1. Bütünlük İlkesi

Bu ilke insanı aklı, kalbi, duyguları, zaafları, ihtirasları, kıskançlıkları, idealleri, ruhsal ve bedensel kısaca bütün yönleriyle dikkate almak demektir.

Zira insan, parçalardan meydana gelmiş bir birliktir. Bir davet sürecinde mesaj, muhatabın ne kadar çok duyu organına yönelirse o ölçüde etkili olur.

2.“Muhataba Göre”lik İlkesi

Rasulullah (s.a.v)’den rivayet olunan şu hadisler aslın­da konuyu özetlemeye yetmektedir:

“ İnsanların idrak seviyelerine göre konuşmakla emro­lundum. “ (Buhârî, İlim, 49)

“ İnsanların durumlarına göre hitap edin. “ (Ebu Davud, Edeb, 22-23)

Çünkü tebliğe muhatap olacak insanları üç sınıfa ayırmak mümkündür:

  • Halk kesimi

Bunların durumu okuma yazmaya yeni başlayanlar gibidir. En küçük zorluk onları uzaklaştırabilir. İşin en kötü yanı ise aynı görevi ifa etmek için daha sonra yak­laşacak doğru usul sahibi kimselere de ön yargıyla yak­laşılmasına sebep olabilir. O yüzden onlara ayrıntılar­dan ve anlaşılması zor meselelerden bahsetmek uygun değildir. Başka bir deyişle halk, soyut kavramlardan çok somut, gözleme dayalı örneklenebilen şeyleri anlar.

Mevdudi’nin “Gelin Müslüman Olalım” adlı kitabında çok sık yer verdiği örneklerden birini verecek olursak;

“Kardeşlerim! …Toprağınızı işlemeyi, ekinlerinizi sula­mayı ve korumayı, hayvanınıza yem vermeyi, yani iş­lerinizin yolunda gitmesi için gerekli olan şeyleri ihmal etmezsiniz. Çünkü o zaman açlıktan öleceğinizi bilirsi­niz. O zaman niçin Müslüman olmanız ve kalmanız için gerekli olan bilgiye karşı kayıtsız kalıyorsunuz? Böyle bir kayıtsızlık, yaşamdan çok daha değerli bir hadise olan imanınızı kaybettirmez mi size? İman yaşamın kendisin­den daha değerli değil midir? …

 

  • Okumuş Kitle

Belirli seviyede eğitim – öğretim derecesine sahip, bi­limsel konulara arzu ve merak duyan kesimdir. İncelik isteyen konulara ilgi duyarlar.

  • Entelektüeller

Bilimsel konularda uzman nitelikli kişilerdir. Daha çok kendi branşlarına ilgi duyarlar.

“Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.” (Nahl 125) ayeti de insanlar arasındaki bu farklılığa işaret etmesi bakımından da anlamıdır.

  1. Süreklilik İlkesi

Şüphe yok ki bazı insanlar tebliği duyar duymaz, ba­zıları belirli bir düşünce ve ikna süreci sonunda, bazıları da uzun araştırmalar ve incelemeler sonucunda kabul ederken, bir kısım insanlar da, hiçbir olumlu eğilim gös­termeksizin yaşar giderler. Dolayısıyla kimin ne zaman inanacağı ya da nasıl tepki vereceği insan için gaybi bir gerçektir. O halde tebliğci kendisini harap etmeksizin, ümidini yitirmeksizin tebliğ etmeye insanlara tekrar tekrar duyurmaya devam etmelidir. Resûlüm (sav), onlar iman et­miyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin! (Şuara 3),

Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sa­pıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? (Zuhruf 40)

 

4.Tedricilik İlkesi

Derece derece, aşama aşama manalarına gelen ted­ric, bize tebliğ edilmek istenen konuları belirli bir sıraya ve programa göre, muhatabın hazır oluşuna göre ha­reket etmemiz gerektiğini öğretmektedir. Aynı zaman­da Kur’an da Hz. Rasule (s.a.s.) 23 yılda yani gerektikçe inmiş, topluca inmemiştir. Aynı şekilde Mekke’de yaygın olan haramlar (faiz, içki vs.) acele edilmeksizin risaletin son yıllarında tama­men yasaklanmıştır. Kur’an’da geçen Ted­ricilik özellikle zina ve içkinin yasaklanması için dikkate şayandır. Çünkü şayet ilk önce “içki içmeyin”, “zina et­meyin” denseydi, onlar “içkiden asla vazgeç­meyiz.”, “zinayı asla bırakmayız” deme ihti­malleri yüksekti.

5.Menfaat ve Karşılık Gözetmeme İlkesi

Tarih boyunca gelen peygamberlerin en önemli ortak özellikleri, insanları tevhid akidesine davet etmeleri ve bunu yaparken hiçbir maddi menfaat beklememeleridir. Bu ortak özelliği Kur’an’ın birçok ayetinde defalarca gör­mek, hayat kitabımız Kur’an’a azıcık da olsa ilgi duyan herkesin gözden kaçırmayacağı bir gerçektir.

Adiyat 8. ayetin belirttiği üzere insan malı ve dünyalı­ğı çok sever. Onu biriktirdikçe biriktirmek, artırmak ister. (bkz. Tekasur suresi)

Ancak gerçekten ahireti dünyaya tercih edenler – ki onlar çok azdır- yalnızca Allah rızası için insanları Hakk’a davet ederken Batıl’ı nehyederler.

Şu gerçek de unutulmamalıdır ki, tebliğ karşısında üc­ret talep etmek insanlara ağır gelebileceği için dine kar­şı soğumalarına sebebiyet verecek diğer bir unsurdur. Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da onlar ağır borç altında mı kalıyorlar? (Kalem 46)

«Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir ücret is­temedim. Benim ecrim Allah’tan başkasına ait değildir ve bana Müslümanlardan olmam emrolundu.» Yunus 72

6.Düşünme-Düşündürme İlkesi

Düşünme ve akıl yürütme, ibret almak yoluyla insa­nın olaylara bakışını, inancını, tutum ve davranışlarını etkileyebilecek, hat­ta değiştirebilecek bir güce ve role sahiptir. Bundan dolayıdır ki, Kur’an, daima insanı düşünmeye inceleme­ye, araştırmaya sevk etmekte ve zaman zaman insanların dü­şünmemelerinden ya­kınmaktadır.

… (Allah) pisliği (re­zilliği) aklını kullanma­yanlara verir. (Tevbe,100)

Sen insanlardan ço­ğunun söz dinleyip aklettiklerini (düşün­düklerini mi ) sanıyor­sun? Oysa onlar hay­vanlar gibidirler, hatta yolca daha sapkındır­lar. (Furkan,44)

Zira şirk ve putperestlik, bir tür düşünce fakirliğinin ve akli tembelliğin bir sonucudur.

7.Zorlamama İlkesi

Davette yöntemin anahtarını oluşturan Peygamber (s.a.s.)’ in meşhur hadisi hepimizin malumudur.

Rasulullah (s.a.s.)‘den şöyle rivayet olunuyor:

“Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, Cihâd, 164)

Şu da bir gerçek ki bilmek tek başına yetmiyor. Önemli olan bildiğimizi hayatımızda uygulamamızdır.

Peki öyle mi? İnsanlara dini uygulamanın en kolay ha­lini mi, yoksa en zorlayıcı halini mi teklif ediyoruz?

Sünnet olarak nitelendirilen nafile namazları farzmış gibi dayatmamız da çocuklarımızı namazdan soğutan önemli bir unsur olsa gerektir.

Ya da namaza uygun bir yol ile davet etmek yerine kılıp kılmadığını çok sık kontrol ederek bekçilik mi yapmış olmuyor muyuz?

Halbuki Cenabı Hakk (c.c.) bir ayeti kerimede şöyle bu­yuruyor:

Deki (Doğrusu) Size Rabbiniz tarafından basiretler (id­rak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üze­rinize bekçi değilim. (En’am,104)

O halde (Resûlüm), öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzverinde bir zorba değilsin. Ancak yüz çevirip inkâr edene gelince, işte öylesini Allah en büyük azap ile cezalandırır. Şüphesiz onların dönüşü sadece bizedir. Sonra onların sorguya çekilmesi de sa- dece bize aittir. (Ğaşiye 21- 26)

8.Nezaket ilkesi

Davetin ve Tebliğin en önemli esaslarından biri de nezaket ve nezahettir. Kaba saba, asık suratlı, hakaret eden hiçbir davetçi başarıya ulaşmamıştır. Hem böyle bir davet anlayışından Rabbimiz de memnun kalmayacaktır.

Âli İmran Suresinde Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Şayet sen kaba saba, katı kalpli bir davetçi olsaydın on- lar bir an evvel senin huzurundan ayrılırlardı.” Hz. Peygamber efendimizin davet anlayışında muha- tabı kırmak, incitmek, ona hakaret etmek, onun geçmişini kurcalamak, onun değer verdiği şeylere saygısızlık etmek ve benzeri ne varsa yoktur. Öyle ki, muhatabımız hali hazırda bulunmasa bile da- vette ona nezaket gıyaben dahi istenmiştir.

Abese Suresinin ilk ayetlerinde Peygamber efendimize bir uyarı yapılmaktadır. Ayetlerin Sebebi Nüzulüne göre Peygamber efendimiz Mekke’de eşrafın ileri gelenlerinden bir kısım zevat ile birlikte oturmuş, onların bazı sorularına cevap veriyordu. Bu oturma esnasında yaşlı ve âmâ olan Abdullah b. Ümmü Mektum gelir. Abdullah, Peygamber efendimize seslenir. Peygamber efendimiz de gelenin kim olduğunu görmek için sesin geldiği tarafa bakar. Seslenen kişinin Abdullah olduğunu görünce yüzünü asar ve orada oturan kimselere dönerek konuşmasına devam eder.

Âmâ olan Abdullah bir şey anlamadı ve âmâ olduğu için de peygamber efendimizin ne yüz ifadesini ne de döndüğünü gördü. Bu olaydan sonra Abese Suresi nazil oldu ve Peygamber efendimiz ciddi bir şekilde uyarıldı.

Dikkat edilirse burada muhatap kişi Abdullah b. Ümmü Mektum peygamber efendimizin yüz ifadesini görmemişti. Zira âmâydı. Ama Allah işiten ve görendi. Yanlış olan bu davranışı düzeltti ve hakkı arayan, isteyen kimselere karşı daha nazik, daha kibar davranılmasını emretti. Peygamber efendimiz de bu olaydan sonra hiç kimseye alakasız bir tavır takınmadı. Hatta kimi zaman akli dengesi yerinde olmayan bazı kimselerin bile sorularına değer vermiş, onlara da zaman ayırmıştır.

Ancak günümüzde minberlerden, mihraplardan, stadyumlardan, televizyon programlarından Müslümanlara hakaret edercesine sloganik ifadelerle bağıran çağıran kimseler zuhur etti. Bu kimseler bazen ilim adamlarına saygısızlık ederek toplumun içine huzursuzluk soktu. Bazen de halkın yanlış dahi olsa inanç ve değerlerine söverek muhatap kitleyi üzdüler. Bazen haklı oldukları halde yanlış ifadelerle, kırıcı sözlerle, iğneleyici kelimelerle, kaş ve gözleriyle alay edercesine hak meseleyi haksız bir dille anlattılar.

Muhatap kim olursa olsun Allah adına iş yapan, Allah’ın (cc) dinine davet eden kimseler Allah’ın (cc), istediği gibi anlatmak zorundadırlar. Kendi istediği gibi davet eden kimseler Allah’ın (cc) çağrısına kulak vermemiş, Peygamberin davet metodunu yanlış anlamıştır.

Murat PADAK

Bu yazıya yorum bırakmak ister misiniz?