Bilindiği üzere siyer kitapları genelde bi’set öncesinin anlatımıyla başlarlar. Resulullah (s.a.s.) gelmeden önce insanlık ne haldeydi, ne kadar derin bir cahiliye vardı. Nasıl bir vahşet hali yaşanıyordu. Kısaca insanların, çok az istisnalar dışında eşkıya durumunda oluşlarını özellikle belirtirler. İnsanlığın zifiri bir karanlıktan, nasıl bir aydınlığa kavuştuklarının anlaşılması için bu kıyaslama çok önemlidir. Evet, Resulullah’tan (s.a.s.) önceki dönemde insanlık adeta insan olmaktan çıkmıştı…
Derken karanlığın en zifirileştiği anda Resulullah (s.a.s.) peygamber olarak görevlendirildi. Vahyin öğretilerini insanlığa iletip öğretmeye başladı. Yani insanlığı, insanı yaratan Rablerinin talimatlarıyla eğitip terbiye etmeye başladı. Yani insanlığı yeniden inşa etmeye başlayarak kısa bir zamanda eşkıya bir toplumu evliya bir topluma, bir şekavet asrını da saadet aşırına dönüştürdü.
İslam’ın bu mucizesini dost düşman herkes itiraf etmektedir. Yerli yabancı birçok ilim adamı şu gerçeğin altını çizerek ifade ederler. “Şayet Rasulullah (s.a.s.)’ın başka hiçbir mucizesi olmasaydı, sadece kısa zamanda bir cahiliye toplumunu saadete, eşkıya bir milleti evliyaya dönüştürmesi, mucize olarak yeterli idi.”
Evet, sadece Rasulullah (s.a.s.) döneminde değil, insanlık tarihi boyunca da insanlığın fıtrat üzere inşası hep vahyin öğretileriyle olmuştur. Bu da gayet doğaldır. Çünkü İslam, tüm kâinatın ve dolayısıyla insanın da yaratıcısı olan Allah (cc)’ın insanlığa gönderdiği yegâne dindir.
Şu halde rotasını şaşırmış olan genelde tüm insanlığın, özelde de İslam ümmetinin insanca inşası da yine vahyin/İslam’ın öğretileriyle mümkündür. Nitekim insanlığın ve İslam ümmetinin bu acınacak hali, İslam’ı neredeyse tamamen hayatlarından tecrit etmeleri sebebiyledir. Tabi bu Müslümanlar için geçerli. Gayrimüslimler ise İslam’a olan düşmanlıklarını kat kat artırmışlardır. Özellikle ümmetin uğradığı dağınıklık sebebiyle yaşadığı zayıflama, düşmanın düşmanlıkta elini epey güçlendirmiştir.
Hasan en Nedvi’nin “İslam’ın gerilemesiyle dünya neler kaybetti” adıyla yazdığı çok önemli bir eser var. Eserin sadece adı bile çok şey anlatıyor. Evet, Müslümanların dağınıklığı, birbirlerine düşürülmeleri ve sonuçta zaafa uğramalarıyla tarih sahnesinde etkilerini kaybettiler. Sonra işgaller, katliamlar, sömürü ve talanlar…
14 asır önce adeta insanlıktan çıkmışçasına cahiliye karalığına mahkûm olan insanlık nasıl İslam ile yeniden kurtulmuşsa, bu asrın insanlığının kurtuluşu da yine İslam’la mümkün… Batının yıllardır medeniyet diye lanse edilmeye çalışılan çağdaş cahiliyesinin aslında eski cahiliyeden farkı yok. “dışı başkasını, içi kendilerini yakar” misali batı dünyası aslında acınacak haldedir. Çünkü insanı insan yapan değerlerden her gün biraz daha uzaklaşmaktadır. Batının dışı sun’i ve sanal ışıklarla ne kadar parlak ise içi bir o kadar karanlık, kapkaranlık hatta zifiri karanlıktır.
Tabi öncelikle İslam’ın temsilciliğini yapmaya namzet davetçi Müslümanların önce vahyin öğretileriyle dirilmeleri, sonra ümmeti aynı enerjiyle diriltmeleri, daha sonra insanlığın elinden tutmaları gerekmektedir. Çünkü İslam’ın ve dolayısıyla her bilinçli Müslümanın hedefinde, aşama aşama şu hedefleri gerçekleştirmek vardır. Bilindiği üzere Şehit İmam Hasan el-Benna (rh.a) davanın on rüknünden dördüncüsü olan “Amel” rüknünde bu hedefleri sarahaten ifade eder.
1. Kamil manada Müslüman ferdi oluşturmak.
2. Kamil manada Müslüman aile,
3. Kamil manada Müslüman bir toplum,
4. Vahyin öğretileriyle ve İslam’ın ilkeleri ışığında hükümeti islah etmek.
5. İslam’ı özümseyip uygulayan Müslüman hükümetler oluşturmak.
6. Tüm ümmeti İslam’ın adaleti, huzur ve güveniyle kuşatan İslam hilafeti…
7. Nihai hedefte ise İslam’ın sulh ve selametine teslim olmuş Müslüman dünya.
İnşa İçin Üç Yönlü Olgunluk
Malumdur ki toplum ailelerden, aile de fertlerden oluşur. Şu halde işin temelinde kâmil mandada Müslüman ferdin yetiştirilmesi var… Şu halde kâmil manada Müslüman ferdi nasıl oluştururuz, onun üzerinde ciddi olarak durmamız gerekmektedir. Çünkü Müslüman fert oluşmadan diğer aşamaların gerçekleşmesi mümkün değildir.
İnsanı insan yapan üç ana unsur var. ‘ruh’, ‘akıl’, ‘beden’… İşte kâmil manada Müslüman ferdin oluşması, bu üç unsuruyla gelişip olgunlaşması sayesinde mümkündür. Nasıl ki başı gelişip gövdesi cılız kalan veya gövdesi gelişip büyüyen ama başı ve bacakları çocukluk çağındaki gibi zayıf kalan bir insan sağlıklı normal bir insan değildir. Aynen öyle de bu üç unsuru paralel gelişmeyen bir davetçi de sağlıklı kâmil bir Müslüman değildir. Dolayısıyla İslam binasında sağlam bir tuğla olmak isteyen her davetçi Müslümanın bu üç yönüyle de kendisini geliştirmesi şarttır.
1. Ruhi olgunluk
Ruhi olgunluğu en başa almalıyız. Her ne kadar ruh görünmeyen bir varlık olsa da insanı asıl insan yapan unsur ruhtur. Şu an ümmet olarak acınacak halde oluşumuzun asıl sebebi de ruh bünyelerimizdeki zayıflıktır. Ne var ki nice insanlar, fiziki yapıları göz kamaştıracak halde olmalarına rağmen ruhen meyyit konumundadır. Süslü cenaze misali… Hâlbuki bir cenazeyi ne kadar süsleseniz de sonuçta cenazedir.
Bilindiği üzere ruhi olgunluk, nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesiyle olur. Bunun içinde ruhun ihtiyacı olan manevi gıdaların tam olarak alınması gerekir. Nasıl ki beden için maddi gıdalara ihtiyaç varsa, ruhun kemali için de manevi gıdalara ihtiyaç vardır. Bu da iman, takva ve salih amellerle olur. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 7-10)
Şu halde kıldığımız namazlar, kıyam, rükû ve secdelerimizi bundan böyle daha bilinçli yapmalıyız. Büyüklerimizden miras aldığımız bir adet değil, ruhumuza enerji veren bir ibadet olarak bilip ifa etmeliyiz. Hakeza okuduğumuz Kur’an, Me’surat, yaptığımız zikir, dua ve niyazlarımızı da yine hayati bir ihtiyaç olarak bilip yerine getirmeliyiz. Cami, cemaat, hayır hasenat, ders ve sohbet kısaca her salih amelimiz ruhumuzun gıdasıdır.
Dolayısıyla her ibadetimizin bizim için hayati önem taşıdığını, ruhumuza gıda olduğunu bilerek yapmalıyız. Öyle ki ruh bünyemiz bu manevi gıdalarla var olabilir, bu hayırlı amellerle gelişebilir. Güçlenip ayakta durabilir, olası manevi tehlikelere karşı kendini savunabilir. Hele şeytanların saldırıları tamamen bu manevi güçle savuşturulabilir. Kısaca ruhi olgunluk, hayati önem arz ettiği gibi ruhi olgunluğu boş vermek ise hayati tehlikedir. Şöyle de diyebiliriz. Müslümanın olgunluğu ruhunun olgunluğu oranıncadır.
2. Fikri/akli olgunluk
Kamil manada Müslüman ferdi oluşturmak için olgunlaşması gereken ikinci unsur, fikri ya da akli olgunluktur. Aklın gıdası ise ilim, bilimdir. Görsel, işitsel veya yaşanmış tecrübeler gibi her vesileyle elde edilen bilgi bu kabildendir. Okumak, ezberlemek, dinlemek, seyretmek, ders almak, ders vermek kısaca bilgiye ulaştıran her vesile… Kitap, dergi, gazete, bilgisayar, internet, TV, okul, cami, medrese, kısacası her vasıta…
Madem hedef kâmil manada Müslüman ferttir, o halde birinci öncelik Kur’an ve Sünnet kaynaklı İslami ilimlerde bize yetecek kadar ilme sahip olmaktır. Akait ve kelam veya başka bir deyimle usul-üd din, fıkıh ve usulü, hadis ve usulü, Kur’an ilimleri, gramer, siyer ve İslam tarihi, davet fıkhı vs. İslam ilimleri…
Bilindiği üzere her meslek erbabı, mesleğini belli alet edevatla icra eder. Doktor denince akla stetoskop gelir. Marangoz, mesleğini testere, keser vb. aletlerle icra eder. Kasap bıçaksız satırsız olmaz. Demirci için de örs ve çekiç… İşte davetçinin de olmasa olmaz sermayesi Kur’an ve Sünnettir. Tabi ki Kur’an ve Sünnet kaynaklı tüm İslam ilimleri de davette davetçiye çok yardımcı olmaktır.
Yine fikri olgunluğun tam olabilmesi için, İslami ilimlerin yanında genel kültür, siyasal ilimler, ulusal ve küresel medya ve basını takip etmek gerekir. Dostumuzu düşmanımızı, dünümüzü ve bugünümüzü iyi bilmek, uzak ve yakın İslam tarihi ve genel tarihi ihtiyaç kadar bilmek de önemlidir.
Kimi zaman İslam’a yapılan fikri saldırılara karşı mukavemet edebilmek için İslam’a karşı olan fikir ve izm’leri de ihtiyaç kadar bilmek ayrıca gerekir. Şer ve kötülüğü bildiğimiz zaman hem ondan korunmak, hem neslimizi ve başkalarını korumak daha sağlıklı ve kolay olur.
Şu halde kâmil manada Müslüman ferdin oluşmasında, ruhi olgunluktan sonra, fikri olgunluk gelir. Her ikisi de ayrı ayrı hayati önemde ihtiyaçtır. Dolayısıyla taat, ibadet ve her tür salih amellerle ruhumuzu beslerken, kafa ve zihnimizi de ilim ve bilimle beslemeye devam etmeliyiz.
3. Fiziki/bedeni olgunluk
Kamil manada Müslüman ferdin oluşumunda fiziki olgunluğun da kesinlik önemi vardır. Hasta ve cılız insan yük taşımak bir yana kendisi yük olacaktır. Dolayısıyla İslam binasında sağlam bir tuğla olmayı hedefleyen Müslümanın fiziki olarak olgunlaşması gerekir. Bunun için üç ödevden bahsedebiliriz. Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Kuvvetli mü’min, zayıf / güçsüz mü’minden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.”(Müslim, Kader, 34) Nebevi ikaz: “Böyle yapma. Oruç tut, fakat iftarını da yap. Gece ibadet et ama uykunu da al. Çünkü vücudunun sende hakkı var, gözünün sende hakkı var…” (Buhari, Savm, 54)
a) Sağlıklı beslenme ve hastalıklardan korunma… Bilindiği üzere her hastalık insanın fiziki bünyesi üzerinde az çok kalıcı izler bırakır. Dolayısıyla herhangi bir hastalık durumunda tedavi önemlidir. Ancak hasta olmadan, hastalığa karşı tedbir almak, daha önemli ve önceliklidir. Hastalıktan korunmada da sağlıklı beslenmenin önemi büyüktür. Şu an dünyada tokluktan ölenlerin sayısı, açlıktan ölenlerin çok üstündedir. Yani obezite/şişmanlık hastalığı… Şişmanlık tek başına onlarca hastalığın ana sebeplerindendir. “atın ölümü arpadan olsun” vb. sözler büyük tuzaklardır. Bu vb. tuzaklara karşı uyanık olalım. Nebevi ikaz: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhari, Rikak, 1)
b) Başta sigaradan ve sigara ortamlarından uzak durmak… Bir o kadar helal, temiz, düzenli ve steril bir hayat… Sağlıksız çevre ve kirli havadan da sakınmak… Sun’i gıdalar, jelatin içerikli abur cuburlar, alkol ve asit içeren her tür içecek ve yiyeceklerden de korunmak. Diyebilirsiniz ki günümüz şartlarında bu çok zor. Evet, zor ama imkânsız da değildir. Önemli olan da zoru başarmaktır. Kaldı ki zararın neresinden dönülürse, ne kadarından sakınılırsa iyidir. Bazılarının dediği gibi, madem tamamen sade ve organik yaşamak mümkün değil, o halde “nerde inceyse orda kopsun” diyerek kendimizi koy veremeyiz. Tüm bu tehlikeli gıda ve etkenlerin hangisinden ne kadar korunabilirsek korunacağız. Neslimizi, çevremizi hatta insanlığı da imkân ölçüsünde uyaracağız. Resulullah(s.a.s.) şöyle buyurur: “Her yedi günde bir yıkanmak, Yüce Allah’ın Müslüman üzerindeki hakkıdır.” (Müslim, Cum’a, 9)
c) Zinde ve sağlıklı olmak için spor… Üzülerek görüyoruz ki haddi zatında insanlığın sağlık ve sıhhati için çok önemli olduğu kadar, Resulullah (s.a.s.) tarafından uygulanıp tavsiye edilen, yeni ibadet olan nice spor dalları, uluslararası devasa kumarlara dönüşmüştür. Bu sporları aslına döndürmek ve kitleler tarafından ibadet niyetine uygulanmasını sağlamak, sadece unutulmuş nice sünnetleri ihya değil aynı zamanda kurtarmak olacaktır.
Örneğin yüzme, koşu, güreş, at yarışları, cirit vb. binicilik sporları, ok atma, gülle atma, kılıç sporları, dövüş sanatlarının meşru olanları vb. nice spor dalları… Bunlar şu anda büyük bahisler, kumar sektörünün devasa vesileleri yapıldığı gibi, icra edilişlerinde de meşruiyet ölçüsü gözetilmemektedir. Dolayısıyla bunları haramlara bulaşmadan sağlıklı ve zinde bir toplum inşa etmenin vesileleri olarak değerlendirmek mümkündür. İlk etapta uluslararası çapta değil de; önce yerel, sonra ulusal tarafının kumar olmaktan kurtarılıp spor ve ibadete dönüştürülmesi hedeflenebilir.
Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Dikkat ediniz, kuvvet atmaktır” (Ebu Davud) “İki hedef arasında koşan kimsenin her adımına bir sevap vardır” (Heysemi) “Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona yazı yazmayı, yüzmeyi ve atıcılığı öğretmesidir”(Beyhaki) “Bir kimse ok atmayı öğrenir de sonra terk ederse bizden değildir” (Müslim) “Sizden biriniz oklarıyla oynamaktan (egzersiz yapmaktan) usanmasın”
Şöyle veya böyle çağın insanının sağlıkla imtihanı büyüktür. Hareketsizlik çağımız insanının en büyük belalarındandır. Ulaşım ve iletişim araçları hayatı ne kadar kolaylaştırmışsa, sağlık açısından da o kadar tehlikeli hale getirmiştir. Günümüzde obez bir insan bir defa at, deve, katır sırtında veya yaya yürüyerek Van’dan, Diyarbakır’dan, Ankara’ya, İstanbul’a bir defa yolculuk yapsın şişmanlıktan eser kalmaz. İkinci, üçüncü bir yolculuk onu çelikleştirir adeta… Ama heyhat…
Sanayide, ziraatta, ulaşımda, ticarette, iş hayatımızda, ev hayatımızda, kısaca her alanda hayatımıza giren teknoloji harikası makine ve cihazlara bakınız. Bunlar hayatımıza çok büyük rahatlık ve sürat katmıştır. Ama bir o kadar da bizi hareketsiz, hantal, tembel ve dolayısıyla hastalıklı bir hayata mahkûm etmiştir. Hep diyoruz ya: “Teknoloji dünyayı bir köye dönüştürmüştür. Ama en yakınların bile birbirlerine uzak ve yabancı oldukları bir köy.”
Sonuç olarak hantallık ve tembellikten sakınıp yapabildiğimiz kadar hareketli yaşamak şiarımız olmalıdır. Aksi halde ömür boyu zelil ve illetli bir hayata mahkûm olabiliriz. O zaman bırakın düşmüş olan ümmetin elinden tutup kaldırmayı, düşmüş olan ümmetin sırtında bir kambur da biz oluruz. Selam… Dua…