“Ameller niyetlere göredir” hadisi aslında her şeyin bir özeti gibidir. Niyet ve buna bağlı olarak ihlâs, içimizden geçen asıl ve doğal olan kendimizi bize gösteriyor. Kandırmacanın, farklı görünme ve farklı göstermeye çalışmanın olmadığı en doğal haliyle bize biz olduğumuzu kabul ettiriyor. Herhangi bir işte ihlâs ile çalışan insanlar diğer insanlar arasında hemen fark edilirler. Samimiyetle çalışan bu kişilerin diğer insanlardan hiçbir beklentileri olmaz.

Örneğin kimi iş yerlerinde bazı çalışanlar birilerinin takdirini elde etmek için görünürde çalışkan, işini dikkatli ve özenli yapan biri olarak gözükmeye çalışırlar. Oysaki iş yeri çalışanları veya yöneticiler onların nasıl bir kişilik yapılarına sahip olduklarını çok iyi bilirler. Samimiyet ile çalışan kişiler de vardır ki vazifelerini en güzel şekilde yapmaya çalışırlar ve insanların ne düşündüklerini pek umursamazlar. Buna rağmen yine de işlerinde takdir edilirler. Çalıştıkları kurum ve iş yerlerinde işler pek aksamaz çünkü samimiyetin olduğu işler gönülden yapılır, en güzeliyle yapılmaya çalışılır.

Dünyalık işlerde samimiyet ve ihlâs göze çarparken ahiret için yapılan ibadet ve davranışlarda ihlâs ve samimiyet elbette birinci hedef olmalıdır. Samimiyetin olduğu işlerde fedakârlık, işini severek yapma, başkalarına örnek olma, o işi yaparken büyük bir emek harcama gibi niteliklerin olduğunu görmekteyiz. Resûlullah (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Allah, (c.c.) ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” (Nesâî, Cihâd, 24) İhlâsın olduğu kişiler sevdiğini Allah rızası için sever. Nefret ettiklerinden de Allah için nefret ederler. Allah’ın sevdiği hareketi severler, sevmediğini de sevmezler. İhlâs ve samimiyetin olmadığı menfaat düşkünü insanlar; günebakan çiçeği gibidirler. Günebakan çiçeği güneşin geliş açılarına göre hareket eder. Hangi taraftan ışık geliyorsa o tarafa yönelir, başı oraya doğru döner. Menfaatperestlerde bunun gibi nerede dünyalık bir menfaat varsa oraya doğru rükû eder şekilde yönelip dünyalıklarını elde etme derdine düşerler.

İnsanoğlu dünyaya ayak basmasıyla ihlâs konusunda hep imtihan edilmiştir. Atamız Hz. Âdem’in çocuklarından Kabil amelini ihlâslı yapmadığından, kendisine verilen o kurban görevini yaparken ihlâsında sorun bulunduğundan Allah’a adamış olduğu kurbanı kabul edilmedi ve imtihanı kaybedenlerden oldu. İmtihanı kimler kazanabilir veya kaybedip Allah’ın azabına müstahak olurlar? Rabbimiz bunun cevabını Saffat suresinde veriyor. “(Azaptan) ancak Allâh’ın hâlis kulları istisnâ edilecektir.” (Sâffât süresi 40) İstisna edilenler samimiyetle inanıp ihlâslı bir şekilde hareket edenlerdir.

Allah katında yapılan bir amel, zerre kadar da olsa inşallah karşılığı olacaktır. Ancak davet çalışmalarında şunu unutmamak gerekir ki samimi ve ihlâslı yapılan her işin sonucunun bu dünyada mutlak başarı olacağı anlamına gelmez. Gönül ister ki yaptığımız işlerde güzel bir sonuç ile karşılaşalım. Çalışmalarımızın amacı Allah’ın rızasını kazanmak olduğundan Allah Teâlâ dilerse, bu dünyada da güzel bir sonuç ile sonuçlanabilir. Allah, Hz. Davut ve Hz. Süleyman (a.s.) gibi peygamberlere bu dünya hayatında peygamberlik ve kendi kavimlerinin hâkimiyetini verdi ve o konuda onları başarılı kıldı. Diğer taraftan Hz. Nuh (a.s.) 950 yıllık bir çalışmanın sonucunda kendi zamanındaki insanların hepsini ikna edemedi. Sadece bir gemiye sığabilecek kadar insan ile yoluna devam etti. Hz. Yunus (a.s.) ise kendi halkından ümidini kesip o şehirden uzaklaştıktan sonra Allah’u Teâlâ o kavme hidayet nasip etti.

İbadetlerde ihlâslı olmak, yapılan ibadetin sadece Allah rızası gözetilerek yapılması ve ibadetten bir beklenti varsa bunun karşılığının ancak ahirette verileceğinin unutulmamasıdır. Her ibadetin kendine has farklı bir özelliği bulunmaktadır. Enes b. Mâlik’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim hiçbir ortağı olmayan, tek olan Allah’a ihlâsla ibadet ederek, namazı dosdoğru kılarak, zekâtı vererek dünyadan ayrılırsa, Allah kendisinden razı olduğu hâlde ölmüş olur.” (İbn Mâce, Sünnet, 9) Hadisten de anlaşıldığı gibi ibadetler farklı farklı olsalar da yerine getirilme şartlarından en önemlilerinden bir tanesi; sadece Allah rızası gözetilerek ihlâs ve samimiyetle yapılmalarıdır.
Bazı ibadetler vardır ki diğer insanları teşvik amaçlı olarak açıktan yapılır. Farz ibadetler bunlardandır. Yine bir toplumda bazı ibadet ve güzel davranışlar unutulmuş, hiç kimse tarafından yapılmıyorsa bunların da açıktan yapılmasını tavsiye edebiliriz. Örneğin hayır işleri veya insani yardım diye tabir edilen yardımların gizliden yapılması elbette Allah katında daha hayırlıdır. Fakat Allah’ın sevmediği, nehyettiği çirkinliklerin, haramların toplumda silinebilmesi için onların yerine daha güzel ve hayırlı davranış ve ibadetlerin de toplumda açıktan görülmesi elzemdir. Özellikle bazı ibadetler konusunda yine hatırlatalım ki Hz. Cafer b. Ebu Talib örneğinde olduğu gibi ibadetlerin olabildiğince gizli ve Rabbinin bilmesi yeterli olacaktır. Hz. Cafer’in vefatından sonra insanlar anlıyorlar ki gece evlerin kapılarına bırakılan yiyecek ve gıdalar meğer Hz. Cafer tarafından bırakılıyormuş. Çünkü Hz. Cafer vefat ettiğinde artık gece evlerin kapılarının önüne gıda çuvalları bırakılmıyordu. Bu konuyla alakalı yardım derneklerinin yaptığı yardımların açıktan yapılması, bazı fotoğrafların çekilmesi vb. gibi eleştiriler gelebiliyor. Elbette insani yardım derneklerinin yardım yaptığı aileleri, kişileri, kurumları rencide etmeden yardımlarını yapmaları gerekir. Fakat şu konuyu da unutmamak gerekir ki insani yardım dernekleri hayırsever insanların yaptığı yardımlar ile ayakta durup farklı coğrafyalara yardım ulaştırıyorlar. Bu yardım derneklerinin yaptıkları yardımların videolarını çekme, fotoğraflama ve bunu medyada paylaşmaları onlara olan güveni arttırmakta olup; günümüzde bunun yapılması gerekir ki yardımda bulunan veya diğer insanların aklında soru işaretleri kalmasın.

Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Vaktiyle bir adam;
“Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.” diyor. Geceleyin evinden çıkıyor, karanlık tabi, sadakasını alıp çıkıyor, onu bilmeden bir hırsızın eline veriyor. Ertesi gün belde halkı diyor ki; “Hayret diyor, bu gece bir hırsıza sadaka verildi.” diyor. Yani verilmeyecek bir insana sadaka verildi diyor. Adam farkında değil onun.
Yine ikinci gece: “Allâh’ım diyor, Sana hamd olsun, ben mutlaka bu gece bir sadaka vereceğim.” diyor. Evinden çıkıyor, tabi karanlık, ışık yok. Bilmeden bir fâhişenin eline sadaka veriyor. Ertesi gün halk diyor ki:
“Olur şey değil diyor. Bu gece bir fâhişeye sadaka verildi.” diyor. Bunun dedikodusu yapılıyor.
Ertesi gün adam diyor: “Bugün diyor, bir sadaka daha vereceğim bu gece.” Çıkıyor, bir zenginin eline para tutuşturuyor, hemen kayboluyor.
Yine ertesi gün deniyor ki: “Yâhu bir zengine sadaka verildi.” deniyor.
Adam ertesi gün bir rüya görüyor. Rüyasında: “Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe belki yaptığından vazgeçip iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allah’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Zekât, 14; Müslim, Zekât, 78)
Allah rızası için ihlâs ve samimiyetle sadaka vereceğim deyip verilen o sadakalar gerçek manada yerini bulmuş olmalı ki verilen insanların kalbine tesir etmiş ve belki de o insanların ahiretteki kurtuluşuna vesile olmuştur.

Geçmişten günümüze kadar dünya hayatına baktığımız zaman şunu rahatlıkla görebiliyoruz. Allah için yapılan ihlâslı işler dışında bütün davranışlar boşuna gitmiştir. Ya insanlar onları unutmuş ya da sadece tarihte yaşanılan bir olay olarak akıllarda kalmıştır. Gelmiş geçmiş en zengin adam olan Karun’un malı ona fayda vermedi ve bu kısacık dünya hayatını bitirdikten sonra geriye Karun’un zenginliği ile ilgili birtakım hikâyeler insanların dilinde kaldı. Peygamber Efendimiz, sahabileri ile otururken Allah rızası için yapılan ihlâslı bir amel için şöyle buyuruyor: ”Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm: “Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevâbı verdi: “Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yâni malının yarısını tasadduk etmiş oldu.) diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49.) Allah katında bir sevabın büyütülmesi, arttırılması hiç zor değildir. Yeter ki insanoğlu onu Rabbinin rızasına uygun yapsın, başka hiçbir beklenti peşinde olmasın.

Resulullah’ın sahabileri, dünyanın faniliğini, ahiret hayatının ise kalıcı ve ebedi olduğunu iyice kavradıklarından yaptıkları her işi Allah rızasını kazanmak için yaparlardı. Öyle bir ihlâs ile çalışırlardı ki ibadetleri ve çalışmalarında, Allah yolunda gazâya çıkarken ya da bir mü’min kardeşine yardım ederken ihlâs sırrına son derece riayet ederlerdi. Zümer suresinde geçen “emrolundum” ifadesi tamamen onları yansıtıyordu. “De ki: Ben, dini Allah’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer 11)

Allah için yaptıkları hayırlara dünyalık menfaatlerin en ufak bir gölgesinin dâhi düşmemesi için azami bir titizlik göstermişlerdir. İşte bunlara en güzel örneklerden bir tanesi şudur: Annemiz Hz. Âişe (r.ah.) bir yoksula yardım ettiği zaman, yoksulun hayır duasına karşılık aynı dua ile mukabelede bulunurdu. Kendisine: “Hem mal veriyorsun hem de dua ediyorsun, bu nasıl oluyor?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Onun yaptığı duanın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duanın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infakımın mükâfatını sadece Allah’tan beklemiş olayım.” (O.N.Topbaş, Faziletler Medeniyeti)

Zeyd b. Erkam (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.s.) namazın ardından şöyle dua ettiğini nakletmiştir: “Allah’ım! Ey Rabbimiz ve her şeyin Rabbi! Beni ve ailemi dünya ve âhirette her an sana ihlâsla bağlı kıl. Ey yücelik ve ikram sahibi! …” (Ebû Dâvûd, Vitr, 25) İnsanların en ihlâslısı olan Hz. Muhammed (s.a.s.) her namazın arkasından amelinin ihlâslı olmasını istiyor ve dua ediyor ise biz aciz kulların da peygamber metodu olan bu uygulamaya uyarak yaptığımız işlerde ihlâsın olması için dua etmemiz gerekmektedir. Bizim de Rabbimizden isteğimiz-duamız odur ki yaptığımız bütün çalışmalarımızı ve bu çalışmayı da kendi rızasına uygun ihlâslı bir amel olarak kabul buyursun inşallah… ■

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?