Kıssa anlatmak, haber vermek, bildirmek, nakletmek, takip etmek, izini sürüp ardınca gitmek gibi anlamlara gelir. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde inanan insanları uyarma, müjdeleme, terbiye etme, haber verme, güzel ahlakı tanıtma, akide ve ibadetlerin esasını bilme amacıyla insanları etkileyen bu metot ve teknik kullanılmıştır. Kıssalar; hikâye, masal değildirler, ibret alınmak ve hayatımıza aktarmak için okuyacağımız değerli emirler ve nasihatlerdir.

‘Modern’ kelimesi Latince bir kelime olup; “hemen, şimdi” anlamına gelmektedir. Modernizm, çağdaşlaşmak, yani geleneksel (eski) olanı yeniye dönüştürmek, değiştirmek anlamına gelen bir akımdır. Modernizm neredeyse bütün dünyayı etkisi altına alan, 17. yüzyılda Avrupa’da başlayan toplumsal yaşam ve örgütlenme biçimlerini ifade eder. Osmanlıdan başlayıp günümüze gelinceye kadar bizim de modernizmle olan alakamız devam etmektedir. Her şeyi etkileyen bu akımın toplumun değerlerini, kültürünü, âdet ve geleneklerini dışarıda bırakması mümkün değildir. Modernizmin değerleri vardır ve bunları toplumlara dayatır, Müslümanın da inancından aldığı değerleri vardır ve bunları yaşamına yansıtmakla mesuldür.

Müminlere imanlı bir hayatın yolunu gösteren ayetler olduğu gibi Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de kıssalardaki örnekler üzerinden ruhumuzu, zihnimizi, hayatımızı aydınlatacak mesajları bizlere iletiyor. İşte bunlardan biri üç şahsın beraber yola çıkmaları ve yaşadıkları maceranın sonuçlarının bize ulaşmasıdır.
Mağarada kalan üç yolcunun kıssası. Bizden asırlar önce yaşamış bu 3 yolcunun, yaptıkları amellerin Allah katında makbul ve kabul olduğuna şu ahir zamanda, modern çağda şahitlik ediyoruz. Peygamber (s.a.s.) bizlere bu kıssa üzerinden önceliklerimizi belirlemede, neyi öncelememizin önemli olduğunu dikkatimize sunuyor. Gönülde hoş bir sada bırakan kıssaya bakalım.
“Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb’ın (r.a.) rivayet ettiğine göre, Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar. Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
— Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
— Allah’ım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Bir gün hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim. Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan sızlanıp duruyorlardı. Nihayet annemle babam uyanıp sütlerini içtiler.

Rabbim! Şayet ben bunu senin rızanı kazanmak için yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
— Allah’ım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse, ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi. Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka rivayete göre: Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: “Allah’tan kork! Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme!” En çok sevip arzu ettiğim o olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.
Allah’ım! Eğer ben bu işi senin rızanı kazanmak için yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
—Allah’ım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Bir gün bu adam çıkageldi. Bana:
—Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona:
—Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin ücretinden türedi, dedim. Adamcağız:
—Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan hepsini önüne katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızanı kazanmak için yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler.”1

Mağarada üç kişi. Üç olay, üç amel, üç tercih.
Birinci kişi: Hizmet ve ana-babasını öncelemesi
Modernizmin en etkili olduğu konulardan biri de bireyselleşme ve beraberinde “ben” olgusuna yaptığı etkidir. İçinde bulunduğumuz çağda bireyin kendini öncelemesi önce benim mutluluğum, benim huzurum, benim hizmetim denilen bir zaman diliminde ebeveynlerle ilişkilerin sarsıntı geçirdiği, onların çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamaları ve memnuniyetlerini öncelemeleri gibi vazifeleri olduğu dayatmasına karşı, kıssa hizmet ehli olmanın ve ana-babanın rızasını, onları hikmetli bir şekilde öncelemenin kıymetini, değerini bizlere hatırlatıyor. Ehline hizmet, ana-babaya hürmet gibi kavramlar günümüz toplumunda karşılığını hakkıyla bulamıyor. Kıssa, kapalı kapıları (kayaları) açacak olan, amel terazisini ağırlaştıran Allah’ın rızasına ulaştıracak ameli bize müjdeliyor.
İkinci kişi: Arzularına ve duygularına (nefsine) hâkim olması
Duyguları, hazları ve nefsin isteklerini yaşamanın olabildiğince serbest olması gerektiği, bunu özgürlük ve hak olarak gören düşüncenin toplumda karşılık bulup yayıldığını gözlemleyebiliyoruz. Allah korkusu ve takvanın çok gerilerde bırakıldığı yaşamlar bizlere örnek olarak gösterilerek canın (nefsinin) istediğini yaparak modern insan olunur algısı oluşturuluyor. Hiçbir inancı, düşünceyi ve kimseyi takmadan helale harama dikkat etmeden yaşanmalı denilen modern zamana Peygamber (s.a.s.)’in bu kıssa üzerinden mesajı var. Günahı yapmamak, vazgeçmek. Yapabilecekken bırakmak, terk etmek. Allah korkusuyla arzularını, hazlarını ve duygularını kontrol etmek, nefsine hâkim olmak. İşte bu, kayaların aralanması, kalplerin ışıkla huzurla dolmasıdır.
Üçüncü kişi: Emanete tam hakkıyla sahip çıkması.
Güven, emniyet, sorumluluk sahibi olmak, elinin altındakileri çarçur etmediği gibi başkalarına ait olanı muhafaza etmek, geliştirmek güzelleştirmek ve zamanı geldiğinde hiçbir sıkıntı oluşturmadan emanetleri sahibine teslim etmek: üçüncü şahsın yaptığı buydu. Allah rızası için yaptığı bu amele tevessül etti ve bizler asırlar sonra Peygamber (s.a.s.)’in bize bildirdiği bu kıssayı okuyarak kayaları açacak olan amellere şahit oluyoruz.
İhlas, sâlih amel yapmanın önemi, Allah korkusu ile günah işlerden vazgeçme, çalışanın hakkını güzelce verme,… Allah’ın rızası çok uzağımızda değil, hemen ulaşabileceğimiz yerdedir. Kahramanlık yapmak gerekmiyor, sorumluluklarımızı hakkıyla ve hikmetle yerine getirmemiz bizi Allah’ın rızasına kavuşturacaktır biiznillah.
Selam ve dua ile…

Kaynakça:
(1)Buhârî, Büyû’ 98, İcâre 12, Hars ve’l-müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?