteğiyle varlığını sürdürmüştür. İlim yuvası olan medreselerimizi yüzyıllardır bağrına basarak sahip çıkan Doğu halkımız, imkânlarının kısıtlı olmasına rağmen medreselerde eğitim gören talebelere “tayin” vererek, yemek ve sofralarını onlarla paylaşmıştır. Bu davranış halkımız adına onur duyulacak bir erdemdir. Nitekim İslâmî bir müessese olan Kürt Medreseleri, bölgemizin can damarı konumundadır. Kürt halkı, medreseler sayesinde din, diyanet, medeniyet, dil, kültür ve İslâm ahlakını koruyabilmiştir. Bu açıdan medreseler milletimizin her konuda ana kaynağı olmuştur.
Cumhuriyet dönemi 3 Mart 1924 tarihinde Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu ile medreseler, Kur’ân kursları ve İslâm medeniyetinin okutulduğu ilim yuvaları lağvedilerek yasaklanmıştır. Çıkarılan kanun sonucunda bu tür ilim yuvalarını açmaya yeltenen kimselere cezaî müeyyide, hapis ve sonu ölümle sonuçlanabilecek her türlü maddi ve manevi zarar verilmekteydi. Bu baskılar sonucunda batıdaki medreseler tamamen lağvedilerek kapatılmıştır. Tüm bu zor şartlara rağmen batıda cesaret, iman ve takva sahibi bazı kurra âlimlerimiz medrese geleneğini sürdürememiş olsalar dahi Kur’ân kurslarına ağırlık vererek binlerce hafız yetiştirmişlerdir. Ülkemizin batısında bulunan Müslüman âlimlerimiz Kur’ân kurslarına ağırlık verirken doğudaki âlimlerimiz ise her şeye rağmen medrese geleneğini devam ettirmişlerdir. Bu zor şartlara rağmen Kürt halkı medrese geleneğine daha çok sahip çıkmış, köy ve mahallelerde ders veren Seyda ve Fakileri yeri geldiğinde tehlikelere karşı gizleyerek korumuşlardır. Aslında bu durum onların medrese geleneğini devam ettirmelerine dair gösterdikleri bir fedakârlıktır.
Zamanın ceberut hükümetinin baskılarından dolayı köylerde ve mahallelerde ders verip okuma imkânı olmayan Seyda ve fakiler mağaralarda eğitim faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu vaziyetteki seyda ve fakilere halk sahip çıkarak sofralarını paylaşmış ve ihtiyaçlarını karşılamıştır. Kıtlık zamanlarında bile bölge halkı, medreselerde okuyan fakilere imkân sağlayarak onların ilim okumalarını sağlamıştır. İmkânı olan aileler, kendileri aç kalsalar dahi birer fakinin “tayin”ini yani sabah ve akşam yemeğini üstlenerek medrese fakilerine sahip çıkmışlardır. Gurbetten sadece ilim elde etmek için medreselere gelen bu fakilerin yemek dışında elbise temizliği gibi ihtiyaçlarını Kürt halkı büyük bir özveri ile karşılamıştır. Fakiler medrese ilimlerini bitirip icazet alana kadar bu yardımlaşma ve dayanışma örneği devam edegelmiştir.
Medreselerin içinde bulunduğu zor şartları gösteren bir anımı burada sizlerle paylaşmak istiyorum: “1985-1986 yıllarında Savur’un Yazır köyünde Seyda Molla Salih Turgut’un medresesinde fakilik yapıyordum. Büyük fakilerle yaptığımız istişare sonucunda köydeki evlere tayin için gitmemek üzere karar aldık. Bunun sebebi, medresedeki fakilerimizin köy hanelerine gidip yemek talebinde bulunurken utanmasının yanı sıra aslında fakilerin ilim dışında başka bir şeyle uğraşmasını önlemekti. Bu karar sonucunda kendi yemeğimizi pişirmeye başladık. Fakat maddi imkânsızlıklardan dolayı dört ay boyunca sabahları mercimek çorbasından başka bir şey yemiyorduk. Akşam yemeğinde ise bir hafta boyunca sadece bulgur pilavı ile karnımızı doyurduğumuzu hatırlıyorum. Maalesef tayine gitmediğimiz için halkın bizden haberi olmuyordu. Nihayetinde seydamıza durumu izah edince seydamız halktan yardım talebinde bulundu ve durumumuz bir nebze de olsa iyileşti.”
Tüm bu imkânsızlıklara ve zorlu şartlara rağmen medrese eğitim sistemi hız kesmeden devam etmiştir. Medrese geleneğinin halkımız arasında devam etmesi Allah’ın (c.c) bu halk için sunmuş olduğu bir ikramdır. Medrese sadece bir mekândan ibaret değil, Kürt toplumunun din, akide, kültür, dil ve tarihini koruyan bir kalkandır. Nitekim Cumhuriyet kurulduktan sonra uzun yıllar boyunca bölgemizde okullar inşa edilmemiş, öğretmen gönderilmemiş ve bölge halkı eğitim imkânlarından mahrum bırakılmıştır. Medreseler sayesinde toplumumuz, ilim, irfan, Kur’ân ve Sünnet eğitimini alarak bağrında nice âlim şahsiyetler ile medrese geleneğini devam ettirebilecek müderrisler yetiştirmiştir.
Günümüzde medreseler, verdikleri İslâmî eğitimin yanı sıra birçok oryantalistin, tekfircinin, hurafeci ve mealcinin, basın yayın organları aracılığıyla yaydıkları fesat, hadis inkârı, sahabe düşmanlığı ve bozuk akidenin önüne geçip engelleme rolünü üstlenmektedir. Zira medreselerde verilen eğitim ile Kur’ân ve Sünnet ekseninde Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat çizgisi sürdürülmektedir.
Medrese eğitimi alan ve akademik çalışmalara imza atan nice ilim ehli, sahih İslâm düşüncesi ile Ehl-i Sünnet akidesini yaymakta, Batınî-Şii fikirleri ve sahabe düşmanlığını yayan ve savunan bozguncuların önüne set koymaktadırlar. Bundan dolayı sorumluluk sahibi tüm Müslümanlara çağrımız şudur: Bu derecede büyük bir önem arz eden medreselerimiz ile medrese geleneğimizi sürdüren seydalarımıza sahip çıkarak bu geleneği hep birlikte devam ettirmek temel hedefimiz olmalıdır. Bu hedef doğrultusunda çalışmak bizden başarı ise Rabbimizdendir.