İnsan, dünyaya karşı hırslı ve meyilli olarak yaratılmıştır. Dünyada geçimliğini sağlaması, hayatını idame ettirebilmesi için bu duygu ve dürtü gereklidir. Ancak bu hırs ve meyil kontrol edilmezse insanı tamah, hırs, israf ve tul-i emele kadar götürebilir. Bunları dengelemek için insanda bulunması gereken özellik, kanaatkârlıktır. Kanaat eden bir insan dünya ve ahiretini dengede tutabilir, dünya ve ahireti için selamet bulabilir. “Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen ve elindeki nimete karşı Allah’ın kanaat sahibi kıldığı kimse, şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”1

Kanaatkârlık, sahip oldukları ile yetinmek, elinde olanlara şükredip, onlara rıza göstermektir. Her insanın sahip olduğu ya da olabileceği madde, imkân ve hasletler eşit değildir. Bunların azlığında insan onları elde etmek için hırslanabilir, kendisine verilen nimetleri yok sayabilir, şükürden uzaklaşabilir, başkalarının sahip olduklarına haset edebilir. Bunların çokluğunda ise dünya sevgisi, hırsı ve tamahkârlığı artabilir, azgınlık edebilir, başkalarının haklarını hiçe sayabilir. Kanaat eden, kanaatkârlığı bilen bir kişi hem Allah’a şükrü bilecek hem dünya sevgisine, hırsına kapılmayacak hem de diğer insanların sahip olduklarına göz dikmeyecek, onlara haset ve düşmanlık etmeyecektir.

Müslüman’ın sahip olduğu ile yetinmesi, elinde olanlara razı olması, kanaat sahibi olduğunun göstergesidir. Müslüman kanaat etmeli ama yan gelip yatmamalı, rızkı, nafakası, geçimliği için çalışmalıdır. Kanaat edeyim derken tembellik yapmak, çalışmaktan uzak durmak doğru bir davranış değildir. İslam dini çalışma ve kazanmaya değer verir. Kur’an-ı Kerim’de “…dünyadan da nasibini unutma” (Kasas, 77) ayeti, dünyanın nimetlerinden istifade etmemiz gerektiğinden bahseder. “(Cuma) namazı kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasip arayın.” (Cuma,10) ayeti, yeryüzünün rızık ve lütuflarını elde edebilmek için çalışmamız gerektiğinden söz eder. Kişi çalışıp gayret ettikten sonra Kadir ve Rezzak olan Allah’ın ikram ettiği rızka kanaat etmelidir.

İnsanın sahip olduğu maddi manevi her şey onun rızkıdır. Allah, kullarına rızkı dilediği ölçüde tahsis etmiştir: “Bilmediler mi ki, Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Zümer, 52) Bu ayette geçen “bilmediler mi” ifadesi, insanın rızık konusunda yanılgıya düştüğünü, gerçekleri, olması gerekenleri gözden kaçırdığını vurgulamaktadır. Rızkın sahibi Allah’tır. Allah ne verirse kulu onu yer, içer, kullanır. İnsan rızkını kendi emeğini ve gücünü kullanarak elde ettiği için rızık vereni unutabilmekte, rızkını kendisinin kazandığını, akıl, beden gücünü kullanarak elde ettiğini zannedebilmektedir. Oysa ne kendin ne gücün ne patronun ne amirin ne de herhangi bir güç ya da makam sana rızık verir. Rızkın gerçek sahibi Allah’tır ve O’nun insana dilediği kadar takdir ettiği rızık ölçüsü vardır. İnsanın çalışıp elde ettiği rızkı Allah’ın ona takdir ettiği miktara göredir. Buna inanmak, Kadir ve Rezzak Allah’ın gerçek rızık veren olduğunu bilmek insanı rahatlatır, huzura kavuşturur; rızkına kanaat etmek ise kişiyi şükre götürerek Rabbine karşı nankörlükten korumuş olur.

Her şeyin tüketim üzerine kurulduğu hatta tüketimin bir çılgınlığa dönüştüğü bu zamanda kanaat sahibi olmak, daha büyük önem arz etmektedir. İhtiyaç dışı yapılan alışverişler, kontrolsüz harcamalar, gelir- gider dengesizliği, aşırıya kaçan ve bilinçsiz yapılan tüketim, insanları maddi anlamda bir hayli zorlamakta, nefsin tamahkârlığına, hırsına su taşımaktadır.

İnsan nefsi doyumsuzdur. “İnsanoğlunun bir vadi dolu altını olsa, bir vadiyi daha ister.”2 Nefsin istekleri, heva ve hevesi hiç bitmez; kontrol edilmezse istekleri sınır tanımaz. Nefsin isteklerine, doyumsuzluğuna dur demek ve onu kontrol altında tutabilmek için rızka kanaat etmek gerekir. Verilen nimetleri kabul etmek, onların kıymetini bilmek kanaatkârlığın ölçüsüdür. Bu ise insanın sınır tanımayan, doyumsuz olan nefsinin tam tersi bir durumdur. Çünkü nefis mal, makam, güzellik ve şöhret ister, bunları elde edip onlarla övünmeyi arzu eder. Bu saydıklarımızın azlığı insanı siteme, çokluğu da israfa götürebilir. Yani insanı şükürden uzaklaştırıp nankörlüğe itebilir. Nankörlük, şeytanı azdıran ve Cennet’ten çıkarılmasına neden olan bir etkendir. Kişinin nimetlere nankörlüğünün bedeli ve sonucu ise şeytanla aynı olmaktadır.

Fakir ya da zengin her Müslüman kanaat sahibi olmalıdır. Sadece fakirler değil zenginler de kanaat etmelidir. Oysa çoğu zaman zenginler bu hasletten uzak kalmaktadır. Fakir elindekilerle yetinmeye çalışırken zengin de elindekilerin sadaka ve zekâtını vererek şükrünü gerçekleştirmelidir.

“Ey Âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, bu senin için zararlıdır. İhtiyacın kadar mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın…”3 hadisinde buyrulduğu gibi insanın ihtiyacını karşılayacak kadar malının olması kâfidir. Verilen her nimetin sorgusu yapılacaktır. Fazla malın hesabı daha ağırdır. Peygamberimiz (s.a.s.) Cabir b. Abdullah’ın evinde ikram edilen taze hurma ve soğuk su için “O gün size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür, 8) ayetini okumuş, az ya da çok her nimetin hesabının olduğunu biz Müslümanlara bir kez daha hatırlatmıştı.

Nimetlerin hesabını vermenin yolu şükürden, şükrün yolu da nimetlere kanaat etmekten geçmektedir: “Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.”4 Her Müslüman kendisine verilen az ya da çok, eksik ya da fazla her nimetin şükrünü yapmalıdır. Yani az ile yetinmek, çoğun kıymetini bilmek, gelirine göre harcama yapmak, lüks, israf ve gösterişten uzak durmak gerekir. Hayatımızı idame etmek için dünyalık geçimliğimizi elde ederken sadece harcama odaklı, tüketim üzerine inşa edilen bir hayatı aramak, buna göre plan ve hedefler yapmak yerine verilen nimetlerin hesabı ve şükrü olduğunu hatırlamak, bu anlamda elimizdeki nimetlere, verilen rızkımıza kanaat etmemiz gerektiğini bilmek gerekir.

Kaynakça:
1) Müslim, Zekât, 125 2) Buhârî, Rikak,10 3) Müslim, Zekât, 97 4) İbni Mâce

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?