Nasreddin Hoca’ya nispet edilen olumlu olumsuz birçok fıkra dolaşımdadır. Hoca merhum, belki de bunların birçoğundan habersizdir, bu ayrı bir konu. Ancak biz de konumuza, ona nispet edilen bir fıkrayla başlayalım. “Hoca yolda bir leylek bulmuş. Almış onu evine götürmüş. Daha önce hiç leylek görmemiş olduğundan uzun gagası ve bacaklarını çok yadırgamış. Tutup bir güzel kesivermiş onları. Sonra da yüksekçe bir yere koymuş. Karşısına geçmiş ve yaptığı işten memnun bir şekilde seslenmiş: “Bak, işte şimdi kuşa benzedin!”
“Ilımlı İslam” projesi de tam manasıyla İslam’ı özünden koparıp kuşa benzetme girişimidir. Zaman zaman değişik İslam karşıtı çevrelerden duyduğumuz; “Anadolu İslam’ı” “Türk İslam’ı” “Arap İslam’ı” “Acem İslam’ı” vb. ifadeler de aynı projeyi çağrıştırmaktadır. Son yıllarda Avrupa’da kimi devletler de aynı kervana katıldılar. Onlar da “Alman İslam’ı” “Fransa İslam’ı” “Hollanda İslam’ı” demeye başladılar. Ama bu zavallılar bilmiyorlar ki İslam; Hz. Âdem’den (a.s.) beri tüm peygamberlere Allah’ın (c.c.) gönderdiği yegâne dindir ve birdir. Kıyamete kadar da baki kalıp asla bir değişikliğe uğratılamayacaktır. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Allah katında din (tektir ve) İslam’dır…” (Âli İmran 3/19) “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmran, 85)
Tevrat ve İncil’in ne hâle getirildiği malum. Bugün ehl-i kitabın elinde bulunan ve semavi kitap diye lanse edilen “Ahd-ı Atik/Eski Ahit” yani Tevrat ve “Ahd-ı Cedid/Yeni Ahit” yani İncil’in, ilahi olmakla bir alakası kalmamıştır. Bu tahrifat sayesinde ehl-i kitap denilen büyük kalabalıklar İslam’dan uzak tutulmuştur. İş bununla da kalmayıp onlar, İslam’a ve Müslümanlara düşman yapılmışlardır. Tarih boyu ehl-i kitabın Müslümanlara olan kin, düşmanlık ve savaşları da bu sebepledir.
İslam âleminde yaşanmakta olan işgal, sömürü, katliam ve talanın binde biri batı ülkelerinde yaşansaydı, ehl-i kitap yine üç maymunu oynar mıydı? İşte ikinci haftasına girmiş olan Ukrayna savaşının daha ilk gününden başlayarak kıyametler koparıyorlar. Tüm Avrupa başkentleri ve büyük şehirlerinde binler, on binler, yüz binler meydanlarda gösteriler yapıyorlar. Peki, Ukraynalılar can da mazlum Müslümanlar can değil mi?
İşte küresel güçler çok iyi biliyorlar ki, İslam bu şekilde orijinal haliyle kaldıkça, onların zulmüne sessiz kalmayacaktır. Er veya geç zalimlere dur diyecek ve onlardan hesap soracaktır. Sadece fiziki zulüm de değil, onların yeryüzünü ifsat etmek için çevirmekte oldukları tüm fitne ve planlara dur diyecektir. Çünkü İslam, zulme karşı sessiz kalmayı, dilsiz şeytan olmakla eş değer görür. İşte bazı naslar:
“Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hud, 113)
“Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75)
“Cihâdın en fazîletlisi, zâlim sultânın karşısında hakkı ve adâleti söylemektir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Tirmizî, Fiten, 13)
“Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehy eder, zalimin elini tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah Teâlâ kalplerinizi o zalimlerin kalbi gibi yapar.” (Ebû Dâvûd, Melahim, 4336)
Peki, küresel çeteler, önceki semavi kitapların tahrif edilmesi gibi, Kur’an’ı tahrif etmeyi başarabilecekler mi? Elbette hayır. Çünkü önceki kitaplar belli milletlere ve belli zamanlar için gönderilmişti. Ama Kur’an-ı Kerim, kıyamete kadar geçerli olmak üzere ve tüm insanlığa gönderilmiştir. Dolayısıyla o, ilahi garantide olup asla tahrif edilemeyecektir: “Hiç şüphe yok ki o Zikri / Kur’ân’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 9)
Bu ihanet şebekesinin “Paralel Devlet” planı deşifre olup çökertildi. Ama işin bir de “Paralel Din” yönü var ki, bu plan diğerinden bin kat daha tehlikelidir. Çünkü “paralel devlet” tek tek hükümet veya devletlerle ilgiliydi. Ama “paralel din” tüm İslam ümmeti ve İslam coğrafyasını ilgilendirmektedir. “Paralel devlet” projeleri, bizde ve bazı ülkelerde çöktü. Diğer birçok devletler de onlara karşı gardını aldılar. Ancak planın daha sinsi ve tehlikeli olanı, hâlâ yürütülmeye devam etmektedir. Başta Sisi ve BAE emiri olmak üzere, körfez emirleri bu işe çoktan teşnedirler.
İşin daha acı tarafı, bu ihanet çetesinin onca ihanetleri deşifre olmasına rağmen, hâlâ nice zavallıların, ısrarla yanlışta inat etmeleridir. Kur’ân’ın ifade ettiği; gözlerin kör, kulakların sağır ve kalplerin anlamaz olması, tam da budur. Şimdi önemine binaen bu konuyu biraz açalım.
Kör Göze Güneş Ne Yapsın?
28 Şubat yıllarıydı… TEM elemanları ve JİTEM’den olduğunu söyleyen kimi sivillerin, evimiz, vakfımız, kursumuz, medresemizi göz hapsine aldıkları zamanlar… Kimi zaman da bizi ve talebelerimizi sorguladıkları, aba altından-üstünden sopa gösterdikleri vakitler…
Bir gün talebelerle yaptığımız siyer dersimizde, Mekke döneminden sahneler geçiyordu. Özellikle ilk yıllarda iman edip davada sadakat gösteren, fedakârlıkta bulunan Sahabeye (r.a.) imrenerek şöyle içerlemiştim: “Ne günlere kaldık Allah’ım! (c.c.) Resûlullah’ın (s.a.s.) döneminde olsaydık, onun gül cemalini görseydik, onunla hemhal olsaydık, onun bastığı topraklara yüz süreydik de bu çirkef asra kalmasaydık… İtlerin salındığı, taşların bağlandığı asır… (Haşa, şikâyet değil sadece bir temenni ve hasret izharı…) On yedi yaşlarındaki bir talebem hiç unutamayacağım bir cevap verdi: “Seyda Ebu Cehil ve Ebu Leheb de Resûlullah’ı (s.a.s.) gördüler ama iman etmediler…”
Aman yarabbi nasıl yerinde bir cevap… Resûlullah’ın (s.a.s.) asrında yaşayıp, onu bizzat görüp, ona komşu, akraba olup iman etmemek nasıl bir körlük… Böylesi eski yeni nice vakalar, bu körlüğe apaçık delil değil mi? Kur’an’ın bu konudaki uyarıları, bunları yaşadıkça çok daha iyi anlaşılıyor: “Şanıma and olsun ki, cin ve insanlardan birçoğunu Cehennem için yarattık; kalpleri vardır onunla (hakkı) anlamazlar, gözleri vardır onunla (hakikati) görmezler, kulakları vardır, onunla (doğruyu) işitmezler. İşte bunlar (bu şuursuzlar) hayvanlar gibidir, belki daha da sapık ve şaşkındırlar, işte gafiller ancak bunlardır!” (Araf, 179)
Elbette bu ayet sadece kâfir ve müşrikler için değildir. Apaçık gerçekler karşısında üç maymun kesilen her gafil için de geçerlidir. Bu gafil pekâlâ Müslüman olup, abid, zahid hatta âlim görünümlü de olabilir. Allah (c.c.) gerçekleri görmeye, anlamaya, işitmeye hidayet etmediği zaman, olmuyor. İş bu gafil, adı Müslüman da olsa bu duruşuyla farkında olarak veya olmayarak kâfirlerin, müşriklerin ekmeğine yağ sürmüş oluyor.
Daha önce “fanatizm kör ve sağır eder” başlığındaki yazılarım ve daha başka yazılarımda bu konuya detaylı girmiş, üç kısım fanatik gruptan bahsetmiştim: Haşhaşiler, Harici Vahhabiler ve cahil sofiler. Aslında bu konuda pek yazmak da istemiyordum. “Kellim kellim la yenfa’” vaziyetleri… Dolayısıyla uzatmaya gerek yok. Ancak geçmişte kardeşimden daha çok sevdiğim şimdinin bazı fanatik Haşhaşileri beni yine bu konuya çektiler.
Ayet hadis okuyorum olmuyor. “Dinler arası diyalog” adı altında yapılanlardan örnekler aktarıyorum olmuyor. Pensilvanya imamının kitaplarından, röportajlarından, beyanatlarından örnekler sunuyorum olmuyor. Bu da yetmezmiş gibi Haşhaşi medyasından görsel ve yazılı deliller sunuyorum yine kabul etmiyorlar. İster istemez aklıma yukardaki Araf suresi 179. ayetin sırrı geliyor.
Öyle ki bazılarına Pensilvanyalı’nın papaya mektubunu sordum. Kimi “görmedim”, kimi “okumadım” dedi, geçiştirdiler. Kanaatimce yalan söylüyorlardı. Onlara mektubun sadece ilk iki paragrafını göstererek, buradaki ifadelerin İslam’a ve ümmete ihanet için yeterli delil olduğunu söyledim. Hatırlayalım, şöyle diyordu:
“Pek Muhterem Papa Cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.”
Dediler ki, “Sosyal medyada gerçeklere nasıl takla attırıldığını biliyorsunuz hocam! Gülen bunları konuşurken siz orda mıydınız? Günah değil mi, gıybet değil mi?” falan filan… “Yahu bu mektup bizzat gülen medyası tarafından büyük bir ihtişamla reklam edildi” dedim. Günlerce Türkiye’nin her renkten TV kanalları, gazeteleri yazdılar. Fetö’nün nice ağır topları bu mektupla reklamlarını yapıp kendilerini ağırdan sattılar, nasıl böyle güpegündüz inkâr edersiniz? Ama nafile… Köre güneş ne yapsın!?
Onlara acıdım ama bir yandan da kendi fanatik sofilik yıllarımı düşündüm. Bile bile inadına gerçekleri kabul etmeme tutumunu o zamanlardan hatırlıyor, kahroluyorum. Hidayet ne paha biçilmez servet… Gerçekleri görmek, duymak, anlamak ne büyük saadet… Bir de bu gerçekler uğruna mücadele etmek daha da güzel.
Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke…