Hiç kimse haksızlığa uğramak istemez. Herhangi bir haksızlığa uğrayan kimse bu haksızlığın bir an önce bertaraf edilmesini ister. İnsanların (ister kafir ister Müslüman), hayvanların ve diğer bütün canlıların en önemli istek ve ihtiyaçlarından birisi adalettir. Zulmün ve haksızlığın ortadan kaldırılması ve adaletin tesis edilmesi için verilen mücadele, insanlık tarihi kadar eskidir. Adaletin tesisi ve haksızlıkların ortadan kaldırılması için insanlar çeşitli yollar denemişler ve çeşitli mücadeleler sergilemişlerdir. Dine dayalı sistemler daha çok manevi yollarla, vaaz, nasihat ve irşad yollarıyla adalet sağlamaya çalışmışlar; beşeri sistemler ise daha çok kaba kuvvete başvurmuşlardır.
İkinci gurup zaten kesinlikle adaleti sağlamada başarılı olamaz. Güç kullanarak insanların davranışları değiştirilemez ve kalplerdeki hastalık giderilemez. Kuvvet ve zorbalık, korku ve baskı aracı olarak insanların zihninde, gönlünde ve zahiri hayatlarının her alanında Demokles’in kılıcı gibi asılı duracaktır. En ufak bir zaafta kuvvet kaybolursa sistem de çöker. Sade vaaz, nasihat ve irşadlar da yeterli olmayabilir. Bu vaaz ve nasihatlerin kalbe yerleşmesi ve iman haline gelmesi gerekir. Bunu da ancak İslam gerçekleştirebilir. Çünkü adaletin sağlanmasıyla Allah’a yakın olma inancı, insanın hem kalbinde hem de ruhunda yer edinen İslam’da mevcuttur. İslam insanın insana üstünlüğünün olmadığını, ancak üstünlüğün takva ile olabileceğini ifade eder. Ömer (ra) misali köle ile deveye nöbetleşe binmeyi İslam öğretir, Yahudi ile mahkemeleşme isteğini İslam dikte eder. İlk Müslümanlar, adaletin tesisi için gereğini yapmış ve ’insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnız Allah’a kul olmalarını sağlamak ve batıl dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine kavuşturmak için’ çaba sarf etmişlerdir. Bununla, gözlerin yuvalarından fırlayacağı, bebeklerin bile saçının ağaracağı, gebe kadının yükünü düşüreceği, evladın babadan, babanın evladından kaçacağı, şaşmaz olan adalet terazisinin kurulacağı kıyamet gününde kurtulmayı ümit etmişlerdir.
Adaletin olmadığı yerde iman da yoktur. Ömer’i (ra) adalet timsali yapan şey imandır. Ayette de Allah’ın (cc) belirttiği gibi “De ki: ‘Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.”1 buyurarak iman ile adaletin birbirinden ayrılamaz birer parça olduğunu bize göstermektedir. Adaleti sağlamak, zulme ve haksızlığa karşı mücadele etmek Allah’ın Müslümanlara yüklediği bir misyondur. İmanın olmadığı yerde de huzur ve refah ortamı yoktur, toplum; kargaşa, huzursuzluk, kaos ve her türlü arsızlık ile karşı karşıyadır. Adalet yoksa güven de yoktur. Sadece insanların birbirine güvenleri değil, evladın anne babaya güveni, ebeveynin evlada güveni, komşunun komşuya güveni, işverenin işçiye, işçinin işverene güveni… Bu durum halkın yönetici ve yöneticilerin uyguladıkları yasalara, kanunlara güvensizliğine kadar gider. İdareciler de basiretsiz ve adaletten bihaber ise zaten o toplumun hayat damarları kopmuş ve o toplumun huzur yollarına dinamit döşenmiştir.
Mahkeme duvarlarında yargıcın hemen arkasında büyük puntolarla ve altın renkli harflerle “Adalet mülkün temelidir” ibaresi yer alır. Bu ibarenin Hadis veya Hz. Ömer (r.a.)’e ait olan bir söz olduğu rivayet edilir. Biz sözün kime ait olduğu üzerinde durmayacağız. Burada anahtar kelime “mülk”tür. Mülk? Arapça m-l-k kökünden gelen kelime, “1. sahip ve egemen olma, sahiplik, egemenlik, hükümdarlık, krallık; 2. sahip olunan şey, egemenlik alanı” anlamlarında kullanılmaktadır.
Yukarıdaki anlamlarda geçen özelliklere haiz olan herkes mülk sahibidir. En küçük sorumluluk sahibinden en büyüğüne kadar herkes mülk sahibidir ve adaleti gözetmekle mükelleftir. İşyerindeki işçi mülk sahibidir, işveren mülk sahibidir, üretici, satıcı ve alıcı birer mülk sahibidir, sahip oldukları mülkü zayi etmemelidir. Anne-baba mülk sahibidir, öğretmen mülk sahibidir, idareci mülk sahibidir, belediye başkanı, kaymakam, vali, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı…
Esnaf, adaleti gözetmezse ölçüyü ve tartıyı hassas tutmazsa, aldığını hak ettiğinde fazla, verdiğini eksik verirse zulmetmiş olur. Tartıda adalet yoksa ve terazide eksiklik varsa Allah’ın hükmü çiğnenmiş olmaktadır. Üretici ve satıcı ,”yaş buğdayı çuvalın altına, kurusunu da çuvalın ağzına koyarsa” Müslüman kardeşini kandırmış, adaletsiz davranmış ve zulmetmiş olur. Malının çürük olanını kasanın, çuvalın, sepetin altına koyar ve üstüne de albenisi çok olan, göze hoş gelenini dizerse alıcıyı kandırmış olur ve “bizden olmayanlar” sınıfına girmiş olur. Rasulullah’tan (s.a.s) rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir tâcir, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.”2 İşçi tembellik eder saatinin dolmasını bekler ve saati dolunca da işi bitirmeden kazandığını hak etmeden bırakıp giderse zulmetmiş olur. İşveren, işçinin alnının teri kurumadan işçiye hakkını vermezse, kimisini kimisinden üstün tutarsa, kimisini az çalıştırır ve kimisini de fazla çalıştırırsa adaleti gözetmemiş olur. Kim bilir belki hayat, o işvereni de bir mağaraya hapseder ve kurtuluşun ancak bir işçiye yaptığı iyilikten olur.
Anne-baba adil olmak zorundadır. Hem birbirlerine karşı hem de çocuklarına karşı… Yapılan ufak bir adaletsizlik kantarın topuzunun kaçmasına neden olabiliyor ve daha büyük felaketlere yol açabiliyor. Nûman b. Bişr anlatıyor:
“Babam bana malından bir şeyler hibe etmişti. Annem Amra Bintu Ravâha:
“Bu hibeye Resûlullah’ı şâhit kılmazsan kabul etmiyorum.” dedi. Bunun üzerine bana yaptığı hibeye şâhit kılmak için babam, beni de alarak Resûlullah´a (s.a.s) gitti.
Durumu öğrenen Hz. Peygamber (s.a.s): “Başka çocukların da var mı?” diye sordu. (Babamın) “Evet!” cevabı üzerine,“Aynı şekilde bütün çocuklarına hibede bulundun mu?” diye sordu. Babam: “Hayır!” deyince,“Allah´tan korkun, çocuklarınız hususunda adil olun!” dedi.
Babam oradan ayrıldı ve hibeden rücû etti.”
Bu hadisin başka vecihlerinde, Hz. Peygamber´in şu cümleleri de sarf ettiği belirtilmektedir:
“Çocuklarınızın arasını eşit tutun”, “Bunu iade et”, “Beni şahit kılma, ben cevre (zulme) şahitlikte bulunamam”, “Bu doğru değil, ben ancak hakka şehadet ederim”, “Buna benden başkasını şâhit kıl”, “Çocuğun senin üzerindeki haklarından biri, onlara eşit davranmandır.”3 başka bir hadis-i şerifte de Rasulullah (s.a.s): “Allah, öpücüğe varıncaya kadar her hususta, çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever.”4 buyurarak çocuklar arasında adaletli davranmayı bir görev addetmiştir. Bir evlada duyulan Yakubî muhabbet diğer evlatların kıskanmasına vesile olabilir ve şeytan, kardeşler arasında kapanamayacak kuyular kazabilir. (Hz. Yakub’un (as) adaletsizlik yaptığı anlamında söylemiyorum. Bu iftirayı Hz. Yakub’a (as) atmaktan Allah’a sığınırım. Çocuklarının gözüyle olaya bakmaktan bahsetmeye çalıştım.) Her halükarda çocuğun anne-babaya itaat etmesi gerekir; fakat ebeveynin de isyan yolunu açacak durumlardan kaçınması lazım gelir. Çocuğun anne-babasına karşı hürmetini, kardeşlerine karşı da sevgi ve dayanışmasını korumak, aradaki ailevi bağları korumak, öncelikle adaletli davranışa bağlıdır.
Öğretmen de sınıfta ve okulda adil olmak zorundadır. Çünkü öğretmen de rol modeldir. Tüm öğrencileri belki aynı derecede sevmeyebilir ama herkese aynı adilane davranışı sergilemek durumundadır. Öğretmen sınıfın hakimidir, öğrenciler kendisine emanettir. Emaneti zayi etmemek ve hakkaniyetli davranmak öğretmenin birincil derecede önceliğidir.
İdareci ve devlet kurumundaki yöneticiler adaleti elden bıraktıkları anda zulüm bir hortlak gibi halkın arasında hortlar ve toplum düzeni adına bir düzen kalmaz. Müslüman bir idareci, Allah’ın gölgesinin dışında herhangi bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah’ın gölgesiyle gölgelenmek istiyorsa adaletli davranması gerektiğini de bilir. Bilir ki küfür ile belki ama zulüm ile herhangi bir makam veya devlet abad olamaz. Avf b. Mâlik (ra) Resûlullah’ı (s.a.s) şöyle buyururken dinledim, dedi: “Devlet başkanlarınızın en hayırlısı, sizi seven ve sizin tarafınızdan sevilen, size dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Devlet başkanlarınızın en kötüsü de, size buğzeden ve sizin buğzunuza hedef olan, size lânet eden ve lânetinizi alan kimselerdir.”
Bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Onlara karşı tavır takınalım mı? diye sorduk. Bize şu cevabı verdi:
– “Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır. Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır.”5 Yönetici iyi olunca hem halkın teveccühünü kazanmış olur hem de el-Hâlık’ın rızasını kazanmış olur. Bu hadiste de bunu açık ve net görmekteyiz. Yönetici adil olunca ayaklanma, suikast, görevden uzaklaştırılma, en basitinden insanların içlerinde biriktirdikleri kinden uzak olma, beddua gibi korku ve endişelerden de beri olur. Adil idareci cennet ile müjdelenmiştir. İyâz b. Himâr (ra) Resûlullah’ı (s.a.s) şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.”6
Hem idare ederken hem de idare edilirken haktan, adaletten sapmayan kullar olmamız, elimiz altındakilere Allah’ın emrettiği ve nehyettiği şekilde muamele etmemiz, zulmü alkışlamayan, zalimi asla sevmeyen Müslümanlar olmamız, kazandıklarımıza zulüm katmamız, hakkı ayakta tutan kullar zümresinden olmamız, zulmetmekten ve zulme uğramaktan Adil-i Mutlak olan Allah’a sığınmamız duasıyla…
Kaynaklar
Araf, 29.
Tirmizî, Büyû, 4
Buhari, Hibe, 11; Ebu Davud, İcarat, 47; Tirmizi, Ahkam, 30
Tirmizi, Ahkam, 30
Müslim, İmâre, 65
Müslim, Cennet 63