İmam-ı Gazali (rh.a.) der ki: “Amellerde ihlâs, bedendeki ruh gibidir.” Ruhsuz beden et-kemik yığınından ibaret olduğu gibi, amellerde de ihlâs olmazsa, o zaman ameller manasız birtakım ritüellerden ibaret kalır. Bu sebepledir ki, “niyet” her ibadetin farzı ve olmazsa olmaz şartıdır. Niyet olmadan, yapılan ibadetler kabul olmaz. Yine birçok hadis kitapları, “ihlâs ve sağlam niyet” gibi konularla başlar. Ta ki, her Müslüman, yapacağı her amele sağlam ve doğru bir niyetle başlasın, ameli boşa çıkmasın.
Bu konudaki meşhur hadis, hemen herkesçe malumdur: “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü‘ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1, Îmân 41; Müslim, İmâret 155.)
Bu hadis o kadar önemlidir ki, hemen hemen tüm muteber hadis kaynaklarında geçmektedir. Bu sebeple de manası itibariyle “mütevatir” hadislerden kabul edilmiştir. Zira bu hadisin; insanın kazanacağı sevap veya günahları olsun her ameliyle ilişkisi vardır. Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, (rh.a.) bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir. Nitekim birçok müellif de bu tavsiyeye uymuştur.
Meşhur Cibril hadisinde, ihlâsta mümkün olduğunca mertebeler katetmek için gayret etmeye işaret vardır. Zira hadiste işaret edilen “ihsan” ihlâsın zirve noktasıdır diyebiliriz. Hadisin ilgili bölümü şöyledir: “… Cebrail (a.s.) “Bana ihsandan haber ver? dedi. Resulullah (s.a.s.): ”Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da o seni muhakkak görüyor…” buyurdu. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1)
Niyetle ihlâsın birbiriyle çok sıkı bir bağı vardır. Zira niyet, yapılacak olan işe kalbi bağlamaktır. Yani “Allah’ım! Bu işi ihlâsla ve sadece senin rızan için yapıyorum.” demektir. Günde en az kırk defa okuduğumuz ve Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi olan Fatiha suresindeki; “(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/5) ifadeleri de net bir şekilde ihlâsı, yani yapacağımız her amelin halisane Allah (c.c.) rızası için olmasının gereğini vurgulamaktadır.
İhlâsla ilgili birçok ayetten sadece birkaçı şöyledir: “De ki: “Bana, her türlü şirk ve gösterişten uzak durup taat ve ibâdeti yalnız Allah’a has kılarak, ihlâsla O’na kulluk etmem emredildi.” (Zumer 39/11) “Öyleyse ey Mü’minler, kâfirlerin hoşuna gitmese de her türlü şirk ve gösterişten uzak durup ibâdet ve taati yalnızca Allah’a has kılarak ihlâsla O’na yalvarın!” (Mümin 40/14) “O ezelî ve ebedî hayat sahibidir. O’ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse her türlü şirk ve gösterişten uzak durup ibâdet ve taati yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın! Bütün övgüler ve yücelikler Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mümin 40/65)
İbadet Âdetten İhlâsla Ayrışır
Evet, doğru bir niyet ve ihlâs, aslı itibariyle adet olan amelleri ibadete çevirir. İhlâstan arı, gösteriş ve riya için yapılan nice ibadetler ise, heba olup adetler kadar bile değeri kalmaz. İhlâsla yapılan küçük küçük ameller dahi amel defterimize kaydedilir ve ihlâsımız oranınca ecirlenir. Nitekim birçok hadiste amellerin, kişinin ihlâsı oranında; 10-70-700 veya Allah’ın (c.c.) bildiği kadar katlanarak karşılık göreceği ifade edilmektedir.
Bir mü’min diğer bir mü’min kardeşine selam vermekle, onunla musafaha etmekle, ona güler yüz göstermekle, bir öğütte bulunmakla sevap kazanır. Yoldan eziyet verici bir taşı, çöpü, çalıyı kaldırmakla sevap kazanır ve ihlâsı oranında sevabı çok olur. Yine ihlâs ve niyet; yeme içime, uyma gezme gibi mubah amelleri dahi ibadete dönüştürürken, ihlâssız ve riya karıştırılmış nice büyük ameller ise, berhava olabilir.
Nitekim malum ve meşhur hadiste (zengin, âlim ve mücahit) üç sınıf insan, en büyük amellerden üç amel işliyorlar ancak ihlâsla değil de desinler diye yaptıklarından, amelleri boşa gitmekle kalmıyor ayrıca sürüklenerek cehenneme atılıyorlar. Resulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenâb-ı Hak:
– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? buyurur.
– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen, “Ne kahraman, ne babayiğit adamdı.” desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır. Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.
– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızân için Kur’an okudum, cevabını verir.
– Yalan söylüyorsun. Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “Ne güzel okuyor.” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur. Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.
(Daha sonra) Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği zengin bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? buyurur.
– Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızânı kazanmak için verdim, harcadım, der.
– Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “Ne cömert adam.” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur. Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre 152)
Bu vb. nice hadis-i şerifler açıkça anlatıyor ki, samimi bir niyete dayanmayan amel ve hareketler -ne kadar önemli ve faydalı gözükürse gözüksün- sonuçta azap ve pişmanlıktan başka bir işe yaramaz. Şehitlik, âlimlik ve zenginlik gibi meziyet ve imkânları sırf gösteriş ve desinler uğruna kullananlar, ilâhî huzurda yalanlanarak yüzüstü cehenneme atılacaklardır. Bu demektir ki, dini istismar eden, onu dünya çıkarlarına âlet etmeye kalkışan kişiler, kimlikleri ve yaptıkları ne olursa olsun, âhirette “yalan söylüyorsun” diye azarlanmak ve cezaya çarptırılmaktan yakalarını kurtaramayacaklardır.
Amelin Sigortası: İHLÂS
Allah (c.c.) hamd olsun ki rahmet, huzur, esenlik, fazilet ve bereketin kaynağı olan imanla bizi müşerref kılmıştır. Böylece salih amellerle donanıp imanın hazzını yaşadıkça, daha farklı bir şekilde taat ve ibadete yöneliyoruz. Yani iman ve amelin çok girift bir ilişkisi vardır. İman güçlendikçe, salih amellere çok daha güçlü bir enerji, şevk ve heyecanla yöneliriz. Amellerde yoğunlaştıkça da imanımız takviye olmaya devam eder. Bu gerçeğe hadisi kutside şöyle işaret edilir:
“Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben ona karşı harp ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka veririm, bana sığınırsa, onu korurum.” (Buhârî, Rikak 38)
Kulun Allah’a yaklaşması ile ilgili olarak Ebu’l-Kasım el-Kuşeyrî demiştir ki: “Kulun Allah’a yakınlığı önce “iman” ile sonra “ihsan/ihlâs” ile vukua gelir. Allah’ın kuluna yakınlığı dünyada, ona lutfedeceği huzur, itmi’nan ve irfan ile, ahirette de, cenneti ve rızasına ermekle vukua gelir. Bu ikisi arasında Allah’ın çeşitli nimetleri, ikramları ayrıca tecelli eder. Kulun hakka yakınlığı, fani arzulara uzaklığı ile kemalini bulur.” Kuşeyrî devamla der ki: ”Allah’ın ilim ve kudretiyle yakınlığı bütün insanlara şamildir. Lütuf ve nusretiyle yakınlığı ise havassa mahsustur. Ünsiyetiyle yakınlığı ise velilere hastır.”
Bu hadis-i kudsî’de Allah Teâlâ’nın kulunu sevdiğine işaret sayılan birkaç husus sıralanmaktadır. Öncelikle bir kulun farz olan görevlerine ek olarak nafile ibadetlerle Allah’a (c.c.) yakınlık kazandığı ve sonunda Allah’ın (c.c.) sevgisine ulaştığı belirtilmektedir. Demektir ki, farz ve nâfilelerde devamlılık göstermek, imanın güçlenmesine ve Allah’ın (c.c.) sevgisine mazhar olmanın alametidir.
Hadisteki; “İşiten kulağı, gören gözü… olurum” ifadeleri, hiçbir zaman Allah Teâlâ’nın, o kulun vücuduna gireceği (hulûl edeceği) anlamına gelmez. Bu beyânlar, ilâhî yardımın o kulun bütün hayatını kapsayacağı anlamında güzel, güçlü ve tatlı bir mecâzî anlatımdır. Yani imanın hazzını alan bu sahih mümin, gözleri, kulakları, elleri, ayakları ve derken kalbiyle, şer ve kötülüğe meyletmez. Adeta bu kul, tüm zerreleriyle ilahi koruma altına girer. Allah’ın (c.c.) rahmetine, cennet ve cemaline meyli artar. Allah’ın (c.c.) rahmeti ve cennetinden uzaklaştıracak olan şer ve kötülüklerden ise uzak durur.
Her işinde dürüstlük görülen, istekleri yerine getirilen, tehlikelerden uzak tutulan kimsenin bu hali de onun Allah Teâlâ tarafından sevildiğini gösterir. Çünkü Allah Teâlâ sevdiklerini yardımsız bırakmaz. Sürekli bir mücâhede içinde bulunan ve Allah Teâlâ’nın sevgisini ve dostluğunu kazanan bir Müslümana, bu dürüst hali dolayısıyla düşmanlık etmeye kalkacak olanlar da pek tabiî olarak, ilahi koruma kalkanına çarparlar. Zira Allah (c.c.) dostlarını ve sevdiklerini, düşmanlarına karşı destekleyeceğini bildirmektedir. Bu da, Allah Teâlâ’nın sevgisini kazanma konusunda kullar için çok büyük bir teşvik olmaktadır.
Madem ki, ihlâsla yapılan ameller bizi Allah’ın (c.c.) yardımına mazhar kılacak ve adeta bizi ilahi bir koruma altına alacak. Bize dünyada izzet, huzur ve selamet, ukbada da ebedi saadeti kazandıracaktır. O halde nice emeklerle elde ettiğimiz ibadetlerimizin ecrini, mükâfatını zayi etmemek için bir sigortaya ihtiyaç var ki, o da ihlâstır. Dolayısıyla amel önemli, ama amelleri heba etmemek ondan da önemlidir.
Şu halde ihlâsımızı yeniden gözden geçirip kulluk yolculuğuna devam edelim. Arada bir de bu ihlâs kontrolüne ihtiyaç olduğunu unutmayalım. Aksi halde onca emeklerle yaptığımız amellerimiz heba olabilir. Düşünelim! Bir çiftçi, tarlayı sürüp, ekip, gübreleyip, ilaçlayıp bin bir emekle yetiştirdiği ekinini, daha sonra biçip harman yerine getirdiğinde, harmanı yansa ne kadar acı olur. Birde bu çiftçinin kendi harmanını bizzat kendi elleriyle yaktığını düşünebilir misiniz?
Bahçe eken bir kimsenin hayali, yıllar boyu verdiği emekten sonra ağaçlarının meyvelerinden istifade etmektir. Tüccarın hedefi, ticaretinden ehlu iyalinin nafakasını sağlamak, eğer yapabilirse biraz da nesline miras bırakıp onları rahatlatmaktır. Aynı şekilde; her bir sanatkârın, akademisyenin, öğrencinin, öğretmenin, işçinin, işverenin kısaca her insanın; emek verip elde ettikleri birikimleriyle ilgili, mutlaka bazı hedefleri vardır.
Her Müslüman’ın da; kıldığı namazlarından, tuttuğu oruçlarından, haccından, zekâtından, ma’rufu emredişinden, kötülükten sakındırmasından, tesettüre bürünmesinden, ilim öğrenip öğretmesinden, duasından, zikrinden istiğfarından kısaca her hayrı yaşamasından ve her şerden sakınmasından, elbette bir hedefi vardır. Ki bu da Allah’ın (c.c.) rızasını kazanıp cennet ve cemaline kavuşmaktır.
Şunu da unutmayalım ki, yukarıda bir kısmını saydığımız dünyalık işlerimizle ilgili hedeflerimiz herhangi bir sebeple gerçekleşmediğinde, kaybımız sadece dünyayla sınırlı kalır ki, zaten dünya ve içindekilerin hepsi geçicidir. Ama salih emellerimizin içine gösteriş ve riya karışması veya ihlâstan arınıp başka gayeler için olursa, o zaman kaybımız uhrevi olur. Cenneti kaybetmekle kalmaz, cehennemi de boylayabiliriz.
Ayrıca yanan harmanımızın, iflas eden ticaretimizin, kaza yapıp hurdaya çıkan aracımızın, dolu, sel v.b. bir musibetle yok olan; bostanımız, bahçemiz, bağımızın telafisi var. Zira dünyalık zararlar ne kadar büyük ve çok olsalar da çaresi vardır. Ama ahiretin zararının telafisi yoktur. Mahşer günü ilahî mizanın bir kefesine hayrımız, diğerine günahımız konduğunda hayır kefemiz hafif çıkarsa işte onun telafisi yoktur.
Başka bazı hadislerde mealen: “Nice namaz kılanlara yorgunluk, oruç tutanlara açlık, gece namazına kalkanlara uykusuzluk, zekât ve infakta bulunanlara fakirlikten başka bir şeyin kalmayacağı ve nice ihlâstan uzak, riya ve gösteriş karışan amellerin, eski paçavra gibi sahibinin suratına fırlatılacağı” ifade edilir. Şu halde nice emeklerle işlediğimiz amellerimizin ihlâsla ve sadakatle olmasına dikkat edelim.
Şunu da unutmayalım ki zaman zaman amellerimize belli oranlarda riya karışabilir. Bu esnada şeytan sağdan yanaşarak, o ameli terk etmemizi fısıldar. Hâlbuki amelimize riya karıştıran da şeytanın kendisidir. Yani şeytan olmaz türlü hilelerle bizi salih amellerden alıkoymaya çalışır. Bu hileye karşılık yapılması gereken amelleri terk etmek değil, ısrarla amellerimize devam etmektir. Zira şeytanın tüm hilelerine karşılık yegâne savunmamız, ihlâsla yaptığımız salih amellerimizdir. Bu amellere devam ettikçe imanımız güçlenecek, imanımız güçlendikçe ihlâsımız gelişecek ve derken şeytan bizden uzak duracaktır.
“Onların (kurbanların) ne etleri Allah’a ulaşır, ne de kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin takvanızdır.” (Hac 22/37)
“De ki: “Kalplerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Zira O göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Âl-i İmrân 3/29)
“Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar.” (Müslim; Nevevî, Riyazu’s-Salihin No:8)
Rabbim tüm amellerimizi halisane kendi rızası için eylesin. Âmin.
Subhâneke… Bihamdike… Esteğfiruke… ■