Ukrayna İşgali ve Zulmün Payandası Olmak
Rusya’nın Ukrayna işgali küresel emperyalizmin batı kulübü ile doğu kulübü arasında bir kimlik ve kişilik farkı olmadığını, kendi çıkar hesapları için kalabalık kitleleri perişan etme, onları yurtlarından çıkarma, kundaktaki bebekten yatalak hastasına kadar karşısına aldığı toplumun tüm fertlerini katletme konusunda aynı yerde durduklarını bir kez daha gösterdi.
Savaşla ilgili gelişmeler ayrıntılı olarak basın yayın organlarına yansıdığı için bu konuda bilgi vermeye gerek görmüyorum. Ancak burada bilvesile üç noktaya parmak basmayı yararlı görüyorum.

Birincisi, Batı emperyalizminin Rusya işgaline karşı sergilediği tavırda inandırıcılıktan ve samimiyetten uzak olmasıdır. Her şeyden önce ABD ve Avrupa Birliği, Rusya’yı tahrik edici nitelikte yayınlar yaparken Ukrayna’ya büyük destek verecekleri kanaati oluşturmalarına rağmen bunu sahada göstermediler. Ukrayna’nın yararına kendilerini riske sokacak bir adım atmaktan tamamen çekindiler.

İkincisi, Rusya’nın işgaline tepki gösterirken birtakım “insanî” değerleri ve Rusya’nın yaptığı haksızlıkları öne çıkaran Batı’nın kendi sicilinde bunların çok fazlasıyla mevcut olmasıdır. Bugün Ukrayna’nın işgalinden dolayı Rusya’yı çok sert bir şekilde eleştiren ABD ve Avrupa’nın Irak ve Afganistan işgalinin izleri bugün hâlâ ortadan kaldırılmış değildir. Irak ve Afganistan işgalinde sergilenen vahşet, gerçekleştirilen katliamlar, esir edilenlerin götürüldükleri kamplarda maruz kaldığı işkenceler insanlık adına utanç verici sahnelerdir.
Üçüncüsü, Ukrayna’da işgale karşı duran Batı’nın ve bu işgale destek veren Fars kavmiyetçiliğinin sergilediği iki yüzlü tutum her iki tarafın da gerçek yüzünü ve haklılara destek olma konusunda tutumlarının gerçekçi değil politik çıkar hesaplarına dayandığını gün yüzüne çıkarmıştır.

Ukrayna’da Rus işgaline karşı çıkan ve bunu “haksızlık” olarak tanımlayan Batı, Filistin’de 74 yıldır devam eden işgale hep sessiz kalmış hatta işgalciye sahip çıkmış, destek vermiştir. Filistin halkının direnişine destek vermeyi ve İsrail’e karşı durmayı kendi stratejik hesaplarının önemli bir aracı ve malzemesi olarak kullanan İran, Rusya’yla birtakım menfaat ilişkilerinden dolayı onun Ukrayna işgaline destek vermekten çekinmemiştir. Bu onun Filistin konusundaki tutumunun da değerlere ve ilkelere bağlılıktan değil çıkar hesaplarından kaynaklandığını, yarın bir gün hesaplarının değişmesi durumunda tavrının da değişmesinin hiç de ihtimal dışı olmadığını gösterir.

Ukrayna’nın yahudi asıllı cumhurbaşkanı Zelenskiy de, Ukrayna’ya yönelen tehdidi İsrail’e yönelen tehdide benzeterek zalimle mazlumun konumlarını değiştirebilecek kadar yüzsüzce bir tavır sergileyebilmiş, bu yüzden bir “komedi” artisti kendisi bizzat tam anlamıyla “rezalet” denecek derecede komik duruma düşmüştür. Oysa Ukrayna’da ezilen nasıl bu ülkenin halkı ise Filistin’de de ezilen, işgalci siyonistler değil toprakları işgal edilen Filistin halkıdır. Rusya nasıl Ukrayna’da işgalci ise aynı şekilde Filistin topraklarında da işgalci dolayısıyla bizzat tehdidin kendisi İsrail işgal rejimidir.

İran’ın Erbil’e Füze Saldırısı
İran, 13 Mart gecesi 01.00 civarında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) başkenti Erbil’e 12 adet balistik füze attı. İran Devrim Muhafızları Ordusu da bu saldırıyı sahiplendiği açıklamasında İsrail işgal rejiminin, Erbil’deki bazı çalışma merkezlerini hedef aldığı iddiasında bulundu. Yapılan açıklamalara göre bu aynı zamanda İsrail’in 7 Mart tarihinde Şam civarındaki bazı askeri merkezlere yönelik saldırılarına ve iki İran subayını öldürmesine de misilleme niteliği taşıyordu.

İran, İsrail’in son saldırılarına ilaveten, Mossad’ın daha önce İran’ın nükleer fizik uzmanına yönelik suikastını ve Natanz nükleer santraline yönelik sabotajını da gerekçe göstererek doğrudan İsrail’i hedef almak suretiyle misilleme yapabilirdi. Dünyanın Ukrayna ile uğraştığı bir dönemde bu, İran açısından daha kolay olacaktı ve üstelik işgal edilmiş Filistin ve Suriye topraklarındaki İsrail hedeflerinin vurulması durumunda silahların doğrudan askeri merkezlere yöneltilmesi imkanı daha güçlüydü. Ama İran işin kolayını seçerek, Mossad çalışma merkezlerini vurduğu iddiasıyla Erbil’de sivil hedeflerin büyük ölçüde zarar gördüğü saldırılar gerçekleştirdi. Üstelik IKBY bu tür çalışma merkezlerinin olduğu iddiasını reddettiği gibi, Irak resmi olarak İsrail’i tanımadığı için bu ülkenin yasalarına göre siyonist işgal rejimiyle her ne şekilde olursa olsun işbirliği yasak olduğundan, İran’ın gizli merkezler konusunda elde ettiği bilgileri Bağdat yönetimine ileterek onun buraları yok etmesini istemesi imkanı vardı.

İran ne yaparsa yapsın, savunmakta tereddüt etmeyecek kadar onun davulculuğunu yapanlara göre bu saldırı İsrail’e çok müthiş bir ders vermişti. Onlara ne diyebiliriz ki? Ölmüş insanların mezarlarını ve türbelerini koruma gerekçesiyle yüzlerce insanı öldürebilen İran’ın Suriye’de sergilediği vahşete ve gerçekleştirdiği katliamlara arka çıkan, bu zulmü desteklemekte tereddüt etmeyen zihniyet bugün Mossad’ın çalışma merkezlerini vurduğu iddiasıyla Erbil’e balistik füze yağdıran İran’a arka çıkmakta tereddüt mü edecek?

Filistinli Esirlerin “Açlık Grevi” Eylemi
İşgal zindanlarındaki Filistinli esirler zaten çok kötü şartlarda tutulmakta ve kendilerine çeşitli şekillerde haksızlık edilmektedir. Ancak 6 Eylül 2021’de İslami Cihad Hareketi’ne mensup 6 esirin, 1948 Bölgesi’ndeki Gilboa Hapishanesi’nden, “Özgürlük Tüneli” adı verilen bir tünel kazarak firar etmesinden sonra işgal rejiminin esirlere yönelik baskıları daha da arttı. Esirlerin daha önce muhtelif direnişlerle kazandıkları hakları da geri alındı.

Esirler kazanmış oldukları haklarının geri verilmesi ve baskı uygulamalarının son bulması için muhtelif eylemlere başvurdular. Ancak işgal rejimi onların taleplerini yerine getirme konusunda ciddi anlamda bir şey yapmadı. Bunun üzerine işgal zindanlarındaki tüm esirleri temsil eden bir ortak organizasyon oluşturarak 25 Mart’tan itibaren, tüm direniş hareketlerinin destek verdiği bir açlık grevi eylemi başlatma kararı aldılar.

Not: İşgal zindanlarındaki Filistinli esirlerin durumu, maruz kaldıkları muameleler, idari tutuklama uygulaması ve işgal zulmüne karşı verdikleri mücadeleler hakkında aylık Ribat dergisinin Nisan 2022 sayısı için yazdığımız “Filistin’de Esir Direnişi” başlıklı dosyamızda ayrıntılı bilgi vermeye çalıştık. Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi edinmek ve esir direnişini gündeme taşımak isteyenlere bu dosyamızdaki bilgilerden yararlanmalarını öneriyoruz.

Hindistan’da Zulme Yargı Desteği
Hindistan’da Müslümanlara karşı ayrımcı ve ırkçı politikalara başvuran zulüm rejimi şimdi de Müslüman hanımların başörtüsünü hedefe yerleştirdi. Onların tesettürlü olarak okumalarını engellemeye çalışıyor.

Aslında çok farklı dini unsurların bir arada yaşadığı Hindistan’da inanç temelli kıyafet yasağının uygulanmasının mümkün olmamasına rağmen bu ülkedeki zulüm yönetimi özellikle Müslümanlara yönelik ayrımcı politika uygulayabiliyor.

Son dönemde bu ülkenin Karnataka eyaletinin Yüksek Mahkemesi, Müslüman hanımlara başörtüsü yasağı uygulanmasının “yasal” olduğuna hükmederek kendince zulme “yargı” desteği sağladı. Mahkemenin bu kararı bölgedeki Müslüman topluluğun ciddi tepkisine neden oldu ve Müslüman halk tepkisini çeşitli eylemlerle, boykotlarla ortaya koymaya çalıştı.

Not: Çağdaş zulüm güçlerinin bilhassa Müslüman kadının tesettürünü hedef alan ayrımcı politikaları, bu yüzden Müslümanın inanç özgürlüğünün kısıtlanması, çağdaş emperyalizmin bu konudaki iki yüzlülüğü ve Hindistan’daki Müslüman kadınlara yönelik tesettür yasağı zulmü hakkında, Vuslat dergisinin Nisan 2022 sayısı için yazdığımız “Müslüman kadının tesettür mücadelesi ve Hint zulmü” başlıklı dosyamızda ayrıntılı bilgi vermeye çalıştık.

Herzog’a Yapılan Nasihatler Siyonisti İnsafa Getiremedi
Filistin topraklarının işgal edilmesi suretiyle kurulmuş olan “İsrail” ismindeki gayri meşru devletin cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog, geniş çaplı tepkilere ve itirazlara rağmen sonunda Türkiye’yi ziyaret etti ve büyük bir ilgiyle karşılandı.

Onun ziyaret planını “mazur” göstermeye çalışanlar, “Bakın işte bu vesileyle, adama İsrail’in zulümlerini ve haksızlıklarını yüzüne karşı söyleme fırsatı elde edilmiş oldu.” yorumları yaptılar. Oysa bu tür hikayeleri biz daha önce de dinlemiştik. İsrail’in eski Dış İşleri Bakanı David Levy’nin Türkiye’ye davet edilmesi ve hatta kendisine ballı çay içirilmesi olayında da benzer şeyler söylendiğini belki hatırlayanlar olacaktır. Arap dünyasındaki hakim sistemler de işgal rejimiyle ilişkilerini normalleştirirken bunun Filistin halkına olumlu yansımalarının olacağını iddia ettiler.

Oysa siz ister Levy’yi ister Herzog’u bu ülkeye çağırıp, kendisine bol bol nasihat edin o gene bildiğini okuyacaktır. Hatta onları azarlasanız ve yüzlerine tükürseniz bile değişen bir şey olmayacaktır.

Nitekim Herzog’un Mart ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaretten siyonist işgal rejiminin Filistinlilere yönelik zulümleri ve şiddet uygulamaları daha da arttı. Ev baskınları, Mescidi Aksa’ya yönelik tehditler, esirlere yönelik baskılar ve aklınıza gelebilecek tüm zulüm uygulamaları trendini biraz daha yükseltti. O sizin nasihatınızı değil, elini tutmanızı önemsiyor. Çünkü onun elini tuttuğunuzda bileğinin daha da güçlendiğini ve kendisinin işgalini meşrulaştırma konusunda yeni bir destek kazandığını düşünüyor.

Bu arada, dün Levy’ye ballı çay içirilmesini aynı gerekçelerle savunanların bugün Herzog’un ziyaretine karşı dururken sergiledikleri tavırları ise hiç de samimi ve gerçekçi bulmadığımı çok açık bir dille ifade etmek istiyorum.

Herzog Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret ettiğinde, işgalciyle ilişkileri normalleştirmeye karşı tavır sergileyip de, Türkiye’yi ziyaret ettiğinde, “Bakın adamın kötülüklerini yüzüne karşı söyleme fırsatını yakalamış olduk” gerekçesinin arkasına sığınmak ise çifte standartçılığın biraz yerlileştirilmiş ve millileştirilmiş şekli olsa gerek.

Paralel Hükümetin Tobruk Meclisi’nden Güvenoyu Alması
Libya’da, fitne örgütünün lideri Halife Hafter’in güdümündeki Tobruk Temsilciler Meclisi’nin Fethi Başağa’ya kurdurduğu hükümetin 1 Mart tarihinde söz konusu meclisten güvenoyu aldığı iddia edildi. Aslında Meclis’in Trablus’taki yönetime yakın duran üyeleri oylamayı boykot etti. Bu arada birçok kişinin “koronavirüs” sebebiyle telefonla bağlanarak onay verdiği iddia edildi ki bu uygulama çeşitli şüpheleri içinde barındırmaktadır.
Sonuç itibariyle, fitne örgütünün oyunuyla böyle yeniden iki başlılığa geçilmesi Libya’nın başına dert açmış ve maalesef Fethi Başağa da birtakım siyasi hesaplarla bu oyuna alet olmuştur.

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?